#tüm hayati-3-fps-ile-goren-adam entry'leri

öğrenmeden ölürsem gözümün açık gideceğine emin olduğum tek şey olabilir. özellikle dilin fonetiği kulakta çok güzel bir haz bırakmakta diye düşünüyorum. tabi ki son dönemlerde patlayan ispanyolca şarkı furyasının da çok büyük bir etkisi söz konusu.
bir yakın dönem tesla'sı mı yoksa bir teknoloji simsarı mı olduğu ilerleyen dönemlerde ortaya çıkacacağını düşündüğüm kişi. çok çılgın projeleri var, üzerine oturup saatlerce tartışılabilir. ancak facebook'la birlikte ortaya attıkları, tüm dünyaya ücretsiz internet sağlamayı düşündükleri projeleri ile dünyanın gidişatını büyük ölçüde değiştirebilecek adamlardan birisi. Ki zaten bu proje üzerine durulduğunda "yakın dönem tesla'sı" kalıbından bir nebze uzaklaştığını düşünüyorum.
estonya - kurutulmuş iri geyik eti
gürcistan - khachapuri
çekya - trdelnik
hollanda - waffle
olarak sıralayabileceğim yurt dışında yediğim ve aklımda kalan yemekleri içeren liste.
izmir'e ilk ve son gidişim 2015 zeytinli rock festivali'nden otostop ile dönerken gerçekleşti. Zaten yolun henüz başlangıcından bir çileye dönen ve 12 saat sonrasında sadece balıkesir'den izmir'e kadar gelebilmem ile sonuçlanan bu yolculuk izmir'e iner inmez çilesini ikiye katladı. izmir'e indiğimde cüzdanımdaki parayı düşürdüğümü fark ettim. sonrasında o zamanlar daha yeni yeni hayatına başlayan foodrail grubuna "arkadaşlar yanımda hiç param yok, izmirdeyim kordonda oturuyorum aşırı yorgunum birisi bana su getirebilir mi?" konulu postumu yolladım. sonrasında gruptan tanıdığım bir arkadaşım - çok sağ olsun - alsancak'ta kuzeninin çalıştığı bara gitmemi ve orada oturup istediğim kadar vakit geçirip, istediğimi tüketebileceğimi söyledi.

Buraya kadar her şey son derece iyi ilerliyordu ki, couchrail'den bulduğum bana evini açacak olan arkadaş son saniyelere yakın yan çizince - ki onun da canı sağ olsun, hayatta böyle şeyler olabiliyor. - kordonda uyumak zorunda kaldım. hava güzeldi, karşımda kordon, üstüme de geçirmişim tulumumu keyifli keyifli oturuyorum. bir ara yorgunluktan bayılmış olacağım ki, uyandığımda fıskiyeler tarafından ıslatılmakla meşguldum. izmir'de kırık fıskiyeden şikayetçi bir başkan varsa sebebi benim. (bkz: şaka şaka)

tulumun sırılsıklam olmuşluğuyla birlikte tir tir titreyerek metro istasyonuna indim. saat gece 2 -3 arasıydı. metro istasyonunun kepenklerini indirdiklerini fark edip yürüyen merdivenin makine dairesinin yanına sıcak olur umuduyla kıvrıldım. her şey yine gayet güzel ilerliyordu, az da olsa ısınmış ve konfor sıcaklığıma erişip uykuya dalmıştım.

sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, saat tahmini 6 - 6 buçuk gibi çok sevgili güvenlik görevlisinin sırtıma vurduğu 3 orta sertlikteki tekmeyle uyandım.

güvenlik görevlisi(gg): - kalk git evinde yat.
ben: - abi evim olsa neden burada yatayım düzgün bir şekilde uyandırsana neden tekmeliyorsun?
gg: - evin yoksa izmir'de ne b.k işin var?
ben: - arkadaşımda kalacaktım işi çıktı kordonda uyumak zorunda kaldım sırılsıklam oldum...

diye dert anlatmaya çalışırken adamın ettiği küfürle tekrar büyük bir şaşkınlığa uğrayarak tekrar kime laf anlattığımı düşünmeye başladım. ve o an izmir'den uzaklaşmam ve ihtiyacım olmadığı sürece tekrar oraya uğramamam gerektiğini farkettim.

(bkz: bu da böyle bir anımdı)
(bkz: overrated) gördüğüm ve aslında tamamiyle uğrunda istediği yolda değil, b.k yolunda ölen Christopher McCandless'ın hayat hikayesini anlatan filmdir. Ancak müziklerine diyecek tek bir sözüm dahi yok.

(bkz: o son böğürtleni yemeyecektik)
2016 yazındaki Kuşadası Gençlik Festivaline katıldım. Antalya'dan Kuşadası'na kadar tek araçla gittiğimiz kamp yolculuğumuz harika başlamıştı. Kamp alanında önceden sözleştiğimiz arkadaşlarımızla buluşup içeriye girdik. Her şey çok güzel gidiyordu, deniz, konser, alkol, eğlence, şamata...

2. gün sabahına da çok güzel bir şekilde uyandık, kahvaltımızı yaptık, gündüz biramızı içtik, o heyecanla beklediğimiz MFÖ konserine kadar denizimize girdik.

Ve artık akşam olmuştu. Konser saatleri gelmiş çatmış hatta sıra ana grup olan MFÖ'nün bir altında çıkan Pilli Bebek'e gelmişti. Pilli Bebek sahneye çıktığında bir kız arkadaşımızın elinde telefonla ortalığa "Darbe olmuş arkadaşlar bir bilginiz var mı? Ankara'da jetler uçuyormuş, İstanbul'da köprüyü falan kapatmışlar." haberini yaydığını gördük. İlk başta dalga geçiyorlardır diye çok ciddiye almadık kendisini ancak sonra içimize düşen kurtla birlikte, internetlerimizin de el verdiği kadarıyla konuyu araştırmaya başladık ve darbe bildirgesi denen o saçma sapan şeyle karşılaştık. Herkes ailesine ulaşmaya çalıştı, kamp alanında bırakılıp giden çadırların, ekipmanların haddi hesabı yoktu. Tabi ki yağmacılar da tam bu esnada piyasa çıktı. Saçma sapan bir hengame bir koşuşturma arasında MFÖ sahneye çıktı, şarkılarını söyledi, sahneden indi.

Ha biz mi? Bir kaç kendini bilmezin kıydığı yüzlerce can sonrasında ne MFÖ'yü dinleyemediğimize üzülebildik ne de festivalden erken dönmek zorunda kalışımıza...