#tüm nes başlıkları
1938 yılında, ismet inönü yönetiminin milli eğitim bakanı hasan Âli yücel ve ilköğretim genel müdürü ismail hakkı tonguç tarafından, köylerdeki ilk okullardan mezun zeki çocukları köy okullarında öğretmen olarak yetiştirmek amacıyla kuruldu. adnan menderes'in demokrat partisi tarafından 1946 yılında kapatılıncaya kadar binlerce başarılı insan yetiştirdi.
kapatılması bu ülkeye yapılmış en büyük ihanettir. bugün dinlediğim bir başarı öyküsü ile yine yeni yeniden bunu hatırlattı bana. köy enstitüleri kapatılmasaydı ne olurdu?
1936 yılında denizli'de çobanlık yapan hüseyin yılmaz piknik yapan öğretmenlerle karşılaşır ve sohbet ederler. öğretmenler çocuğun çok zeki olduğunu fark eder ve eğitim alabilmesi için elbirliği yaparlar. daha okuma-yazması bile olmayan bu çocuk açık öğretim sistemiyle liseyi bitirir ve istanbul teknik üniversitesi fizik bölümünü kazanır. 4 yıl okul, 1 yıl yüksek lisans derken temel seviyede bilimsel araştırmalar yapması beklenirken einstein'ın kütleçekim teorisinde bir hata saptadığını hocalarıyla paylaşır ancak sorularına cevap verebilecek birileri çıkmaz. profösürleri bu sorulara cevap alabileceklerini düşündükleri massachusetts institute of technology (mit) ile irtibata geçerler. e tabii bu seviyede sorular dikkat çekmez mi? çekmiş. hemen amerika'ya davet edilmiş ve gidiş o gidiş... bundan sonraki bütün hikaye amerika'da...
gittiğinde ingilizcesi yok. bu bir süre sorun olsa da bir süre sonra aşılıyor. çalışmalarında o kadar hızlı yol alıyor ki normal şartlarda birkaç yıl sürecek bir tezi kısa sürede tamamlayınca hile olduğu sanılmasın diye bir süre bekletilip sonra doktorasını veriyorlar. bir süre einstein'la birlikte çalışıyor. profösör hüseyin yılmaz taaa 1962 yılında bir teknoloji şirketinde yaptığı çalışmalarla bilgisayarların sesli komutla çalışmasının temellerini atmış. 2013 yılında amerika'da vefat etmiş.
köy enstitüleri kapatılmasaydı bize de bu başarıları okuyup "vay be ne insanlarımız varmış" diye arkalarından ah çekmek düşmezdi belki...
(bkz: amerika'ya kaptırdığımız dehalar)
kapatılması bu ülkeye yapılmış en büyük ihanettir. bugün dinlediğim bir başarı öyküsü ile yine yeni yeniden bunu hatırlattı bana. köy enstitüleri kapatılmasaydı ne olurdu?
1936 yılında denizli'de çobanlık yapan hüseyin yılmaz piknik yapan öğretmenlerle karşılaşır ve sohbet ederler. öğretmenler çocuğun çok zeki olduğunu fark eder ve eğitim alabilmesi için elbirliği yaparlar. daha okuma-yazması bile olmayan bu çocuk açık öğretim sistemiyle liseyi bitirir ve istanbul teknik üniversitesi fizik bölümünü kazanır. 4 yıl okul, 1 yıl yüksek lisans derken temel seviyede bilimsel araştırmalar yapması beklenirken einstein'ın kütleçekim teorisinde bir hata saptadığını hocalarıyla paylaşır ancak sorularına cevap verebilecek birileri çıkmaz. profösürleri bu sorulara cevap alabileceklerini düşündükleri massachusetts institute of technology (mit) ile irtibata geçerler. e tabii bu seviyede sorular dikkat çekmez mi? çekmiş. hemen amerika'ya davet edilmiş ve gidiş o gidiş... bundan sonraki bütün hikaye amerika'da...
gittiğinde ingilizcesi yok. bu bir süre sorun olsa da bir süre sonra aşılıyor. çalışmalarında o kadar hızlı yol alıyor ki normal şartlarda birkaç yıl sürecek bir tezi kısa sürede tamamlayınca hile olduğu sanılmasın diye bir süre bekletilip sonra doktorasını veriyorlar. bir süre einstein'la birlikte çalışıyor. profösör hüseyin yılmaz taaa 1962 yılında bir teknoloji şirketinde yaptığı çalışmalarla bilgisayarların sesli komutla çalışmasının temellerini atmış. 2013 yılında amerika'da vefat etmiş.
köy enstitüleri kapatılmasaydı bize de bu başarıları okuyup "vay be ne insanlarımız varmış" diye arkalarından ah çekmek düşmezdi belki...
(bkz: amerika'ya kaptırdığımız dehalar)
elektrik şirketlerinin temsil, ağırlama ve seyahat giderlerinin yanı sıra şirketlerin yapacağı haberleşme, seyahat ve konaklama harcamaları ile personel yollukları, odalara ödedikleri aidatlar ve büro harcamaları da artık elektrik faturalarımıza yansıtılacak.
yok artık bu kadar da olmaz dediğim olaydır. yabancı menşeili bir şirket araplara satmak için füze rampası üretiyor fakat satamıyor. sonra bu füze rampalarını itfaiye aracına çevirerek ibb itfaiyesi'ne satıyor (2004). tanesi 1,1 milyon euro ve tam 90 adet! araçlar o kadar büyük ki dar sokaklarda kullanılamıyor ve pek çok itfaiye merkezine sığmıyor bile...
mansur yavaş'ın açıkladığı (bkz: melih gökçek)'in yaptığı batık projelere harcadığı rakamlar:
Ankapark: 5.8 milyar lira
Kapılar: 95.3 milyon lira
Gökkuşağı projesi: 20 milyon lira
Samanyolu projesi: 19.5 milyon lira
Kedi heykelleri: 1 milyon lira
Robot heykeli: 326 bin lira
Metal robot heykel: 2.1 milyon lira
Hayvan heykelleri: 17.2 milyon lira
Futbolcu heykelleri: 679 bin lira
Işıklı palmiye: 398 bin lira
1996 adet heykel: 25.4 milyon lira
Kol saati heykeli: 1.5 milyon lira
Heykel, saat ve plastik kent mobilya ve kapılar: 1.3 milyar lira
Ankapark: 5.8 milyar lira
Kapılar: 95.3 milyon lira
Gökkuşağı projesi: 20 milyon lira
Samanyolu projesi: 19.5 milyon lira
Kedi heykelleri: 1 milyon lira
Robot heykeli: 326 bin lira
Metal robot heykel: 2.1 milyon lira
Hayvan heykelleri: 17.2 milyon lira
Futbolcu heykelleri: 679 bin lira
Işıklı palmiye: 398 bin lira
1996 adet heykel: 25.4 milyon lira
Kol saati heykeli: 1.5 milyon lira
Heykel, saat ve plastik kent mobilya ve kapılar: 1.3 milyar lira
dinlenmesi gereken şu konuşmadır.
aslı bozuk deme
önyargılarla yaşamayan insanların daha güzel olduğunu bana hatırlattı. belirli kalıplara sığmak zorunda olmamak, birileri ne der diye yaşamamak güzel şey. spotify listelerinin en büyük geyiği de şu çerçevede dönmüyor mu: "listemi açıklarsam benden soğursun" * niye soğuyalım yahu*
çok yönlü, kendiyle ve çevresiyle barışık, egosuz insanları seviyorum.
önyargılarla yaşamayan insanların daha güzel olduğunu bana hatırlattı. belirli kalıplara sığmak zorunda olmamak, birileri ne der diye yaşamamak güzel şey. spotify listelerinin en büyük geyiği de şu çerçevede dönmüyor mu: "listemi açıklarsam benden soğursun" * niye soğuyalım yahu*
çok yönlü, kendiyle ve çevresiyle barışık, egosuz insanları seviyorum.
balıkesir'in edremit ilçesine bağlı bir tatil beldesi. termal suyu olması nedeniyle çevresinde termal oteller çok var. denizi güzel, altınoluk, assos gibi merkezlere yakın.
annelerin bebeklerini uyutmak için söyledikleri huzur veren şarkı. uzun yıllar sonra bir kamu spotunda duyarak şaşırdığım ve çok sevdiğim fahir atakoğlu bestesi bir ninninin sezen aksu tarafından yazılan sözleri şöyle:
uyu da büyü bebeğim, bebeğim
ben sana hep ninniler söyleyim
elemsiz yürü de geç bu dünya seferinden
allahım korusun yer yüzünü kederinden
kalbinden başkasına uyma,
kimseyi üzmeye kıyma.
kalbinden başkasına uyma,
hayat seni buna zorlasa da.
hayat seni buna zorlasa da.
ninni
uyu da büyü bebeğim, bebeğim
ben sana hep ninniler söyleyim
elemsiz yürü de geç bu dünya seferinden
allahım korusun yer yüzünü kederinden
kalbinden başkasına uyma,
kimseyi üzmeye kıyma.
kalbinden başkasına uyma,
hayat seni buna zorlasa da.
hayat seni buna zorlasa da.
ninni
bir tür fransız içkisi. anason temelli ve aynı rakıdaki gibi alkol oranı %40 seviyelerinde olduğu için fransız rakısı olarak da adlandırılıyor.
ilk kez floransa'nın ünlü ailelerinden birinin ufak tefek görünen kızlarına düğününde giymesi için leonardo da vinci tarafından tasarlamış. tabii sonra çok beğenilerek taklit edilmeye başlanmış. pek çok kadının vazgeçilmez aksesuarı. rahat ayakkabı yoktur, güzel ayakkabı vardır tabiri topuklu ayakkabılar için söylenmiştir. evet, rahat olanı pek yoktur. son yıllarda çok tercih edilen sneakerlar kadınların kurtarıcısı olsa da topuklu ayakkabıların tahtını sarsabileceğini sanmam. ben ruh halime göre kendimi hangisiyle daha iyi hissedeceksem onu giyiyorum.