#tüm antabuse başlıkları

öncelikle tanım: dr. nilüfer şenbecerir'in beyaz yakalıların çalıştığı kurumlarda gerçekleştirdiği konferansın adıdır ve giden kişi olarak aldığım notlar aşağıdaki gibidir:
etkinlikte kaba hatlarıyla kalbe yolculuk aşk ve sevginin metobolizmamız üzerindeki etkilerinden söz edilmiştir.
doğumumuzdan bu yana hep bir şeyleri ister istemez fark ediyoruz. yemek yemeyi, yürümeyi öğrenmeyi vs. yeni bir şeyi fark etmemiz gerekmiyor zaten pek çok bilgiyi öğreniyoruz. esasında sorun biraz da burada başlıyor. her şeyi otomatize ediyoruz! (vücut için otomatizma adını veriyor.)
otomatize ettiğim şeylere örnek olarak 2 saatte bir sigara içmeliyim, sabah kahve içmeliyim, akşam şunu yemeli, bugün bunu giymeliyim gibi. bunu size kim yaptırıyor?
gelecekte robotlaşacak üretim araç gereçlerinden bahsediyoruz ancak bugün “otomatizmalar” olarak robotlaşmış durumdayız. (yaptıkları şeylerin başında belirli olmasından ötürü)
otomatiklikten çıkabiliyor muyuz? insanları gerçekten dinliyor muyuz? bir şeyi yapmak istediğimizde gerçekten biz mi istiyoruz yoksa hariçten biri/bir güç bize bunları istetiyor mu?
geldiğimiz noktada insanları tam dinlemeden vereceğimiz cevaba odaklanıyoruz. birini dinlediğinizde aklınızla değil kalbinizle yanıt verirseniz vereceğiniz cevap farklı olur muydu?
amigdala genel hatlarıyla soru sorulduğunda durumdan rahatsız olacağı ve enerji harcayacağı için bunu istemiyor! cevabı baştan hazırlayıp ilgiyi üstünden atma eğilimi taşıyor. (mücadele et vs kaç)
daha önceki seminerlere refere ederek amigdalamızı sürekli büyüttüğümüzden ve kahve, sigara vb. büyüttüğümüzden; hiç alfa beyin dalgasına (parasempatik hal) fırsat vermediğimizde söz etti.
doğum nefesle başladı nefesle bitecek, nefes alma verme kendiliğinden başladı ve her nefesinle yeniden doğduğunun farkına varman gerekiyor. her yeni nefesini misafirin nasıl geliyorsa öyle çağırırsın ve bıraktığında da sanki onu uğurluyormuş gibi bırakmalısın. günde 10 dk nefes egzersizi muhteşem sonuçlar çıkarabilir.
iletişim kurmak, konuşmak nefesimizle başlar. nefesinin ses tellerine vurmasıyla kendini ifade ediyorsun ve ben bu hayatta varım diyorsun. konuşmak içimizdeki nefesin hikayesidir.
yumruk büyüklüğündeki ve özgün çalışan kalbimiz dakikada ortalama 72, yılda yaklaşık 3 milyar atım; dakikada 5, yılda 2.5 lt kan pompalıyor. 70 yaşında birinin kalbi 2 milyar kez atmış oluyor.
burada sorun şu ki kalp atım ve kan pompalama sınırımız belliyken neden kesık nefes alıyoruz? derin nefes almak ve bunun tadına varmak yerine bu acelemiz neden?
bu bilgiden hareketle çıkarılacak spor yapmak kalp atış miktarından çalıyor önermesi yanlıştır. spor yapmak kalp kasılmasını güçlendirir bilakis kalbin çalışma süresini uzatır diyebiliriz.
kalp aslında ikinci beyin. ikinci beynimizde de çok sayıda nöron (%65 oranında) bulunur. yüksek nöron barındırması sebebiyle beyinden daha etkin olduğu anlar oluyor.
zihne etki edebilecek en büyük etki kalpte, dünyayla savaşabilecek en büyük gücünüz de kalbiniz.

özet:
beyin bir konuya odaklanırken kalp umursamayabilir. kalbi yok sayamıyoruz.
kalp kan içinde, beyinse elektrolit sıvı içerisinde. hangisinin daha etkin olabileceğini siz düşünün.
erkek sol, kadın sağ beyinle düşünür. kadın erkeksiz yapabilirken; erkek kadınsız yapamıyor.
beyin ölümü olur, kalp çalışır ve nakledilebilir. kalp ölünce, beyin de ölür.

ezcümle:
kalp bir duyu organıdır, hisseder. beyinse yönetmeye çalışır, sentezler. göz görür, beyin yorumlar, kalp hisseder.
önce tanım: konuyla ilgili gittiğim bir seminerden notları paylaşmak istediğim mevzudur. peşin edit: uzun soluklu bir yazıdır, konuyla ilgili ufkunuzu açacağına inanıyorum.
mitolojide kanatlı atlar, aslan başlı primatlar örnekler insanoğlunun binlerce yıldır organ nakli konusunda var olan merakını ortaya koymuştur.
yine ilk çağlarda bir zenciden bacak transferi dahi denenmiş, biyoloji bilgisi olmadığı için netice alınamamış. hekim "iyi ki de başarısız olunmuş yoksa kendi neslimizi tüketirdik" dedi.
19 yy.’dan sonra organ nakliyle ilgili çalışmalar biyolojin ve tıbbın vs gelişmesiyle gerçek anlamda başlıyor.
organ nakli konusunda hurafelere oldukça fazla inanıyoruz, seminerin pek çoğu mevcutta yaygın olan hurafelerin etrafımızı nasıl sardığına dair geçti.
en önemli ve en bilinen hurafe buz dolu küvette uyanan insan modeli (hekim bu hikayeyi kuzey ülkelerindeki arkadaşımdan da duydum dedi). dünya çapında yapılan adli sicil kayıtları bu çeşit bir vaka ile karşılaşılmadığını ortaya koymuştur. (doktor, ayrıca adamı buz dolu küvete değil organı koyman lazım, hadi onu geçtim o kadar buzu otelde nereden bulacaksın falan dedi.)
ülkemizde organ bağışı kartı diye bir şey var ancak geçerliliği yok. beyin ölümü sonrası yoğun bakımdaki hastanın organlarının bağışlanıp bağışlanmayacağına yakınları karar veriyor.
konunun sevimsizliğini organ bekleyen hasta sayısından görebiliyoruz. 2018 yılı içerisinde 65.000 civarında hasta böbrek nakli bekliyor, ülkemizde organ paylaşımı ise milyonda 7.
böbrek hastası için harcanan diyaliz vb. ücretleri yıllık 25-30.000 tl iken bir böbrek plantasyonu (nakli) 20.000 tl civarında. ekonomiye de önemli hasar veriyor.
karaciğer nakli sonrası olimpiyatlarda bronz madalya kazanmış kayakçı var, organ nakli sonrası eskisi gibi olabiliyorsunuz. muhakkak bir eksiklik oluyor vs denmesi de bir hurafe.
organ nakli listeleri bir çeşit milli piyango gibi, yılda toplam böbrek plantasyon ameliyatı sayısı 450-500 falan. ihtiyaca göre maalesef çok çok az.
iki tip nakil var: canlıdan canlıya ve ölüden (kadavradan) canlıya. ölü dediğimiz canlı canlı öldürüp alınmasından söz etmiyoruz, beyin ölümü gerçekleşmiş hastadan nakil.
en önemli sorun naklin kime yapılacağının bilinmemesi. insanlar organlarının çalınacağını ve mafyavari olaylara karışacağını düşünüyor.
canlıdan canlıya nakilde hipokrat kuralı net: sağlıklı insana zarar vermeyeceksin. her ne kadar istenmese de tarihte donörlerin hayatını kaybettiği de olmuş. bugün bu oran minimize edilmiş durumdadır.
ilaç tedavisi konusunda kafa açıcı örnekler de söylendi konferansta. tıbbın simgesi yılandır, anlatılmak istenen ilaçtan (bir çeşit zehirden) sizi iyileştirecek sonuç alınmaya çalışılır.
bitkisel hayatta bir kişinin beyin ölümü gerçekleşmiş sayılmaz. beyin ölümünü en iyi anlamak için hastanın “son nefesini vermiş olması” beyin sapının hayati faaliyetini kaybetmiş olmsası gerekmektedir. (kalp durması ölüm demek değildir, gerçek ölüm beyinde olur.)
kafa nakli olduğuna olabileceğine dair spekülasyonlar var, doğru değildir. eğer bu mümkün olsa dahi olan şey vücut nakli olmuş olacaktır.
tarihte organ nakline giden yolda ürpertici hikayeler var, bunlardan biri lavoisier’in kellesi. fransa’da olan olayda fransız ihtilali sonrası idama makum edilen lavoisier arkadaşı matematikçi lagrange’ye “giyotin sonrası kafam sepete düştüğünde gözlerime bak, sana göz kırpacağım” demiştir. hülasa idam sonrasında kellesi göz kırpabilmiştir.
buradan çıkan sonucu kurban bayramında kesilen hayvanın bir süre organlarının vb. canlı halde kalması örnek gösterilebilir. doğru koşullar altında (soğuk hava, buz vb.) organlar saklanabilir.
organ mafyası denen şey organını bağışlamak isteyen kişi özelindedir. adam kaçırıldı organları çalındı hikayeleri adli kayıtta görünmemektedir. (hurafe is loading)
hocam işimiz var gücümüz var çok uzattın derseniz:
ciddi şekilde güvenilmez toplumuz, bunun etkilerini organ bağışında da görüyoruz.
çocuklar kaçırıldı organları satıldı tarzı haberciler yalan söylüyor. iş yargıya intikal ettiğinde haberciler söylediklerini yalanlıyor.
organa ihtiyacı olan adamın bakıma ihtiyacı daha çok. bağış sonrası onu topluma, üretime de kazandırıyoruz.
kanserli hastadan organ falan alınmıyor. alınan organın niteliğinden emin olunmadan bağış yapılmıyor.
bağış işinin entelektüel birikimle ilgisi yok. profesör adam bu işe hayır derken ilkokul mezunu evet bağışlıyorum diyebiliyor.
bugün organ bağışı işi sistematik yapılıyor. sistematik olmasa, kendi çocuğuna organ ihtiyacı olan kişi bile bunu çiğner.
ez cümle: mezara girdiğimizde organlarımızı böcekler yiyecek. gelin organ bağışıyla birine derman olsun.
başlığın anlaşılmama riski üzerine: unutulmayan küçük veya büyük abdest tutma anıları şeklinde değerlendirebilirsiniz.
genelde seyahat sırasında başıma gelir bu tip atraksiyonlar. hiç unutmam üniversite zamanındayken bir kere bursa ankara arası yolda yolun bitmemesiyle başıma gelmiştir. bir an malum idrar kesemin patlayacağını düşündüm ki olayın gerçekleşmemesine halen şaşırıyorum.
aşti'de inmem ve rekor sayılacak hızla tuvalete gitmem de cabası. tuvalete koşma hızımı gören milli sporcu zannedebilir.
bu da öyle bir anımdır işte.
ayakkabı parfümünün güzel bir örnek olduğu ürün skalasıdır.

efendim olay şöyle gelişir: kullanıcı ayağına ayakkabıyı kullanmadan hemen önce ayakkabısına bu deodoranttan sıkar ve gün bitince ayağından ayakkabılarını çıkardığında ağır bir koku oluştuğunun farkına varır. sebebi bellidir, ayakkabı parfümü uydurulur, dandiktir. (en azından ona göre değildir.)

halbuki kahramanımız bilmez ki bu ürün giyilecek ayakkabıya kullanımdan bir gece önce sıkılır ki ayakkabı içine temizleyici etki yapsın ve kötü kokuyu baskılasın. ayaklarda kullanım sonucunda hafif parfüm kokusu versin.

efendim siz siz olun, önce ürünün üzerinde yazıyorsa kullanım talimatını okuyun. bir ürün hakkında kesin kararınızı da buna göre verin.
amerikan gevrek firmalarının sıkı sıkıya savunduğu ve tıp tahsili yapmış akademisyenlerin bile ihtilafta kaldığı konudur. ihtilafta kalmış diyorum çünkü kahvaltı etmek son derece zararlıdır diyen bir doktor dahi var.

konunun savunucuları esas itibariyle gece vücudun ortaya çıkan enerji ihtiyacını sabah kahvaltı ile karşılanmasından dem vuruyor. gel gelelim ki olay pek de öyle değil. vücut böylesi durumlarda var olan stokları kullanıyor ve bir şekilde enerji ihtiyacını tedarik edebiliyor.

yadsınamaz gerçeklik ise edilen kahvaltı sonrası diğer öğün süresinin azalması. örneğin sabah 8'de kahvaltı yapıyorsanız 12'deki öğlen yemeğini zor ediyorsunuz (çok acıkıyorsunuz)

bu arada obezite ile mücadelede de kahvaltının bir önemi yok denebilir. bununla mücadele etmek için kahvaltı edip etmemekten ziyade öğün şekillerini ve aralıklarını değiştirmek gerekiyor.
başrollerini tarık akan ve halit akçatepe'nin oynadığı "canım kardeşim" filmindeki dahiliye doktorudur. kahraman'a lösemi demiştir, ayrıca vaziyet gereği açıklama ihtiyacı da duymuştur ve "kan kanseri" demistir.

kendisi senaryo gereği ileri görüşlü bir insandır, hık dese adamın yürüyüşünden hastalık teşhisi koyacak bilgi birikimine sahiptir. o derece yani.
başlığın tam hali "araç tıka basa doluyken hala yolcu alan dolmuş şoförü" olacaktı, malum karakter sınırı.

bir çeşit cambaz ya da fırsatçı golcü olduğunu düşünen kişidir. kımıl zararlısıdır esasen, aracın dolu olduğunu söyleyen yolcuyla tartışmasında sakınca yoktur çünkü daima haklıdır. aksini düşünen vatan hainidir ya da fetöcüdür.

özetle yurdun tümünde sorun olabilen şark kurnazıdır.
vücutta çıkabilen sinir edici doku bozukluğu. tıp dilinde siğiller, bir çeşit virüs olan human papilloma virüsü (hpv) ailesinden gelmektedir.

genelde sık kullanılan uzuvlarda (ellerde, ayaklarda vb.) oluşabildiği gibi genital bölgelerde de görülebilmektedir. dediğim gibi sinir bozucudur, benim gibi siğil olan parmağınızla sürekli oynayıp duruyorsanız bölgenin yakınındaki başka noktalarda da zuhur edebilmektedir. (kişi kendinden bilir işi)

genel olarak kendiliğinden iyileşen siğiller olmakla birlikte sizin için durumun bir çeşit strese dönüşmesi ve kurtulayım artık şundan demeniz durumunda garip tedavi metotları önerilmektedir: en bilineni elma sirkesi tedavisidir. (tabii sirke kokusuna tahammül edebilirseniz)

yok ben bu tip şeylere girmem neyse ilacı eczaneden alayım derseniz duoderm diye bir ilacı var (muhakkak muadilleri vardır), eczaneden 9.50 tl'ye tedarik edilebilir. (bunun da kokusu kötü ama elma sirkesi kadar değil)

herkese sağlıklı ve "siğilsiz" günler dilerim.
yakın zamanda türbanlı bir kendini bilmezin "kocam beni duvardan duvara vurabilir" tarzı abuk bir önermeyle gündeme getirdiği konudur.

işin aslı 1990 yapımı, başrollerinde dami moore ve patrick swayze'ın oynadığı ghost filminden gelmektedir. izlemeyenler için ilgili sahneyi şöyle açıklamak gerekir:
çiftimiz mutlu mesut bir aşk yaşarken bu aşklarını badana yaparken de devam ettirmek istiyorlar. üzerlerinde tulum birbirlerini öpmeye başlıyorlar ama yeni boyanmış duvara birbirlerini dayayıp öptükleri için üzerleri haliyle boya içinde kalıyor. (böyle olmasa daha iyi ama neyse) teknik olarak birbirlerini duvardan duvara vuruyorlar.
tabii gel zaman git zaman "duvardan duvara vuracaksın" söz öbeği çıktığı anlamdan farklı boyut kazanıyor.

antabuse gereksiz haber ajansı bildirdi.