tabiri caizse; yeraltı müzisyeni. tarif edilmesi zor bir ekolden geliyor.
bana göre altın çağını kendisine ''russkiy rock'' denilen dönemde, 1980'lerin sonunda yaşamıştır (kısmen1 1990larda da yankılanmıştır).
kino, ddt, chaif gibi gruplar ortaya çıktı.
yanka dyagileva, grazhdanskaya oborona gibi yeraltı meczupları zuhur etti. karşı-kültür diyorlar sanırım. yani ''kültür'' değil ama başka bir şeydi bunlar.
o dönem, zihniyet olarak biraz eskinin türkçe rapini andırıyordu. neticesinde; lokal, melankolik, nihilist, az biraz protest, bol metaforlu eserler veriyorlardı. ve evrenselleşmediler, ki gerek de yok zaten. halk müziği evrenselleşmez. son ''halk ozanları'' idiler.
kino, ddt, chaif gibi gruplar ortaya çıktı.
yanka dyagileva, grazhdanskaya oborona gibi yeraltı meczupları zuhur etti. karşı-kültür diyorlar sanırım. yani ''kültür'' değil ama başka bir şeydi bunlar.
o dönem, zihniyet olarak biraz eskinin türkçe rapini andırıyordu. neticesinde; lokal, melankolik, nihilist, az biraz protest, bol metaforlu eserler veriyorlardı. ve evrenselleşmediler, ki gerek de yok zaten. halk müziği evrenselleşmez. son ''halk ozanları'' idiler.
Dünyadaki mars olarak da bilinen kırmızı kaya yapısıyla büyüleyen doğal yaşamın da görülebileceği yıllık 100bin turist ağırlayan Sivasın güzide kayalıkları
Müthiş derecede herşeyi yapabileceğinizi düşünmeniz sağlayan his. Çevrenizde gazlamak için sen sivaslısın yaparsın diyebilir
Zıpkıncı herhangi bir hava kaynağı olmadan su üzerinde derin bir nefes alır, nefesini tutup su altına doğru dalışa başlar. Su altında yaptığı tüm aktivite su üzerinde aldığı tek nefese dayanmaktadır.
İngiltere de 1852 yılına kadar suçluları taşıyan eski gemilere verilen ad. Bir çeşit yüzen zindan demektir. Bataklıkların gerisine demir atarlarmış ki olur da kaçan olursa bekleyen daha korkunç bir son olduğunu bilsinler diye.
insan yaşar ve anlatır, bir süreden sonra da anlatmak için yaşar. Hayatın içindeyken yani yaşarken başımızdan gelip geçenler sıradan şeylerdir. Güzel bir yemek yemişsindir, güzel bir kadınla berabersindir, içindeki seyahat tutkusuyla ordan oraya gidersin, yeni şehirler yeni insanlar tanırsın. Kısaca yaşarsın ama bunda hiçbir olağanüstülük yoktur. Her şeyin sonuna geldiğinde yani yaşamak bir yerde mola verdiğinde içinde bir şeyler kıpraşıverir. Yaşananların unutulmaya başlanması seni başka insanlarla tanışmaya ya da tanıdıklarla bir arada olmaya iter. Anlatma ihtiyacı gelmiştir. Çünkü yaşamak bir yerde hatırlamaktır. Sonu gelmiş şeyleri başa sarmaya başlarsın ve yaşamak kendi döngüsünde uyuşuklaşmaya başlar. Yeni şeyler anlatmak için yaşamaya başlarsın bu seferde. Anlatının içindeki özne kendin olduğundan bir büyüme gelir. Bu yüzden büyüklüğünü göstermek için öyle sıradan anlatımlara başvuramazsın. Süslemelisin birçok şeyi. Mutsuzlukların anılarda güzel şeylere dönüşmesi bundandır.
Hikayenin sonu başladığı yerdir artık. Yaşadığı sonlar için anlatacak insan bulamayanlar ne yapar? işte tarihi başlatacağımız yer tam olarak burası oluyor. anılar, Şiirler öyküler, romanlar, müzik, mimari burada devreye girer. Sümerli ismi bilinmeyen o adam bir aşk şiiri nakşeder taşa. Krallar ben yaşadım diyebilmek için yaptıklarını anıtlaştırır. insan varolduğunu yani yaşadığını bildirmek için seslenir ta yüzyıllar ardından bile.
Yüzyıllar boyunca anlatmak, yaşamak hep üst zümrelere has olmuştur. Ancak birey değer kazanıp toplum arka plana atıldığında bu sefer insan kendi kişisel tarihini anlatmaya başladı. Gezdiği yerleri yazdı, gezmesi bittikten sonra ' ben değerliyim' diye her yerde anlattı ve günümüzde gösterdi. Günlükler, bloglar, reklamlar, diziler, filmler vs. unutulmaya mahkum insanın kurtuluş reçeteleri oldular. Mesela Rousseau 'yalnız gezenin düşlerini' yazdı. Yalnızlığın içinde kendini yaşadı ama yaşadığı ona yetmedi. Gezileri bittikten sonra anlatmaya başladı. 'Benim gibi bir adam geziyorsa sizin için çok değerlidir' demenin bir yoluydu bu.
Yaşamak ve anlatmak döngüsü insanın sondan başa doğru gitmesidir. Yani insanın kendini çok önemsemesidir. Yaşama, yaşadığına anlam kazandıran da bu anlatma güdüsüdür. Yaşadığını hissedebilmen için 'yaşamak değil' anlatmak gereklidir. insan bu yüzden de başka insanlara muhtaçtır.
Hikayenin sonu başladığı yerdir artık. Yaşadığı sonlar için anlatacak insan bulamayanlar ne yapar? işte tarihi başlatacağımız yer tam olarak burası oluyor. anılar, Şiirler öyküler, romanlar, müzik, mimari burada devreye girer. Sümerli ismi bilinmeyen o adam bir aşk şiiri nakşeder taşa. Krallar ben yaşadım diyebilmek için yaptıklarını anıtlaştırır. insan varolduğunu yani yaşadığını bildirmek için seslenir ta yüzyıllar ardından bile.
Yüzyıllar boyunca anlatmak, yaşamak hep üst zümrelere has olmuştur. Ancak birey değer kazanıp toplum arka plana atıldığında bu sefer insan kendi kişisel tarihini anlatmaya başladı. Gezdiği yerleri yazdı, gezmesi bittikten sonra ' ben değerliyim' diye her yerde anlattı ve günümüzde gösterdi. Günlükler, bloglar, reklamlar, diziler, filmler vs. unutulmaya mahkum insanın kurtuluş reçeteleri oldular. Mesela Rousseau 'yalnız gezenin düşlerini' yazdı. Yalnızlığın içinde kendini yaşadı ama yaşadığı ona yetmedi. Gezileri bittikten sonra anlatmaya başladı. 'Benim gibi bir adam geziyorsa sizin için çok değerlidir' demenin bir yoluydu bu.
Yaşamak ve anlatmak döngüsü insanın sondan başa doğru gitmesidir. Yani insanın kendini çok önemsemesidir. Yaşama, yaşadığına anlam kazandıran da bu anlatma güdüsüdür. Yaşadığını hissedebilmen için 'yaşamak değil' anlatmak gereklidir. insan bu yüzden de başka insanlara muhtaçtır.
Çobandede köprüsü; erzurumun Köprüköy ilçesinde bulunan Anadolu Selçuklu Devleti'nin mi yoksa İlhanlılar Devleti'nin mi yaptırdığı tam olarak bilinmeyen köprü. Köprü pasin suyu ile Aras nehri'nin birleştiği yerde kurulmuş. Köprü 7 kemerden oluşuyor ama bir tanesinin üzerinden yol geçmiştir. Bu yüzden şu an 6 kemerden ibarettir. doğu ekspresinin geçiş güzergahında yer alıyor köprü. Bu sebeple Erzurum'dan ağrı veya Kars'a gidiyorsanız köprüyü görmemek pek mümkün değil. Ama köprünün asıl keyfi gün doğumunda ve gün batımında yaşanıyor. O kesme taşlara vuran ışığın rengi ve köprünün nehir üzerindeki yansıması muhteşem bir seyirlik oluşturuyor.
Köprü üzerinde bir çok rivayet var. Bunların en meşhuru köprünün bir ayağında define olduğuna dair. Hatta yakın zamanlarda yapılan restorasyonun bile define aramak maksadıyla yapıldığı düşünülüyor. Çok şükür bulunduğuna dair bir inanç var ki köprüyü rahat bıraktılar.
Köprünün bir de efsanesi var hatta ismini bile bu efsaneden alır: zamanın beylerinden biri Aras nehri üzerinde bir köprü yaptırmak ister. Dönemin mimarlarını toplar ancak uzun uğraşlara rağmen köprünün ayaklarını bir türlü oturtamazlar. Günlerden bir gün dağ tarafından çoban kılıklı bir adam gelir mimarlara doğru yönelerek asasıyla 7 yeri işaretler ve gider. Tabiki mimarlar adamla dalga geçerler. Sonra alay etmek maksatlı olayı beye anlatırlar. Bey o gelenin hızır olabileceğini söyler ve onun gösterdiği yere köprünün yapılmasını emreder. O çoban kılığındaki Hızır'ın gösterdiği 7 yere köprünün ayaklarını oturturlar. Böylece onun anısına da köprünün adına çobandede köprüsü koyarlar.
Çobandede köprüsü 2000'li yılların başına kadar kullanımdaydı. Sonradan 50 metre ötesine köprü yapılınca kullanıma kapatıldı.
Köprü üzerinde bir çok rivayet var. Bunların en meşhuru köprünün bir ayağında define olduğuna dair. Hatta yakın zamanlarda yapılan restorasyonun bile define aramak maksadıyla yapıldığı düşünülüyor. Çok şükür bulunduğuna dair bir inanç var ki köprüyü rahat bıraktılar.
Köprünün bir de efsanesi var hatta ismini bile bu efsaneden alır: zamanın beylerinden biri Aras nehri üzerinde bir köprü yaptırmak ister. Dönemin mimarlarını toplar ancak uzun uğraşlara rağmen köprünün ayaklarını bir türlü oturtamazlar. Günlerden bir gün dağ tarafından çoban kılıklı bir adam gelir mimarlara doğru yönelerek asasıyla 7 yeri işaretler ve gider. Tabiki mimarlar adamla dalga geçerler. Sonra alay etmek maksatlı olayı beye anlatırlar. Bey o gelenin hızır olabileceğini söyler ve onun gösterdiği yere köprünün yapılmasını emreder. O çoban kılığındaki Hızır'ın gösterdiği 7 yere köprünün ayaklarını oturturlar. Böylece onun anısına da köprünün adına çobandede köprüsü koyarlar.
Çobandede köprüsü 2000'li yılların başına kadar kullanımdaydı. Sonradan 50 metre ötesine köprü yapılınca kullanıma kapatıldı.
arkadaşıma bir hediye vermek istedim ve tema vakfına onun adına fidan bağışı yaptım ona mail olarak sertifika gitmesi için tüm bilgileri girdim ve 1 iş gününde teslim edilir ibaresi vardı ancak 3 gun geçmesine rağmen mailden eser yok sertifikayı hiç göndermeyebilirler bile ki zaten bir anlamı kalmadı fidanlar gerçekten dikiliyor mu bence o bile şüpheli yani dostlar kendi fidanımızı kendimiz dikelim
“Ayakta durma konusunda eğlenceli beceriksizlik hali.”