#tüm seyyahnerede-0 entry'leri

devletin ekonomik alandaki üstünlüğünün tanınması olarak anlamlandırılıyordu.
sürekli değişime ve Kemalist reform programını desteklemeye içten bağlı olma anlamına geliyordu.
Halkçılık, ulusal dayanışma ve bütün ulusun çıkarlarını topluluk ya da sınıf çıkarlarının üstünde tutma düşüncesi anlamına geliyordu.

Halkçılık, sınıf çıkarlarının reddine (Kemalizm’e göre Türkiye’de Avrupa’da anlaşıldığı anlamda sınıflar yoktu) ve sınıf esasındaki siyasal faaliyetin (ve böylece bütün sosyalist ve komünist faaliyetin) yasaklanmasına yol açıyordu.
1930’larda ortaya çıkan Kemalizm ya da Atatürkçülük kavramlarını birlikte oluşturan düşünceler ya da ülküler bütünü, doğal biçimde ve yavaş yavaş gelişti. Kemalizm bir tutum ve kanılar bütünüydü. Kemalizm, esnek bir kavram olarak kaldı ve dünya görüşleri çok farklı olan insanlar kendilerine Kemalist diyebildiler.

Kemalizmin temel ilkeleri 1931 parti programının içerisinde yer almıştı. Bunlar, cumhuriyetçilik, laiklik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve inkılapçılık idi.

Laiklik ve milliyetçilik kuşkusuz Jön Türk ideolojisinin, en azından 1913’ten beri, belirgin özellikleri arasında yer almıştı. 1930’larda her iki özellik en uçlara götürülmüş, laiklik, yalnızca devletle dinin ayrılması değil, dinin kamu yaşamından çıkarılması ve din kurumları üstünde devletin tam denetiminin kurulması olarak da yorumlanmıştı.

Milliyetçilik, yeni bir ulusal kimliğin oluşturulmasında başlıca araç olarak kullanılmıştı.
Halkın toplumsal hoşnutsuzluğunu ifade etmesine hiçbir olanak verilmiyordu. Otoriter tavırlar, kayırmacılık ve yolsuzluklar, insan haklarının hiçe saylası ve hükümetin reform politikaları yaygın bir öfkeye neden olmaktaydı, dünya ekonomik bunalımı bu öfkeyi daha da arttırmıştı.

Ülkedeki bunalım meclisteki canlı tartışmalara hiç yansımıyordu. 1931 yılı parti kongresinin açılışında, parti genel başkanı İsmet Bey ekonomik bunalıma bir kez bile değinmedi. Mustafa Kemal, toplumsal hoşnutsuzluğu başka bir yöne çevirmek ve rehavet içerisindeki Cumhuriyet Halk Fırkası’nı harekete geçirmek amacıyla, sadık bir muhalefet partisinin kurulmasına izin verme hatta bunu teşvik etme kararı aldı.

Mustafa Kemal eski arkadaşı Fethi (Oktay)’a yeni bir parti kurma teklifinde bulundu. Fethi Bey (1925 Mart’ında başvekillikteki yenilgisinden sonra gönderilmiş olduğu) Paris’teki büyükelçilik görevinden yeni dönmüş ve Cumhurbaşkanı’na İsmet Beyin politikaları hakkında eleştirilerle dolu bir rapor sunmuştu.

Fethi Bey, hükümetin partisinin çalışmasına olanak vereceğine ve Mustafa Kemal’in tarafsız kalacağına dair güvence istedi. Kendisinden cumhuriyetçilik ve laiklik ilkelerine sadık kalması istendi.

Serbest Cumhuriyet Fırkası’na 15 milletvekili katılmış olmakla birlikte hepsi de mevcut düzenin gözde üyeleriydi, Parti 11 maddelik bir beyanname yayınlandı. 1924’teki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın beyannamesini çağrıştırıyordu. Parti, liberal ekonomik yabancı yatırımların teşvikini ve ifade özgürlüğünü savunuyordu.

Parti şubeleri üyelik için tam anlamıyla başvuru istilasına uğrayınca Cumhuriyet Halk Fırkası liderleri telaşa kapıldı. Ekim 1930’da belediye seçimleri yapıldı, Serbest Cumhuriyet Fırkası 502 belediyeden 30’unu kazandı. Fethi Bey iktidar partisini büyük çaplı usulsüzlüklerle ve seçimlerde hile yapmakla suçladı.

Cumhurbaşkanının sahsına karşı siyasal muhalefet yürütmek istemeyen Fethi Bey, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kapatmaktan başka seçeneği olmadığını anladı ve 16 Kasım 1930’da partiyi kapattı.

23 Aralık’ta, Mehmet adında birinin önderliğinde, yeşil bayrak açıldı. Şeriat ve hilafetin geri getirilmesini Mustafa Fehmi Kubilay olayının Kemalist lider kadrosuna tam bir şok yaşatan tarafı dervişlerin eylemi değil, 1000’in üzerinde kişinin olayların gelişimini ses çıkarmadan izlemiş olmasıydı.

2000’in üzerinde tutuklama yapıldı, 28 kişi idam edildi.

Mustafa Kemal bağımsızlara (1931 seçimlerinde 30, 1935 seçimlerinde 16) sandalye tahsis ederek meclisin rehavetini kırmaya çalışıyordu. 1931’de bağımsız adaylar için Halk Fırkası tarafından boş bırakılmış 30 sandalye doldurulamamış, 1935’te bağımsızların sayısı 13’e düşmüştü.

Toplumsal ve kültürel kuruluşlar içerisinde ilk kapatılanlar Türk Ocaklarıydı. Türk Ocakları, ülkede milliyetçi, pozitivist ve laik düşünceleri konferanslar, kurslar ve sergiler yoluyla yaymaya çalışıyordu. 1931’de kapatıldığında 30 binin üstünde üyesi 267 şubesi bulunuyordu. 1932’de, yerine, kentlerde Halkevleri ve büyük köylerde Halk kodaları kuruldu. İkinci Dünya Savaşı sonlarında ülkede 500 Halkevi vardı.

Kapatılan bir diğer örgüt, 1924’te kurulan Türk Kadınlar Birliği’ydi. 1935’teki olağanüstü kongresinde, Cumhuriyet Halk Fırkası liderliğinin isteği üzerine kendini feshetme kararı aldı.

Liberal ya da sosyalist muhalefeti temsil eden gazete ve dergiler 1925’te kapatılmıştı. Bunun bir istisnası, solcu bir gazeteci ve Mustafa Kemal’le Fethi Beyin eski arkadaşı olan Arif’in (Oruç) 1929-1930’da yayınladığı Yarın gazetesiydi. Yarın’da İsmet Beyin ekonomi siyasetinin şiddetle eleştirilmesine izin verilmiş olmasına rağmen bu gazete de, hükümete, ülkenin genel siyasetine aykırı yayın yapan gazeteleri kapatma yetkisi veren yeni basın yasasının kabulü ile 1931’de kapatıldı.

1933’te, İstanbul’daki eski Darülfünun, İstanbul Üniversitesi olarak yeniden kuruldu. Sadece Kemalist çizginin en güvenilir yandaşları görevlerine devam edebildi.

Türkiye’de akademik yaşam 1933’ten başlayarak Hitler iktidara geldikten sonra Almanya’dan ayrılan Alman araştırmacılarının ve bilim adamlarının akınıyla güçlenmişti. Türk hükümeti 63 Alman profesörü Türkiye’ye gelip ders vermeleri için davet etti.

Hem basın, hem eğitim kurumları Kemalist ideolojiyi yaymak üzere seferber edildi. Kemalist önderlerin çok sayıda vatandaşa -çoğunlukla yazarlara, öğretmenlere, doktorlara ve diğer serbest meslek sahiplerine ve öğrencilere- kendi modern, laik, bağımsız Türkiye tasavvurlarını aşıladıklarını belirtmek gerekmektedir.

1930’larda ortaya çıkan Kemalizm ya da Atatürkçülük kavramlarını birlikte oluşturan düşünceler ya da ülküler bütünü, doğal biçimde ve yavaş yavaş gelişti. Kemalizm bir tutum ve kanılar bütünüydü. Kemalizm, esnek bir kavram olarak kaldı ve dünya görüşleri çok farklı olan insanlar kendilerine Kemalist diyebildiler.

Kemalizmin temel ilkeleri 1931 parti programının içerisinde yer almıştı. Bunlar, cumhuriyetçilik, laiklik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve inkılapçılık idi.
başlık sığmadı : Kemalist Türkiye’nin Siyasal Sistemi; Parti ve Devlet

Mart 1925’te Takrir’i Sükun Kanunu’nun ilan edilmesinden itibaren Türkiye’nin yönetim biçimi bir tek parti yönetimidir. Takrir’i Sükun Kanunu, 1929 yılına kadar yürürlükte kaldı.

Cumhuriyet Halk Fırkası, her bakımdan bir iktidar tekeli kurdu ve 1931’deki parti kongresinde Türkiye’nin siyasal sistemi tek parti sistemi olarak ilan edildi.

1924 Anayasasına göre bütün iktidar, ulusun egemenlik iradesinin tek meşru temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeydi.

Tartışmak, kabinenin kendi kararlarını duyurduğu ve açıkladığı bir forum işini gören meclis grubu toplantılarında dahi kısıtlanmıştı. Meclis grubu toplantılarının işlevi esasen kabine kararlarını onaylamak ve meşrulaştırmaktan ibaretti.

Partiyle devlet özdeşti. Bu durumun getirdiği önemli bir sonuç, partinin hiçbir zaman bağımsız bir ideolojik ya da örgütsel “kişilik” geliştirememesi ve yoğun bir biçimde bürokratikleşmesiydi.

Parti Genel Sekreteri Recep (Peker)’in bağımsız bir “Kemalist” ideoloji geliştirme girişimleri, İsmet İnönü’nün 1936 kongresinde devlet aygıtıyla parti örgütü arasındaki birliği resmi siyaset olarak açıklamasıyla boşa çıkmış oldu. Valilerin doğrudan doğruya vilayetlerindeki Cumhuriyet Halk Fırkası şubelerinin başkanları sayılması bu durumu açıklayan çarpıcı bir örnektir.

Ancak 5 Aralık 1934’te kadınlara oy kullanma ve seçilme hakkının tanınmış olması, önemli bir adımdı. Mart 1935’ten itibaren Büyük Millet Meclisi’nde 18 kadın milletvekili yer aldı.
II. Meşrutiyet döneminde, Anayasayı geri getirme mücadelesi olarak başlayan hareket (1908’de) iktidara ulaşmış, bu iktidarı çoğulcu ve nispeten özgür bir ortamda (1913’e kadar) belirli bir süre başkalarıyla paylaşmış ve sonunda kendi iktidar tekelini kurmuş ve bu iktidar tekelini (1913-1918) kökten bir laikleştirme ve modernizasyon programını meclisten hızla geçirmede kullanmıştı.

Kemalist reformlar, 1913-1918 yıllarındaki reformlar gibi, toplumu laikleştirmeyi ve modernleştirmeyi amaçlıyordu. Eylül 1925’te tekke ve zaviyeler kapatıldı ve Kasım ayında, Osmanlı erkeklerinin Sultan İkinci Mahmut’tan beri geleneksel başlığı olan fes yasaklandı, yerini Batı tarzındaki şapka aldı.

Bu girişimler halkın direnişiyle karşılaştı. Tekke ve zaviyeler Müslümanların günlük yaşamında önemli bir rol oynamaktaydı ve şapkaya Hıristiyan Avrupa’nın bir simgesi gözüyle bakılıyordu. Bu direnişi bastırmada İstiklal Mahkemeleri kendisine düşen rolü oynadı. Takrir-i Sükun Kanunu gereğince yaklaşık 7500 kişi tutuklandı ve 660 kişi idam edildi.
1908 Meşrutiyet Devrimi’nden sonra, başkentteki Kürt seçkinleri Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’ni kurmuşlardı. Dinde reform yanlısı Said-i Nursi de bu cemiyetin üyesiydi. 1912’de İstanbul’daki bazı Kürt öğrenciler, daha belirgin bir milliyetçi eğilime sahip olan Hevi (Umut) cemiyetini kurdular.

Ermeni halkının Doğu Anadolu vilayetlerinden çıkarılması savaş sırasında Kürtleri bölgenin sahibi konumuna getirdi, ancak bundan ve Rus cephesinin çöküşünden dolayı Kürt ve Türklerin ortak düşmanları ortadan kalkmış ve iki toplum birbirine karşıt hale gelmiş oluyordu. 1918’de İstanbul’da, Kürdistan Teali Cemiyeti kuruldu.
Bağımsızlık savaşı sırasında tek büyük Kürt ayaklanması, Dersim (bugünkü Tunceli) bölgesinde özerklik isteyen aşiret liderleri tarafından yönlendirilmiş, ancak bu isyan kolayca bastırılmıştı.

Lozan Barış Antlaşması’nda Kürtlerden söz edilmemiş ve bağımsızlık mücadelesi sırasında verilen özerklik sözleri, milliyetçi önderlerce unutulmuştu. Kürt milliyetçileri için bu büyük bir hayal kırıklığı oluşturdu. 1923’te, eski milis subayları Azadi (Özgürlük) cemiyetini kurdular. Cemiyet ilk kongresini 1924’te yaptı.

İki büyük tarikat, Kadiriye ve Nakşibendi tarikatları Kürtler arasındaki aşiret farklılıklarını aşabilen iki yapıydı. Çeşitli aşiretler arasındaki kavgaları çözmede bu tarikat önderlerinin sık sık yardımları istenir ve bu da onlara itibar, nüfuzlu dostlar ve çok defa hatırı sayılır servet sağlardı. Şeyh Sait, Nakşibendi tarikatının çok etkin bir mensubuydu.

Kürtlerle çoğunluğu Türklerin oluşturduğu Cumhuriyet hükümeti arasındaki ilişkiler 1924’te kötüleşti. Hilafetin kaldırılması iki toplumu bir arada tutan dinsel simgeyi yok etmişti. Kürt kimliğine karşı baskıcı bir siyaset gelişmekteydi.

Nüfuzlu Kürt toprak sahipleri ve aşiret liderleri ülkenin batısına yerleştirilmekteydi. Azadi ile Şeyh Sait’in 1925 Mayıs’ı için planlanmış oldukları büyük isyan, 8 Şubat’ta jandarmalarla olan bir silahlı çatışma denetimden çıkınca, başladı.

Ayaklanmaya Zaza aşiretlerin tamamı ve iki büyük Kırmançi aşireti katılmış, ama Kürtler arası anlaşmazlıklar kendini yine göstermişti: Alevi Kürtler, Sünni isyancılara hücum ettiler.

Lider takımı kuşkuya yer vermeyecek şekilde özerk, bir Kürdistan arzusu taşımasına karşın, halk tabakası dinsel güdülerden hareketle şeriat ve hilafetin getirilmesini istiyordu.

İsyancıların ele geçirebildikleri tek kent Elazığ oldu, o da ancak kısa bir süre için. İsyanın genişliği belli olur olmaz Ankara hükümeti sıkı önlemler aldı. 25 Şubat’ta meclise durum hakkında bilgi verildi. Aynı gün Doğu vilayetlerinde bir aylık sıkıyönetim ilan edildi ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda, dinin siyasete alet edilmesini vatana ihanet suçları arasına dahil eden bir değişiklik yapıldı.

Bu sırada Başvekil Fethi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası önderlerinden kendi iradeleriyle dağılmalarını istedi. Onlar bunu reddetti, ancak partinin genel başkanı Kazım Karabekir hükümetin Doğu siyasetini hem mecliste hem de basında var gücüyle savunuculuğunu yaptı.

Fethi Bey, Mustafa Kemal’in daha sıkı önlemler alınmasını isteyen katı çizgidekilerden yana çıkması üzerine Cumhuriyet Halk Fırkası grubundaki güven oylamasını kaybetti, istifa etti ve ertesi gün İsmet Paşa başvekil oldu.

Yeni başvekilin ilk işi meclisten Takrir-i Sükun kanunu geçirtmek oldu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın, aşırı esnek olması nedeniyle, karşı çıktığı bu yasa, sadece Güneydoğu’da değil bütün ülkede geçerli olacaktı. Aynı zamanda, biri Doğu vilayetleri biri ülkenin geri kalanı için olmak üzere, yeniden iki İstiklal Mahkemesi kuruluyordu.

Şeyh Sait’in 27 Nisan’da yakalanması, isyanın sonunu ilan etti. 1926’da Ağrı Dağı yamaçlarında yeni bir Kürt isyanı çıktı ve dört yıl sürdü. İsyan sona erdikten sonra hükümet, askeri müdahaleler ve İstiklal Mahkemeleri yoluyla isyancıları çok sert cezalandırdı.

Önderlerinden birçoğu idam edildi ve 20 binden fazla Kürt kökenli vatandaş, ülkenin batısına yerleştirildi. O andan itibaren ayrı bir Kürt kimliğinin varlığı resmen yok sayıldı.

Ulusal gazetelerden sadece hükümetin yayın organları olan Ankara’daki Hakimiye-i Milliye ve İstanbul’daki Cumhuriyet gazeteleri yayınlarını sürdürdü. İstanbullu önde gelen gazetecilerin hepsi tutuklandı ve Doğu’daki İstiklal Mahkemesi’ne gönderildi. Bunlar sonunda serbest bırakldı, ancak işlerini sürdürmelerine izin verilmedi.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 3 Haziran’da hükümet tarafından kapatıldı. Mahkemeye göre, parti üyeleri isyanı desteklemiş ve siyasal amaçlar uğruna dini istismar etmeye çalışmışlardı.
Halk Fırkası’nın Mustafa Kemal ve İsmet Beyin önderliğindeki köktenci kanadı, 1924 boyunca, Cumhuriyetin ilan edilme şekline karşı çıkmış olan Hüseyin Rauf önderliğindeki ılımlılar grubuna yönelik baskıyı artırdı.

Hükümetin, Yunanistan’dan gelen Müslümanları, Rumların terk etmek zorunda kaldıkları taşınmazlarına yerleştirme şekline dair bir tartışma, bölünmenin kesinleşmesine neden oldu. Bunun üzerine İsmet Paşa Meclisten güvenoyu istedi ve kolayca alınca Hüseyin Rauf’un çevresindeki 32 milletvekili partiden ayrıldı ve 17 Kasım’da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu.

Bu yeni partinin “Cumhuriyet” sıfatını kullanacağı söylentisi, Halk Fırkası’nın isminin, Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirilmesine yol açtı.

Yeni parti, liberal nitelikte bir partiydi. Çoğunluk partisi gibi laik ve milliyetçi politikalardan yanaydı ancak onun köktenci, merkeziyetçi ve otoriter eğilimlerine karşı çıkıyordu.

Bu parti, adem-i merkeziyetçiliği, güçler ayırımını ve devrimci değişimden çok evrimci değişimi savunuyordu. Dış borçlanmayı gerekli sayan daha liberal bir ekonomi politikasına sahipti.

İsmet Beyin yerine, 21 Kasım’da çok daha uzlaşmacı olarak kabul edilen Ali Fethi (Okyar) getirildi. Bu önlemlerle, Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan kitlesel kopuşların önüne geçildi.

Dahiliye Vekili Recep Peker’in güdümünde olan katı çizgideki bazı kişiler kabineye sokuldu ve 1925 başlarında köktenci kanat, İstanbul’da ve Doğu’da giderek halka dayalı bir örgütlenmeyi harekete geçiren muhalefetle başa çıkması için Ali Fethi’ye daha fazla yüklenmeye başladı.
Meclisin dağıtılması ve sıkı şekilde denetlenmiş seçimler; yeni bir partinin, Halk Fırkası’nın kurulması ve bu partinin bütün Müdafaa-i Hukuk örgütünü devralması, Mustafa Kemal Paşa’nın siyasal konumunu pekiştiren gelişmelerdi.

Doğmakta olan yeni Türk devletinin esas niteliği henüz belli değildi. Osmanlı Saltanatı yaklaşık 1 yıl önce kaldırılmıştı. Ülke, sadece Meclis başkanını değil bakanları, vekilleri de doğrudan seçmiş olan Millet Meclisi tarafından yönetilmekteydi. 1922’de halifelik yalnızca dinsel bir memuriyet olarak düşünülüyordu.

Ekim ayında meclis, meclis ikinci başkanlığı ve dahiliye vekaleti için hükümetin gösterdiği adayları reddedip, bu mevkilerden ilki için Hüseyin Rauf (Orbay)’ı diğeri için de Sâbit Sağıroğlu’nu seçince güvensiz bir durum oluşmuştu. Bu durum karşısında Başvekil Ali Fethi (Okyar) hükümeti, Mustafa Kemal Paşa tarafından ikna edilince hükümet istifa etti.

Bu gelişme meclise, bu hükümeti yeni bir vekiller heyetiyle değiştirme görevi yüklüyordu. Mustafa Kemal Paşa, kendisine yakın olan vekillere görev kabul etmemelerini telkin edince bu mümkün olmadı.

Meclis kendisine danıştığında Mustafa Kemal Paşa, seçilmiş bir cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı tarafından atanmış bir başvekili ve bir kabine sistemi olan Cumhuriyet ilan edilmesi teklifini sundu. Çoğunluk bu teklifi kabul etti ve 29 Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ve ilk başvekili İsmet (İnönü)’ydü.

Bu karar bağımsızlık savaşında önemli rol oynayan Hüseyin Rauf, Ali Fuat (Cebesoy), Adnan (Adıvar), Refet (Bele) ve Kazım (Karabekir) başkentte olmadıkları bir dönemde alınmıştı. Bunlar, İstanbul basınındaki mülakatlarda bu ilana öfkeyle tepki gösterdiler.

Bu dönemde hükümet İstanbul’da son derece gözden düşmüştü. Bunun nedeni ise Cumhuriyetin ilanından çok, hükümetin iki hafta önce Ankara’yı resmen Türkiye’nin yeni başkenti yapmış olmasıydı.

Rauf’un (devletin müstebit olduğu yolundaki üstü kapalı suçlamasını içeren) eleştirel yorumları, Halk Fırkası meclis grubu içinde şiddetli bir tartışmaya yol açtı ve bu tartışma partiyi Aralık ayında neredeyse bölünme noktasına getirdi.

Kasım ayında İstanbul Barosu başkanı Lütfi Fikri basına, halifeye hitaben bir açık mektup göndererek, ondan daha etkin olmasını istemiş ve benzer bir mektup iki ünlü Hintli Müslüman Emir Ali ve Ağa Han tarafından hem başvekile hem de basına gönderilmişti.

Mektup Başvekil İsmet Beye ulaşmadan İstanbul’da yayınlanmış, bu ise İsmet Beyi ve meclisteki taraftarlarını sinirlendirmişti. Lütfi Fikri’nin mi yoksa gazetelern mi devlete ihanet ettiğini araştırması için İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kuruldu. Gazete yöneticileri aklanmasına rağmen Lütfi Fikri beş yıl hapis cezasına mahkum edildi.

1 Mart’ta yeni yasama yılının başlamasının hemen ardından Hilafet kaldırıldı ve Osmanlı hanedanı mensuplarına ülkeden ayrılmaları bildirildi.

Yoğun tartışmalardan sonra Cumhuriyet Anayasası kabul edildi. Bu Anayasa 1876 Osmanlı Anayasası’nın yerini almıştı. 1876 Anayasası, 1909’da, Ocak 1921’de de değişikliğe uğramıştı.