#tüm antabuse başlıkları

bir kadının çevresine, kendi imajına dair verebileceği en salaş durumdur, rujunu tazelemeye üşeniyorsan hiç sürme kardeşim dedirtir insana.

ayrıca bu rujun hatun kişinin midesine gittiği düşüncesini de er kişilerin aklina müspet olmayan getirir ki bu bir nevi kusma refleksi bile yaratır. sen git petrol artığı maddeyi yala yut, öyk(!)

unutmatın makyaj yapmak zorunda değilsiniz. (tercih sebebidir) velev ki yapıyorsanız biraz özen lütfen. benzetme açısından sakalımızın bir kısmını kesip diğer kısmının kaldığını göz önüne getirin bu absürt durum dahi fikir vermesi açısında yeterli olacaktır.
yapay zekanın kişilerin davranışlarının tekrar etmesi dolayısı ile bir "patern" yaratması ve birbirine bağlama yeteneği olduğunu hasbelkader biliyoruz. peki buradaki yapaylık nerede? bildiğin insan davranışının kopyasını alıyor ve evirip çevirip bize satıyor. bunun da adına yok algoritma yok makina öğrenmesi vs diyoruz. boş versene sen! az et de koy türlü olsun yemeğin adı bari?
bu "zeka" düpedüz bizim çiğnediğimiz sakızı yepyeni bir şey gibi önümüze sunan bu uygulamadır ve kopyadır kardeşim! zeka da olsa bir çeşit araklamadır, karbon kağıdı ile sonuç almadır. bir diğer deyişle insan ne yapar bir şeyler eder, bu arkadaş bilgiler kümesini izana sokar. binaenaleyh yeni bir şey çıkarmaz, çıkaramaz.

işbu entry yapay zeka teknolojisine bok atma manasında yazılmamış olup teknolojiye verilen ismi yerden yere vurmak suretiyle eleştirmektedir.
mesele hayat sigortası adı altında satışı ve pazarlaması yapılan sigorta ürününün, esasen sigortalı şahsın ölümden dolayı yakınlara kalacak ikramiye olmasıdır. bu anlamda adına hayat sigortası denmesi tarafımca ahmakçadır hatta bilfiil tüküreyim ben öldükten sonra gelecek paraya demek de olabilir.

çoluk çocuk sahibi kişiler için de bu sigortanın adının değiştirilmesi ve "babam sağ olsun" ya da "baba mirası" sigortası olması gerektiği fikrindeyim. zira adam yaşarken kazanamayacağı parayı cesedi ile miras bırakıyorsa bu sigorta babaya hayır duası okutulması manası taşımalıdır.

ezcümle, pazarlama denen şey annemizi boyar babamıza satar.
"bornova bornova", "her şey çok güzel olacak", "eşkıya", "bir zamanlar anadolu'da", "v for vendetta" ve daha bir sürü filmi izlediğim sıra yakın çevrem tarafından şahsıma yönletilen sorudur.

insanın bildiği filmi izlemesi bir çeşit terapi. bu aktivite insanı rahatlatıyor, hayattan, daha doğrusu hayatın sorunlarından uzak durmak için bir tür "teneffüs arası" sağlıyor. (boğulmamak için nefeslenmek de diyebiliriz)

tabii bu kadar çok izledikten sonra filmin repliklerini ezberler hale geliyorsun ve filmi ilk kez izleyen birine rast geldiğinde replikleri tekrar etmeniz itici oluyor.

işin bir de aksi durumu vardır ki çokça çam devirdiğim söz konusudur. mesela "12 kızgın adam" filmini izlediğini gördüğüm birine bu soruyu yöneltir ve "oha bu yaşa geldin ilk kez mi izliyorsun, yazık sana" dediğim ve nobran olduğum anılarım da evet mevcuttur.
başlığın daha uzunca hali "daha genç gözükmek ve kırışıklıklarını ortadan kaldırmak için botoks yaptıran insanların ağzının burnunun dayak yemiş şekle dönmesi" olacaktır. (bkz: karakter sınırı sebebiyle yazamadıklarımız)

insanların doğuştan gelen özellikleri ile dalga geçmem ve geçenin çarpılacağına inanırım (çarpılmazlarsa da ben çarparım!). bununla beraber daha güzel ve daha genç (ve belki de daha ebesinin nikahı) gözükmek için botoks yaptırıp görüntüsünü değiştirme girişiminde bulunan insanlarla dalga geçerim.

mesela bu arkadaşların yanakları da yılan zehrinin etkisi ile şiştiği için sanki ağızlarına top sokmuş gibi yuvarlayarak konuşurlar ve ben de kendi içimden bunu tiye alırım. (hatta baya maytap geçer, eğlenirim)

hatta bazıları bildiğin dayak yemişe döner, buradaki dayaktan kastım yüzün gözün morarması değil alınan darbelerin etkisi ile yüzün şişmesidir. hatta bu zehrin zaman içerisinde azaldığını ve birkaç etap zehrin enjeksiyounun da yenilendiği bilgisi tarafımda mevzuttur. (dayak yemeye doyamamak gibi bir şey olmalı bu)

velhasıl günümüz insanının başkasının gözündeki yansımasına aşık olmasını sağlamak için yaptığı botoks ve türevi yüz şişiren ve gerdiren cerrahi müdahalelere karşıyım. fırsatını bulduğumda alaya alırım ve yüzüne karşı da hiç çekinmeden şakkadanak diye eleştirimi söylerim.
egzersiz, spor müsakabakaları gibi yaşa bağlı azalan hareket kabiliyetleri ilk akla gelenler olabilir ancak benim için özellikle dikiş iğnesinden iplik geçirmek olmaktadır. olayım tam manasıyla bir makara!

tamam daha önce de söküklerimi dikmek için bu işle iştigal ediyordum ancak ipi geçiremiyorum nedense artık (ya da geçirmek istemiyorum). gözler hipermetrop olmaya ramak kala!

nihayetinde rahat iplik geçirebildiğim için söküklerimi çuvaldız ile dikeceğim zannedersem. olmadı yırtık giyerim kıyafetlerimi zaten moda diye herkesin ayağında yırtık kotlar var. bilerek yırttım desem kim çakozlayacak?
kafadan aşağı kaynar sular dökülmesine neden olan andır. kimi çevrelerce beyninden vurulmuşa dönüldüğü an olunması da olasıdır.

işe olumlu tarafından bakacak olursak bu durum, kirli donlar yıkanılıp kurutuluncaya kadar donsuz gezmeye bahane olabilir. (kulağa seksi geliyor ama inanın değil)
bununla beraber aynı şekilde donsuz gezmek "ya biri pantolonu çekerse/fermuar açık kalırsa" diye histerik ruh haline bürünmenize sebep olabilir. (totoyu durduk yere ortaya koymanın alemi yok diyorum)

temizlik imandan gelir gezginler! donlarınızı yıkamayı unutmayın, unutturmayın.
dün arkadaşımın resmi nikah öncesi imam nikahı ile evlendiğini(?!%&?) öğrenmemle yaşadığım hissiyat ya da daha doğru ifade ile duygu durumu bozukluğu.

sene 2021, neredeyse 21. asrın çeyreği tamamlanmış ve imam nikahı fikrinin hala akıllarda olması bana korkunç geliyor. hele bunu yapan insanların üniversite mezunu olması (ki bu ülkede üniversite mezunu olmak aydın statüsü demek oluyor) beni çıldırtıyor.

"ey antabuse senin aklın ermez öyle şeylere" dersiniz susarım da içim el vermez. sanırım sorun benim yerimi yadırgamam ya da buraya dar gelmem. ya da ne bileyim işte.

yaradan akıl vermiş fikir vermiş daha ne yapsın, biz de imam nikahını bulmuşuz. yersen!
gün içerisinde ofiste yaptığımız bohemin konusudur.

örneğin "çakmaktaşlar" olarak bilinen "taş devri" çizgi dizisi, 168 bölüm çekilmiş olmasına rağmen fred'in saçları beyazlamaz hatta wilma'da kırışıklık olmaz. bu da çocuklarda ister istemez yaşlanma algısının ihmal edilmesine neden olur.

peki kahramanları yaşlandırmıyoruz da ne mi yapıyoruz? tabii ki önce modelini geçiriyoruz, tüketiyoruz, eskitiyoruz ve kaldııp çöpe atıyoruz. dikkat buyurun bugünkü çocuklar taş devrini pokemon'u vs izlemiyor, kendilerine sunulan ve bilhassa yaşlandırılmayan kahramanları izliyorlar.

bu algının ebeveyn yönlendirimesi ile de birleştiği ve çocuklar üzerinden daha kaotik etkiye sahip olduğu kanısındayım. yaygın olan bu düşünceye göre çocuklar sadece büyümeye odaklatılır, büyüyeceksin gelişeceksin falan da sonra da yaşlanacaksın kısmısı anlatılmaz. (inanmayacaksın da bir gün öleceksin hiç denmez mesela)

bu bilinç kaybı hayatın koşuşturmacasıyla birleşince oldu mu sana kayıp nesil! bir şeyler yapıyoruz ediyoruz da nereye gidiyoruz neler ediyoruz onu da bilmiyoruz. sonra da "hayat bir damla geldi geçti nasıl oldu ben de anlamadım" diyoruz. ondan sonra bir sela okunuyor hadi bakalım, dört kolluda buluyoruz kendimizi!

velhasıl bu kadar kestirmeden hayat özeti anlamsız olmakla beraber çizgi kahramanları oluşturanların ayak oyunlarına gelmeyelim, biz kahramanımızı yaşlandıralım. yaşlandıralım ki onlardan öğrendiklerimizle beraber yaşlanalım.
bu başlıkta durup duruken yazarların aklına gelen ve gülümseme refleksi yaratan repliklerden söz edilmektedir.

komiser: biz köye geliriz gelmesine ama arap'ı zor getirdik, işte o köyde eşekçi çok..
muhtar: ...konuşacak daha çok lafımız var. onun dedesinin lakabı eşekçi cafer..
komiser: aslı var mı arap?
arap: amirim benim dedem eşek alır satardı, lakabı başka ne olacak?
ama bunların eşekçiliği başka tabii!#?%&