#tüm begemos başlıkları

tutunamayanlarda selim ışık'ın önsöz yazarı olmak gibi bir fantazisi vardı. Bazı kitapların isimleri o kadar güzel oluyor ki insan kitaplara isim bulmak istiyor. Güzel kitap isimlerine için için haset ediyorum.

göçmüş kediler bahçesi
fakat müzeyyen bu derin bir tutku
muhtelif evhamlar kitabı
varolmanın dayanılmaz hafifliği
ben ruhi bey nasılım
parfümün dansı

Uzar gider böyle böyle.
Amerika kendi demokrasi rezervini bütün dünyaya ihraç ettiği için ülkesinde demokrasiye ihtiyaç duyar hale geldi. Keşke demokrasi götürdüğü ülkeler biraraya gelip Amerika'nın demokrasi ihtiyacını karşılasalar.
Sabahattin Ali'ye şair gözüyle bakamıyorum bir türlü. Muazzam bir şarkı sözü yazarıymış gibi geliyor. Herhalde bestelenen şiirlerinin kalitesinden kaynaklı. Besteciler şiirlerin ruhunu tam manasıyla yakalayabilmişler.

Aldırma Gönül, eşkiya dünyaya hükümdar olmaz, benim meskenim dağlardır, leylim ley, dağlarda kartal gibiydim, geçmiyor günler geçmiyor ilk aklıma gelenler...
Üniversite 2. Sınıftayım. Alttan İngilizce dersini aldığım için o senenin İngilizce dersini alamıyorum. (Bu süreç edebiyat bölümünün İngilizce yüzünden uzamasına kadar gidiyor) final haftası gelmiş. Bizim evde toplanılıp ders çalışılacak.(derslikte bilen bilmeyen dağılımı nasıl olacak; kim, kimden nasıl faydalanacak tarzı ciddi ve stratejik şeyler ağırlıklı bir çalışma planı bu.) Benim sınavım yok. Nispet yapacam illaki.

Hava soğuk olduğunda dolabı çalıştırmayan saz aşığı büfeci amcamızdan biraları aldım, nevaleyi düzdüm. Film kiralamanın zirve olduğu yıllar filmimi de kiraladım. Heyecanla akşamı bekliyorum. Akşam oldu. Herkes toplaştı salonda masanın etrafına. Ben odamdayım, İngilizce kelimeler havada çarpışıyor. Çıktım odadan buzluktan birayi aldım, elimde çerez tabağı... "gençler sessiz olun film izleyecem" havasıyla odama geçtim. Filmi açtım.

O film "Zeynep'in sekiz günüydü." Keşke o sınava gireydim, keşke o üniversite daha da uzayaydı da böyle bir şeye maruz kalmayaydım. Sanat sanat olalı böyle bir şey görmemiştir. Zeynep''in yedi günü siyah beyaz ve yedi kez aynı gün yaşanıyor. Sekizinci gün diskoya gidiliyor. yıldız tilbe dansıyla film renkleniyor, bir adamla çıkıyor, takılıyor ve sabah her şey yeniden siyah beyaz... Son... Sabahları yumurta soyduğu zaman dilimi diskoda geçirdiği zamandan çok daha fazla... koronada geçen bir yılın film olduğunu düşünün ve bunu size izlettiklerini.

normalde izlemezdim, lanet gelsin böyle günlere derdim ama ruhum işkenceler içinde izledim. Üstüne üstlük nispet yapacam diye kahkalarla izledim. Sonra içeri girip saatlerce ballandıra ballandıra filmi anlattım. Kimse benim yaptığım aptallığı yapıp izlemedi. Ne mutlu onlara!
Şahsi fikrim sinemanın zirve yaptığı yıldır: ucuz roman, esaretin bedeli, aslan kral, olağan şüpheliler, Leon, forrest gump, maske, salak ile avanak, vampirle görüşme, Ed wood...
Film izleyemez olduk azizim! diye ihtiyarca bir giriş yapmak istiyorum. 3 filmden 2'sinde felaketler içerisinde bir dünya ve onu kurtarmak için cansiperane bir şekilde ortaya atılan mutasyonlu veya yedi ceddinin üzerinden silindirle geçilmiş birileri var.

Büyük düşündükleri için mi dünyayı kurtarıyorlar yoksa dünyadan birilerini anlatamayacakları için mi büyük konular seçiyorlar bilemiyorum. Ama koca, yaşlı, şişko dünyayı rahat bıraksınlar artık istiyorum. Uçmadan, kaçmadan, üfürükle ordu yıkmadan, yapay zekaları çarpıştırmadan filmler de olsa olmaz mı?

izlenmedikleri veya gelir getirmedikleri için çekilmedikleri bir gerçek. ama dünyanın bu gerçeğini anlatmak da bir iş değil mi? Böyle filmler Yok mu? var tabiki!!! (sanat filmlerinin o aşırı sıkıcı gerçekçiliğini kastetmiyorum.)

1994 yılı filmleri anlatmaya çalıştığım tam olarak bu dönem işleri. Zekice kurgusu olan, insan merkezli, herkes için değil de sadece etrafındaki insanlar için büyük meseleleri barındıran filmler.

Ya da beni aşıyor artık bu işler. Yüksek olasılık...
Çıldır gölündeki muazzam yürüyüşlerden, kurtuluş parkında yapılan keyif yürüyüşlerinden ziyade bir şey... öyle fantazi amaçlı değil de bir yaşam mecburiyeti olan yürüyüşler...
Yıllar yıllar önce Ankara'da sıhhiye köprüsü üzerindeki enterasan düşme anısı dışında böyle bir şey başıma gelmedi.
Nasıl yürünür hemen anlatayım:

Öncelikle elleriniz kesinlikle cebinizde olmayacak. Elleriniz sizin dümeniniz olacak, denge kabiliyetinizi onunla koruyacaksınız.
Sonra pişik olmuş gibi bacaklarınızı aralıklı olarak açacaksınız.
Daha sonra ayak bileklerini bükmeden askerce bir eda ile ama kısa adımlarla omuzlar dik, gözler hedefte yanpiri yanpiri hedefe doğru uygun adamlarla ilerleyeceksiniz.

Çanak çömlek kırmadan, 'aaa düştü salak' gülüşlerine maruz kalmadan sapasağlam hedefe varırsınız.
Geçenlerde Acun Ilıcalı demişki: "ekstrem bir insanım. Hollanda'da maç varken öğle yemeğini burada yiyip, akşamüstü hollanda'da maça gidip, gece atina'ya geçip orada 'survivor' seçmeleri yaptıktan sonra Türkiye'ye dönebiliyorum."

Uçağım var demek yerine ekstrem kelimesini seçmesi hoş olmuş!

Bende evden çıkarken montun üstüne mont giyip, on metre önümü göremediğim sis içerisinde yaradana sığınıp , botların kifayetsiz kaldığı buz tabakası üzerinde düşmeden yürüyerek, öğrencinin olmadığı okula gidip akşam da suların kesik olduğu evimde 'masterchef' izleyen bir memur olarak gayet ekstrem olduğumu düşünüyordum. Yanılmışım!
Korona koşullarının hareket alanımızı kısıtladığı şu zamanlarda, ilgi duyduğum Şamanizmi araştırmak için yeterli zamanımın olduğunu düşünüp bu konuyla ilgili okumaya, araştırmaya, dinlemeye başladım. Tabi Instagramda da bu konuda baya profil çıkıyor insanın karşısına. Yine geçenlerde gecenin kör bir vaktinde karşıma bir profil çıktı ve "orta dünyaya şamanik yolculuk" diyordu. Düşünmeden atladım bende yaparım diye...

İngiliz aksanlı Türkçe konuşan ve zeki müren'den sonra -yor eklerini nizami bir şekilde kullanan ancak 'o' harfini yer yer çekinmeden uzatan bir hanımefendiyle karşı karşıyaydım. Gerekli hazırlıkları yaptım: evi kararttım, yatağımın üzerinde bağdaş kurdum, nefesi burnumdan alıp ağzımdan verdim sesin büyüsüne kapılıp yolculuğa çıkmak için gereken bütün ön şartları yerine getirdim.

içimdeki sonsuz enerjiyi hatırladım, akışa kapıldım. Çevreme koruyucu mavi kalkanımı çektim. içinde su sesinin, kuş cıvıltılarının, rüzgar uğultusunun olduğu güzelim ezgiyle beraber kocaman yeşil ağaçların, koyu kahverengi toprağın, yüzümü tatlı tatlı okşayan rüzgarın hoşluğuyla beraber ormanda gezmeye başladım. güç içimdeydi ve mavi kalkanım yanımdaydı.

Sonrasında alnımızın ortasına odaklanmamız istendi. Odaklandım. iki kaşımın arasında bir kapı açıldı. istediğimiz bir eve girebileceğimiz bir kapıydı bu. Girdim. Üniversiteki evim... Etrafıma baktım, her şey bıraktığım gibiydi. Evin içinde bir şey göreceksiniz, dedi. Kedi, köpek, bitki vs. ben vitrini gördüm. (Bu vitrin özeldi bizim için. Evimizin ilk eşyasıydı. Ev taşıma bedeli olarak aldığımız eski iki katlı, ortasında tüplü TV boşluğu olan, ilk rengini tam anlayamadığımız bir vitrin.)
O ara içimde bir karıncalanma geçmedi değil. Bir şeyler ters gidiyor sanırım sorusu beynimin kıvrımları içinde süzülürken İngiliz aksanlı hanımefendi hemen yardımıma yetişti. "Akışa bırakın kendinizi" ve yeniden akıştaydım.

"Konuşun onunla" dedi ama vitrin dedim.
"ihtiyacı var mıymış sorun?" Dedi ama vitrin dedim.
"Sevgiyle akıştasınız" dedi ama vitrin dedim. Sanırım artık beni duymuyordu. Mavi kalkanım da artık pek bir işe yaramıyordu. Ama ben bozmamaya direniyordum akışı. öyle çabuk pes edemezdim. "Kanatlarınızı hissedin" dedi aaa kanatlarım çıkmıştı... Her şey mümkündü. Ama o son cümle yok mu, o son cümle. Ne kanat bıraktı, ne akış hem mavi kalkanımda yok oldu birden.
"Kucaklayın, yanınıza alın ve pencereden kanatlarınızı açıp gidin." Kanatlarım var ve vitrinle pencereden çıkmak neden. Kahkahayla kendime geldim ve vitrin taşımaktan kurtulmuştum.

Bu tür seyahatlare çıkacaklara tavsiye: kediniz, köpeğiniz, bitkiniz hatta iguananiz olsa bile olur ama illaki canlı bir şey olsun. O kanatlarla vitrin taşınmıyor.
barış müstecaplıoğlu nun 3 kitaptan oluşan fantastik roman serisi. Delkarna ile nasralılar arasındaki savaştan şamanların yardımı ve öncülüğüyle kaçmak isteyenlerin yeni yurt arayışına girmeleri anlatılıyor.