Sütyeni çıkarıp koltuğun tepesine fırlatmaktır.
andrei tarkovsky’nin 1956 yılında öğrenciliği döneminde okuldan arkadaşlarıyla birlikte çektiği ilk filmidir.
Ayrıca tarkovsky, Türkçe çevirisi katiller olan bu filmde kısa da olsa müşteri rolünde oynamış, sahnesi boyunca çaldığı ıslıkla akıllarda kalmıştır.
Yaklaşık 20 dakika uzunluğunda olan film, yine tarkovsky’nin isteğiyle ernest hemingway’in “the killers” öyküsünden uyarlanmıştır.
Kabullenilmiş bir sonun anlatılmaya çalışıldığı film, üniversite öğrencisi bir gence göre teknik anlamda çok iyidir.
Filmde sekanslar arası geçişler, oyuncu yönetimi ve herbir sahne takdir edilesidir. Özellikle giriş ve adam’ın ole ile konuştuğu sahne teknik olarak kusursuzdu diyebilirim.
Kafe içerisindeki sahnelerin yönetmenliğini tarkovsky, ole’nin odasındaki sahneyi ise arkadaşı alexander gordon* yönetmiştir.
Film, okul hocaları ünlü sovyet yönetmen mihail iliç romm tarafından ise büyük takdir görmüştür.
Ayrıca tarkovsky, Türkçe çevirisi katiller olan bu filmde kısa da olsa müşteri rolünde oynamış, sahnesi boyunca çaldığı ıslıkla akıllarda kalmıştır.
Yaklaşık 20 dakika uzunluğunda olan film, yine tarkovsky’nin isteğiyle ernest hemingway’in “the killers” öyküsünden uyarlanmıştır.
Kabullenilmiş bir sonun anlatılmaya çalışıldığı film, üniversite öğrencisi bir gence göre teknik anlamda çok iyidir.
Filmde sekanslar arası geçişler, oyuncu yönetimi ve herbir sahne takdir edilesidir. Özellikle giriş ve adam’ın ole ile konuştuğu sahne teknik olarak kusursuzdu diyebilirim.
Kafe içerisindeki sahnelerin yönetmenliğini tarkovsky, ole’nin odasındaki sahneyi ise arkadaşı alexander gordon* yönetmiştir.
Film, okul hocaları ünlü sovyet yönetmen mihail iliç romm tarafından ise büyük takdir görmüştür.
andrei tarkovsky'nin 1960 yılında Sinema Enstitüsü'nü bitirmek için çektiği 43 dakikalık bitirme projesidir.
Silindir ve keman diye türkçeye çevrilen film, silindir operatörü bir işçi olan Sergei ile keman virtüözü olma yolunda ilerleyen küçük Sasha arasındaki arkadaşlığı anlatır.
Film, başlı başına kocaman bir metafordur. Bu konuyu detaylı olarak anlatmadan hemen önce daha sonra anlatacaklarım daha net anlaşılsın diye biraz dönemin sscb’inden ve tabii ki Tarkovsky’den bahsetmek gerekiyor.
SSCB’de filmin çekildiği dönemde nikita kruşçev iktidardaydı. Kruşçev, görevi süresince selefi josef stalin’in politikalarını yerden yere vurmuş. Leninist politikalara geri dönülmesi gerektiğini vurgulamıştı. İç ve dış politikada yenilikçi çalışmalar yapmaya çalışan Kruşçev, hem kapitalist hem de komünist ülkelerle dostluklar kurmaya çabalamıştır. Ama bu girişimleri Mao yönetimindeki Çinle arasını açmıştır. Öte yandan konvansiyonel silahlardan ziyade nükleere ve uzay alanına yatırımları da arttırmıştır. Ama tarım ve hayvancılık alanında büyük başarısızlıklar yaşamıştır.
Tarkovsky’ye gelecek olursak; şair bir babadan olan, oyuncu bir anneden doğan, daha 20’li yaşlarında genç bir sanat aşığıdır. Sinema enstitüsü’ne girmeden önce müzik ve arapça eğitimi almıştır. Filmlerindeki metaforlardan yola çıkarak söylüyorum; arapça bildiğini de ele alarak önemli arap mutasavvıflardan da etkilendiğine inanıyorum.
Artık filmle ilgili eyyorlamama gelelim.
Entrynin başında bu film başlı başına bir metafor demiştim. Öncelikle onu biraz açalım. Film, SSCB’nin o dönem içinde bulunduğu durumun bir metaforu. sosyalist bir ülkede olmaması gereken sosyal statü ve ekonomik farklıları eleştiriyor.
Filmin başında ve sonunda kullanılan elma metaforu ise adem ile havva’ya minik bir selam çakarak sasha’nın hayatındaki kadınlarla olan kötü ilişkilerini anlatıyor.
Ayrıca filmin ilerleyen sahnelerinde eski bir binanın yıkılışını ve arkasından ışıl ışıl parlayan yeni bir binanın ortaya çıktığını görüyoruz. sasha* ve sergei’nin* yağan yağmur altında izledikleri sahne ise yaşanan yeniliklerin bir yandan eskileri de yok ettiğini anlatıyor.
Filmin başından sonuna kadar Sergei’nin ilgilenmediği bir kadın vardır. Yine Filmin son sahnesinde beraber sinemaya gitmek için sergei’ye söz veren Sasha’ya annesi izin vermez. yüksek katlı bir apartman dairesinin balkonundan gelemeyeceğini yazdığı uçak yaparak attığı not sergi’e ulaşmaz ve sergei o pas vermediği kadınla sinemaya gider. Yine burada sosyal eşitsizliğin korkunç boyutlara ulaştığını anlatıyor. Ve aslında filmimiz burada bitiyor.
Ama bir son sahne var ki Sasha’nın Sergei’in kullandığı silindire koşarak gittiği ve işçinin Sasha’yı elinden tutarak silindire bindirdiği, peşinden motor yağı veya zift akan yola güvercinlerin konması yönetmenin rüyası ya da gelecek ümididir.
Son olarak ise tarkovsky’nin arap mutasavvıflardan etkilendiğini düşünmemin sebebi ibn-i arabi’nin sık sık kullandığı ayna metaforudur. Yönetmen bu filmde ayna metaforunu bence ibn-i arabi ile aynı anlamda kullanıyor.
(bkz: ibn-i arabi’nin ayna metaforu)
Silindir ve keman diye türkçeye çevrilen film, silindir operatörü bir işçi olan Sergei ile keman virtüözü olma yolunda ilerleyen küçük Sasha arasındaki arkadaşlığı anlatır.
Film, başlı başına kocaman bir metafordur. Bu konuyu detaylı olarak anlatmadan hemen önce daha sonra anlatacaklarım daha net anlaşılsın diye biraz dönemin sscb’inden ve tabii ki Tarkovsky’den bahsetmek gerekiyor.
SSCB’de filmin çekildiği dönemde nikita kruşçev iktidardaydı. Kruşçev, görevi süresince selefi josef stalin’in politikalarını yerden yere vurmuş. Leninist politikalara geri dönülmesi gerektiğini vurgulamıştı. İç ve dış politikada yenilikçi çalışmalar yapmaya çalışan Kruşçev, hem kapitalist hem de komünist ülkelerle dostluklar kurmaya çabalamıştır. Ama bu girişimleri Mao yönetimindeki Çinle arasını açmıştır. Öte yandan konvansiyonel silahlardan ziyade nükleere ve uzay alanına yatırımları da arttırmıştır. Ama tarım ve hayvancılık alanında büyük başarısızlıklar yaşamıştır.
Tarkovsky’ye gelecek olursak; şair bir babadan olan, oyuncu bir anneden doğan, daha 20’li yaşlarında genç bir sanat aşığıdır. Sinema enstitüsü’ne girmeden önce müzik ve arapça eğitimi almıştır. Filmlerindeki metaforlardan yola çıkarak söylüyorum; arapça bildiğini de ele alarak önemli arap mutasavvıflardan da etkilendiğine inanıyorum.
Artık filmle ilgili eyyorlamama gelelim.
Entrynin başında bu film başlı başına bir metafor demiştim. Öncelikle onu biraz açalım. Film, SSCB’nin o dönem içinde bulunduğu durumun bir metaforu. sosyalist bir ülkede olmaması gereken sosyal statü ve ekonomik farklıları eleştiriyor.
Filmin başında ve sonunda kullanılan elma metaforu ise adem ile havva’ya minik bir selam çakarak sasha’nın hayatındaki kadınlarla olan kötü ilişkilerini anlatıyor.
Ayrıca filmin ilerleyen sahnelerinde eski bir binanın yıkılışını ve arkasından ışıl ışıl parlayan yeni bir binanın ortaya çıktığını görüyoruz. sasha* ve sergei’nin* yağan yağmur altında izledikleri sahne ise yaşanan yeniliklerin bir yandan eskileri de yok ettiğini anlatıyor.
Filmin başından sonuna kadar Sergei’nin ilgilenmediği bir kadın vardır. Yine Filmin son sahnesinde beraber sinemaya gitmek için sergei’ye söz veren Sasha’ya annesi izin vermez. yüksek katlı bir apartman dairesinin balkonundan gelemeyeceğini yazdığı uçak yaparak attığı not sergi’e ulaşmaz ve sergei o pas vermediği kadınla sinemaya gider. Yine burada sosyal eşitsizliğin korkunç boyutlara ulaştığını anlatıyor. Ve aslında filmimiz burada bitiyor.
Ama bir son sahne var ki Sasha’nın Sergei’in kullandığı silindire koşarak gittiği ve işçinin Sasha’yı elinden tutarak silindire bindirdiği, peşinden motor yağı veya zift akan yola güvercinlerin konması yönetmenin rüyası ya da gelecek ümididir.
Son olarak ise tarkovsky’nin arap mutasavvıflardan etkilendiğini düşünmemin sebebi ibn-i arabi’nin sık sık kullandığı ayna metaforudur. Yönetmen bu filmde ayna metaforunu bence ibn-i arabi ile aynı anlamda kullanıyor.
(bkz: ibn-i arabi’nin ayna metaforu)
Dolunay’ın denizde yarattığı gel-git etkisinin bir türevi ruhumda yaşanmaktadır. Duygusal bir ruh haline soktuğu yetmezmiş gibi bir de uykumu kaçırır her seferinde dolunay. Fakat yine de Dolunay’ı sevmekten asla vazgeçemiyorum.
Cem Yılmaz'ın 18 Ekim tarihinde Kaçamak ve 2 Arada adı ile sinemalarda gösterime girecek yeni filmleridir. 60 Dakikalık birbirinden tamamen farklı hikayelere sahip iki orta metraj filmin iki perdede gösterilmesi şeklinde olacak; ki bu memlekette bir ilk sanırım. Esasında bu filmler şubat ayında çıkacaktı çekimleri geçen yazdan kasım ayına kadar sürmüştü fakat lanet tekel cinemaximum ve sinemacılar arasında yaşanan kim daha fazla para kazanacak kavgasından dolayı ertelenmişti. Yine aynı şekilde daha sonra da Emanet ve Deli filmleri çıkacak (umuyoruz)
Kaçamak
2 Arada
Kaçamak
2 Arada
son dönemde kazandığı ivmeyle dikkat çeken türkçe rap'İn emektar ismi patron'un yanıyorum hala, manzaralar ile seyreden hikayesini bitirdiği melankolik teklisi.
kısa filmi andıran klibinin yönetmen koltuğunda ise müşerref çakıroğlu oturuyor.
patron - benden bu kadar | youtube
patron - benden bu kadar | spotify
kısa filmi andıran klibinin yönetmen koltuğunda ise müşerref çakıroğlu oturuyor.
patron - benden bu kadar | youtube
patron - benden bu kadar | spotify
yaptığından pişman olduğun bir şey için karşındakinden bağışlanmayı istemek. hatayı anlamak, bunun için karşındakinden af dilemek tabii ki bir erdemdir. ama özür dileyen değil üzülen kişi sizseniz yaşanan üzüntüyü sadece hafifletiyor belki ama yok edemiyor.
argo diliyle doğal ve son derece akıcı olan insanın içindeki şiddet dürtüsünü ortaya koyan ve kötü dediğimiz insanlarla bir çeşit empati kurduran anthony burgess in yazdığı daha sonra stanley kubrick in filme uyarladığı kitap
İnsanı rahatlatır. Üzgünken, mutluyken ya da heyecanlıyken birine sarılma ihtiyacı duyumsarız bazen. Karşılıklı bir güven yaratır. Huzur verir aynı zamanda. Birde sarılıp uyumak vardır ki tadından yenmez. Sarılalım birbirimize. Hatta herkes cuddle buddy olsun bence. Çünkü sarılmak gerçekten büyük bir ihtiyaçtır.
“Bir bedeli var, çok büyük bir bedeli var.
Bir sözün veya bir dokunuşun.”
Yazdığımız her bir kelimenin, fısıldadığımız her bir sözcüğün ruhta yarattığı derin etkiler vardır. Kelimelerin etkisidir bu. Ve bize bir bedel ödetir bu etki. Aşk, nefret ya da öfke. Her biri aynı zamanda kelimelerin yarattığı etkidir. Bir adamın tek cümlesiyle bizi apansız bir tutkuya sürüklemesi gibidir bazı etkiler.
Bir sözün veya bir dokunuşun.”
Yazdığımız her bir kelimenin, fısıldadığımız her bir sözcüğün ruhta yarattığı derin etkiler vardır. Kelimelerin etkisidir bu. Ve bize bir bedel ödetir bu etki. Aşk, nefret ya da öfke. Her biri aynı zamanda kelimelerin yarattığı etkidir. Bir adamın tek cümlesiyle bizi apansız bir tutkuya sürüklemesi gibidir bazı etkiler.