#tüm diary entry'leri

an itibariyle nemin %63 olduğu memleket. %91'leri gördüğü de oluyor.
klima bozuk olunca hele, hiç çekilmiyor. neyse ki bu yaz, eskilere kıyasla fazla sıcak geçmiyor.
amcam yaşında bir kişi.
kamera karşısında fak falan yapıyor, gangstalık taslıyor falan
(bkz: cringe)
bu gibi tipler karşısında almanya'da neonazizmin hotlamasına şaşılmamalı.
ajdar'a diss atmakla aklımda kalan, eksik etek denen '90 kuşağının ergen marşının da yaratıcısı olan, kötü rapçi.
benim için dj akman neyse norm ender de o'dur.
hatta, kötü kişileri, yeni nesil kanser rapçileri vb saçmasalak sanatçıları kötüleyerek prim yapan kötü vasat biri de diyebiliriz.
kendini bir şey sanıyor.
hkıvılcımlı

“Küçük Kişi Mülkiyeti”, esnafı ve köylüyü verimsiz küçük üretim cenderesinde kısır çabalarla boğuyor; aynı küçük özel mülkiyet aydını ve gözeticiyi haksız sömürüye bekçi köpeği yaparak insan haysiyetine aykırı vicdan işkencesi ile yozlaştırıyor.

Ne var ki bu zavallı sosyal tabakalar sırf o küçük mülkiyetlerinin kölesi oldukları için, durumlarını bilince çıkarmakta güçlük çekerler.

küçük mülk sahipleri, zaman zaman o toplumu batıracak hale gelmiş büyük özel mülkiyeti körü körüne savunmak felaketinden bir türlü kurtulamazlar.
onun için geçmiş tarihin yadigârı ve modern güdümün yadigârı olan sosyal tabakaların topuna birden “küçükburjuva” tabakaları denilmektedir.
küçükburjuva tabakaları, “Küçük” oldukları için maddece ve manaca ezilip sömürüldüklerine göre, İşçi Sınıfı’na yakındırlar. Aynı tabakalar “Burjuva”, yani “özel mülkiyet” denilen ismi var cismi yok tabu ile çarpılmış bulundukları için, İşveren sınıfının zafer arabasına bağlı kalırlar. Bir yandan bağımsız hiçbir düşünce ve davranışa sahip olamazlar. en saçma uyduruklara inanır ve aldanırlar. Öte yandan, anarşiye dek “bağımsız” görünmek karasevdasından kurtulamazlar. Hiçbir kolektif aksiyonu ölüm dirim ölçüsünde benimsemeyen Küçükburjuvalar, kendisini beğenmiş ukalalık illeti ile inmeli olurlar.

modern büyük toprak ve mülk sahipleri sınıfı en klasik biçimiyle İngiltere’de doğdu. Bunlara “Tüccarlaşmış Lordlar” denildi.
mülkiyetinde tuttuğu toprağı, işveren kapitalist çiftçilere kiralayıp irat alır.
bu sınıfa batı kapitalizm düzeninde en geçer adıyla “propriétaire foncier” (büyük arazi ve emlak sahipleri) denir.
Onun için Marks, kapitalist toplumda bir değil, iki hâkim sınıf sayar:
`1) İşveren sınıfı (Burjuvazi),
2) Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri Sınıfı`…
Böylece, Modern toplumda Marksizm, gelirlerine göre üç sınıf ayırmış olur:
1- İşveren Sınıfı: Kâr alan sınıftır.
2- Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri Sınıfı: Rant (İrat) alan sınıftır.
3- İşçi Sınıfı: Gündelik (Ücret) alan sınıftır.
Marks’ın Modern sosyal sınıfları böyle üçe bölüşü sebepsiz değildir. Her üç sınıf da modern üretimin sağladığı milli gelirden kendi payına düşen bölümünü alarak yaşar.


İşveren sınıfı devrimci kaldığı günlerde az çok bir çeşit burjuvalaşmış bulunan Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri Sınıfı ile çok ilginç ilişkiler sağladı. “Büyük Fransız İhtilali” denilen şey Fransa’da resmen başarı kazanırken: sonradan ihaneti görülüp asılacak olan Kralın ister istemez katlandığı bir şey oldu. Görünüşte sosyal devrime Kral Zoraki Patronluk etti. Anadolu türküsünde “Hem giderim hem ağlarım!” diyen gelin gibi, krallık, tiksintilerine ve isyanlarına rağmen, ansızın İşveren sınıfının yörüngesine oturdu.
Bu akıl almaz çelişkinin nedeni açıktı. Krallığın temel direkleri sayılanlar Dünyacıl Derebeyler idi. Dünyacıl Derebeyler kralın topladığı Etajenero’da5 (Genel Tabakalar Meclisi’nde) birden burjuvalarla birlik oluverdi. “Elma Oyunu” (Jö dö Pom)6 salonunda, kral sözcüsü Milletvekillerini dışarı atmak istediği zaman: “Bizi buradan ancak süngü kuvveti çıkarır” çığlığını Danton atmıştır. Danton, hem Millet Meclisi içinde kralın casusu idi, hem de kralı sehpaya götüren kararlara karşı koymamış Dünyacıl Derebeyler sınıfındandı.
Fransız aristokrasisi neden bu oyunu destekledi?
İşveren sınıfı gelişen üretimdeki başarısından güç almış pratik kurnazlardandı. dünyacıl derebeylerini kendi safına çekmek için, dincil derebeylerin yani kilisenin geniş topraklarını onlara yem gibi göstermişti. Fransız kapitalist ihtilalının düşünce doruklarına, aristokrat salonlarının ve yuvalarının barınak yapılması bundan ileri gelmişti. Burjuvazi iktidara gelinceye kadar Aristokrasiye göz kırpmıştı.
İşveren sınıfı iktidara gelir gelmez, karşısında en az kendisi kadar Modern olan bir sosyal sınıf buldu. Bu sınıf, bütün fransız ihtilalının motoru olan ve tüm halk yığınlarının en başında gelen işçi sınıfı idi. İşçi Sınıfı açık bir zıt kutup olarak işveren sınıfının karşısına çıktı. bu yüzden toplumda işveren iktidarının kökleri sallandı. bunu sezen işveren sınıfı kendisine halk dışında, halka karşı omuzdaşlar aradı.

Kapitalist devriminden önce burjuvalar memlekette derebeyi parçalanışını önlemek için, derebeylere karşı krallığı destekleyip “ulusal birliği” sağladılar. zamanla derebeylerin iktidar güçleri kalmayınca, müstebit [zorba] krallığa karşı aristokratları tarafsızlaştırarak tierseta ile saldırıya geçtiler. Şimdi Tierseta içinden İşçi Sınıfı işveren sınıfına karşı çıkınca, kapitalistler yeniden aristokratlara başvurdular. Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri Sınıfı ile birleşerek, halka karşı Kapitalist Düzeni’ni korumaya giriştiler. Şimdi Tierseta içinden İşçi sınıfı işveren sınıfına karşı çıkınca, kapitalistler yeniden aristokratlara başvurdular. büyük toprak ve mülk sahipleri sınıfı ile birleşerek, halka karşı Kapitalist Düzeni’ni korumaya giriştiler.

İşveren ve toprak ağaları arasındaki bu danışıklı dövüş yüzyıllar boyu Batı medeniyetinin “Parlamentarizm” havasını yarattı.

`İşveren Sınıfı bir yanda kendi iktidarını İşçi Sınıfına karşı korumak için Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri Sınıfı ile uzlaştı, öte yanda Büyük Toprak ve Mülk Sahiplerine elini verince kolunu da geri alamadığını gördü. Ve bu ürküntüyle, yeniden halka başvurarak kanlı sıçramalar ve zikzaklar yaptı.
Bu mekanizma yüzünden, Modern kapitalist toplumun tepesinde her şeye egemen olan bir değil iki sosyal sınıf türedi:`
1- İşveren Sınıfı,
2- Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri Sınıfı.
Böylece antika tarihin derebeyi sınıfı, tepesi taklak getirilerek, o çağdan modern topluma yadigâr kalmış büyük toprak ve mülk sahipleri sınıfı biçimine girdi. Ekonomik, sosyal ve politik biçim değiştirmelerine uğradı. Ama bir Kadîm Sosyal Tabaka olarak kendi ölümüyle baş başa bırakılmadı. işveren sınıfının sömürdüğü artıdeğerden rant çekerek pay aldı.
Modern üretimde hiçbir rolü olmayan (örneğin kapitalist gibi girişkenlik göstermeyen) Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri Sınıfı, sırf Kapitalizme destek olduğu için ortada kaldı. Ne topluma, ne ekonomiye hiçbir görevle bağlı olmadığı halde, Kapitalizmin ayakta durmasını sağlayarak, İşveren sınıfı ile Parlamentolarda yalancı pehlivan güreşleri yaparak, kılıcının hakkı olan İradını çekti. toplumu o iradın üretime yatırılmasıyla sağlanabilecek bir gelişimden yoksul bıraktı. kapitalizmi gereğinden fazla gerici ve tekniğe engel bir sistem haline getirdi.
20’nci Yüzyıl ile birlikte Kapitalizm tersine döndü. Serbest Rekabetçi sermaye, Şirketlerin Tekelci sermayesi kılığına girdi. bu tekelci sermaye, kendi ülkesinin pazarında bile artık bütün işveren zümreleri ile ortaklaşa sömürü yapmakla yetinemedi. yalnız işveren sınıfının ve büyük toprak ve mülk sahipleri sınıfının içlerinden en kodaman zümreleri’ni seçti. ekonomik, sosyal ve politik tekelciliği son haddine vardırarak, o zümreleri birbirine kaynaştırdı. işveren ve büyük toprak ve mülk sahipleri sınıfları içindeki: en kodaman, en gerici, en tutucu, en tekelci, en kozmopolit zümreleri Banka kubbeleri altında birbirine kaynaştırarak, bugünkü Finans-Kapital zümresini yarattı. 19’uncu Yüzyılda Serbest Rekabetle birbirine çatan bir İşveren Sınıfı, bir de Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri Sınıfı vardı. Bugün öyle sınırları keskince belirli iki egemen sosyal sınıf aramak boşuna olur. Emperyalizm çağında bir tek ülkenin bile Egemen Sosyal Sınıf adını almaya elverişli bir sınıfı kalmamıştır. Evren ölçüsünde biricik Dünya ekonomisi ve Dünya pazarı biçimlenmiştir. Onun gibi ve ona paralel olarak, bütün ülkelerin egemen zümrelerini kendi kozmopolit bağları içine almış, hepsini birbirine kaynaştırmış biricik Evren Finans-Kapitali vardır. Bu Evren Finans-Kapitali bir Sosyal Sınıf bile olmaktan çıkmıştır. İki sosyal sınıfın (yani, İşveren Sınıfı ile Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri Sınıfının) çeşitli Zümreleri içinden seçilmiş En Kodamanları’nın kurdukları bir, söz yerinde ise, Evren Tarikatı vardır. Bu Finans-Kapital tarikatı, Emperyalizmin Gizli Faaliyet yapan suçlu ve kanun dışı Diktası’dır.`

İşçi Sınıfının içinde nasıl kaba işçi, orta işçi, uzman işçi ve vb. zümreleri varsa; işveren sınıfının da tıpkı öyle birçok zümreleri, Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri Sınıfının da birçok tabakaları vardır.

19’uncu Yüzyıldaki anlamıyla ekonomik, sosyal ve politik alanlarda gerçekten egemen sayılabilecek ayrı bir İşveren Sınıfı ve gene ayrı bir Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri Sınıfı kalmamıştır. Her iki sınıfın içinden evren bankacılığı ve şirketleriyle en iyi kaynaşabilmiş, bektaşi sırrından beter gizlilikte çalışan bir oligarşi her şeyin üstündedir. Bu finans-kapital oligarşisi her zaman kaçak güreşir ve yakayı ele vermemek için, yazılı olmayan zımni anlaşmalarla iç içe girmiştir.
Bu şartlar altında, Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri dediğimiz insan kümesi, Antika çağ yadigârı olduğu için, bir Sosyal Tabaka mıdır? Yoksa Modern üretimle dolaylıca ilgili olarak İrat aldığına göre, bir Sosyal Sınıf mıdır?
Bu soruya şimdi artık pek yer kalmamıştır. Her ülkenin büyük toprak ve mülk sahipleri tabakaları içinden en hinoğluhin olan kodaman toprak beyleri evren bankacılığının gizli casus ve haydut şebekeler içine katılmışlardır. Böyle bir uluslararası çetenin, yeryüzünde şu veya bu ülkede ayrı bir sınıf veya tabaka oluşu üzerinde durmağa değmez. finans-kapital tüm dünyayı ahtapot kollarıyla sarmıştır. onun yabancı kumpaslara ve dalaverelere yataklık eden her memleketteki birer avuç omuzdaşları: oligarşi’dir (azlığın egemen güdücülüğüdür).

doğu’nun, batı’dan geri kalışı antika medeniyete çok ileri derecede ve çok erkenden girmiş olmasına bağlıdır. o yüzden, barbar “batı” ulusları, modern kapitalizme “doğu”lulardan önce ve kolayca girebilmişlerdir. eski büyük medeniyetlerin insanları olan “doğu” ulusları ise, kendilerini taşlaştıran tefeci-bezirgân medeniyet ilişkileri dolayısıyla, yerlerinde sayıp donakalmışlardır.

“Doğu” adını verdiği, bugün “Geri Kalmış Ülkeler” damgasını vurduğu yerleri ve ulusları sağmal inek sürüleri gibi sömürdü. Yüzyıllardan beri sürüp gelen kapitalist sömürüsü, bütün dünyanın kapitalist olmayan eski medeniyet’lerini ve eski “kültür”lerini acımak nedir, utanmak nedir bilmeksizin talan etti. Bu çapulculuk sayesinde, Batı Kapitalizminin anavatanları (metropolleri) dışında kalmış bulunan dünya hiçbir zaman doğru dürüst “namuslu” bir kapitalizme kavuşamadı. gelişemeyip geri kaldı.
kapitalist metropoller dışında kalmış ülkelerin türedi kapitalistleri, batı kapitalizminin 19’uncu yüzyılda komprador’u, 20’nci yüzyılda doğrudan doğruya ortağı oldu. Geri ülke kapitalistleri yabancı sermayenin ajanı durumunda kalmaktan hiçbir zaman kurtulamadı.
İş o kadarla da bitmedi. Geri ülkelerde yabancı çıkarlara kul köle olmuş kiralık ve satılık bir cılız işveren sınıfı, “kendisi muhtacı himmet bir dede” idi. kendi ülkesine sahip çıkamıyordu. kendi toplumundaki sosyal sınıflara ve tabakalara karşı gereği gibi bağımsız bir düşünce ve davranış önderi olamıyordu.
geri ülkenin yerli türedi işveren sınıfı, her zaman katlandığı yabancı ajanlığı yüzünden, yabancı sermayenin istemediği bir işi kendi toprağında gerçekleştiremedi. yabancı sermaye geri ülkelerde gürbüz (prosper) bir sanayi isteyemezdi: kendisine rakip yetiştiremezdi. Rakip olacak her kapitalist gelişimi türlü yollardan baltalayacaktı. Üstelik bu işin “baltacılığı”nı yerli geri ülke burjuvalarına yaptırdı. Sonuç olarak, geri ülke ile kapitalist ileri ülke arasındaki mesafe her gün biraz daha açıldı. batı kapitalizminin doğarken batı’da gösterdiği ekonomik ve sosyal dinamizmi, geri ülkelerin işveren sınıfları gösteremedi. Kendisi “İşveren” değil, yabancı sermayeden “İş Alan” bir çeşit taşeron durumuna girdi.

Böyle bir durumun gerekleri kendiliğinden ortaya çıktı. 19’uncu yüzyılda beliren geri ülkedeki komprador burjuvazi, o ülkede tarihin yadigârı olan derebeyi artığı tefeci-bezirgân sermayeyle bir ulusal sermaye gibi zıtlığa düşmedi. Batı’da Modern kapitalizm doğar doğmaz Tefeci-Bezirgân Sermayeyi yendi. Geri ülkede modern kapitalizmin bir ajanı olan komprador burjuvazi, yerli Tefeci-Bezirgân Sermaye ile yan yana yaşadı. birkaç büyük ve kozmopolit şehirde yabancı sermayenin ajanlığını yapan komprador burjuvazi: bir vücudun bağırsağında geçinen asalak solucanlar gibi, kendi ülkesinin toprağına ve insanına yabancı kaldı, yukarıdan baktı. Komprador burjuvazi zeytinyağı gibi üstte yüzdü. Öteki derebeyi artığı tefeci-bezirgân sermaye sınıfı su gibi altta kaldı.

yüzden 19’uncu yüzyıl boyu Komprador burjuvazi Ulusal bir güç olamadığı gibi, geri ülkenin Antika ve Ortaçağlardan artakalmış tefeci-bezirgân ve derebeylik tabakalarını ne ortadan kaldırabildi ve ne de kendi yörüngesine oturtup değişikliğe uğratabildi.Örneğin İngiltere’de olduğu gibi, Derebeyi artığı Tefeci-Bezirgânlar bir türlü “lordlaştırılamadılar”. Komprador burjuvazinin böyle bir sosyal değişikliği yapacak ekonomik gücü olmadığı gibi, sosyal ve politik olanağı da yoktu.
parlamentarizm bilindiği gibi kapitalist sınıfı ile büyük toprak ve mülk sahipleri sınıfı arasında geçen pazarlık düzenidir. Bu düzende iki egemen sınıfın bütün zümreleri bir çeşit borsacılık yaparlar. Buna klasik adıyla burjuva demokrasisi denir.
Geri ülkelerde hiçbir zaman öyle klasik bir Parlamentarizm işleyemedi. Burjuva demokrasisi normal bir parlamento çerçevesi içinde iyi kötü pazarlıklara girişip uyuşmakla büyük problemlere az çok çözüm yolları bulamadı. O nedenle ülkenin orantılı (izafi) de olsa kalkınması hızlanamadı [to est; neravnomernoye razvitiye kapitalizma].

yabancı sermaye batı kapitalizminin sömürüsünü daha tutarlı kılacak bir ortam yaratmak istiyordu. bu amaçla geri ülkelere de Batılı usulleri: Parlamentoculuğu, Hürriyetçiliği, Kanun Devletçiliğini ve Sosyal Adaletçiliği dayattı. Bütün bu tutumlar üstünkörü taklit edilmedi değil. Ne var ki Batı taklitçilikleri geri toplumu büsbütün karmakarışık bir karnavala çevirmekten öteye geçmedi. Her yapılan değişiklik yabancı sermayenin daha iyi balık avlamasına yarayan bulanık suları artırmakla kaldı. Bütün “ihtilal”lar, “inkılâp”lar, “reform”lar, “ıslahat”lar, ünlü deyimiyle: “biz bize benzeriz” biçimlerinde yozlaştı. Bir türlü özenilen batılılara benzeşilemedi.

20’nci Yüzyılın Emperyalist Evren Savaşları ve Evren Krizleri keskinleşip de Proletarya Devrimleri başarı kazanınca, iş değişti. Batılı Finans-Kapital kendi topraklarında sosyal temellerinin daraldığını gördü. Sömürgelerle geri kalmış ülkeler, proletarya ihtilallarının yedek gücü (ihtiyat kuvveti) olan ulusal kurtuluş savaşları’na girişti. Bir yanda “Cemiyet-i Akvam” (Uluslar Derneği), yahut “Birleşmiş Milletler” havasıyla, Birinci Evren Savaşı’ndan sonra Briand-Kellogg Paktları7, İkinci Evren Savaşı’ndan sonra marshall, truman doktrinleri ortaya çıktı. bunlar emperyalistler arası nüfuz bölgelerini, evren ölçüsünde dünyayı paylaşma konularını ayarlamaya çalıştı. Öte yandan geri ve sömürge ülkelerde yeni metotlara girişildi. Modası geçmiş, etkinliği sıfıra düşmüş, toplum içinde ur gibi yabancı bir cisim haline gelmiş Komprador burjuva zümresiyle artık iş görülemezdi. Komprador burjuvaziden daha içli-dışlı ve milleti kolay sürükleyebilecek ortaklar arandı ve bulundu.
Geri ülkelerde batılı anlamıyla vatanı ve milleti uğrunda ölümü göze alacak bir Modern İşveren Sınıfı, yoktu. zaten öyle bir sınıf olsa, onunla uzlaşamayacağını emperyalizm de biliyordu. Ama başka bir sınıf vardı ve alesta bekliyordu. Bu sınıf, her önüne gelen fatihin karşısında gerekince din iman, bin mintan değiştirerek kuyruk yalayıcılıkla binlerce yıldan beri ayakta kalmış bulunan antika tefeci-bezirgân sınıfı idi.
Uluslararası Finans-Kapital “Milli-Ulusal Kurtuluş Hareketleri”nin az çok zoru altında kaldıkça, duruma uydu. 19’uncu yüzyıldan beri kendisine sadık uşaklık yapmış kişiliksiz komprador burjuvaları elekten geçirdi. bunların en kodamanlarını, en sınanmışlarını kendi tipinde bir milli finans-kapital zümresi durumuna soktu. bu duruma girer girmez milli finans-kapital zümresi de uluslararası finans-kapitalin yapısı içine katılmış oldu. bu gidişin en parlak görünüşü “yabancı şirketleri millileştirmek” adı altında gerçekleşti. bu birinci konaktı.
Geri ülkede uluslararası Finans-Kapitalin ilkin ekonomik alanda bir “cüz-ü tam”ı (bütünleyici parçası) doğar doğmaz, ikinci operasyona geçebilmek için sıkı ve koygun [yoğun] bir hazırlığa girişildi. sabırla, saman altından su yürütülerek ulusal kurtuluş savaşı’nın bütün antiemperyalist gelenek ve görenekleri yavaş yavaş yontuldu. Geri ülke uluslararası emperyalizmin bir yedek parçası yahut uydusu olmuştur denilse, bu söz şaşkınlıklar yaratabilir, belki patavatsızlıklara yol açabilirdi. Öyle denilmedi.
Geri ülkeler neden geri idiler?
Çünkü Antika ve Ortaçağ düzenini yaşıyorlardı.
batı neden en yüksek güce ulaşmıştı?
ortaçağın yerine modern adlı yeni bir düzen kurduğu için. bu hesapça ulusal kurtuluşun amacı ne olabilirdi?
ancak ve yalnız “batılılaşmak”...
böylece ortaya atılıp herkese kolayca benimsetilebilecek parola en zararsız ve göz kamaştırıcı biçimiyle bulunmuştu. geri ülkeler emperyalizme uşak yahut finans-kapitale bir milli şube haline gelmiyorlardı: batılılaşıyorlardı.
bu uzun süren ikinci konaktı. Bu uzun vadeli konakta ekonomik ve sosyal ve hele politik hazırlıklar hiç de güç olmadı. Çünkü geri ülkelerin ta firavunlar ve nemrutlar çağından kalma devletçiliği vardı. Devletçiliğin bütün subaşları ve köşe taşları yeni Finans-Kapital zümresine kestirildi. Daha “Yabancı Şirketler Millileştirilir” yahut “Kurtulmuş Topraklar Üleştirilir”ken, kadim komprador burjuvaların avrupa’da tahsil görmüş yahut yabancı okul diplomalı parlak çocukları imtiyazlı tekelci durumlara geçirildiler. Fakir memleketi “Zenginleştirme” parolası altında “Sermaye Biriktirme”nin en korkunç biçimleri mubah görüldü. Geri ülke halklarını soyup soğana çeviren ağır vergilerle çığ gibi büyüyen Bütçeler kotarıldı. Bu bütçelerin yüz milyonları hep uluslararası finans-kapital ile içli-dışlı şirketler kuran “milli” şapkalı vurgunculara tahsis edildi.
Beri yanda bu “Yağma Hasanın Böreği”ne ağızları sulanarak, binlerce yıldır “Allah Allah!” diyen Antika tefeci-bezirgân sınıf yavaş yavaş Finans-Kapitalin ağları içine aracı, ortak yahut alt ve uşak durumunda çekildi. Bu kaynaşma sayesinde, geri ülkenin, artık yerliliği ve yabancılığı kalmamış Finans-Kapitale yağma sofrası yapıldığı ortadaydı. Memlekette bütün “ileri gelen” kodamanlar bu sofraya oturtuldular. kadim tefeci-bezirgân sınıfı içinden de en kodamanları ve en sınanmışları seçilip alındılar.
Devletçi veya vurguncu yağma balını tutan Tefeci-Bezirgânlar da parmaklarını yaladılar. `Ve bir anda uluslararası Finans-Kapital efendilerinin kendileri için (Kadim Firavunların ve Nemrutların yerine) yeni efendiler olarak geçtiklerini gördüler. Allah yerine Emperyalizme tapmanın daha çıkarlı durumlar sağladığını her günkü pratikleriyle anladılar.
o zaman “hürriyet”, “demokrasi” havaları estirildi. Emperyalizmin düşmanı olma geleneklerine dayanan millî kurtuluş liderleri öylesine göklere yükseltildiler ve tanrılaştırıldılar ki, o yüce katlardan aşağı halka inmeyi uçurumlara yuvarlanmaktan beter sandılar. Öyle bir halkçılığın hayal kırgınlığına uğramaktansa, “batıcılık” uğruna hazır ellerine geçmiş ve uysallaşmış bulunan devletçiliği harcayarak putlaşmaya baktılar. bu liderlerden kafa tutanlar çıktıysa onlar da endonezya’nın sukarno’su gibi, allem edilip kallem edilerek tepesi taklak getirildiler.
aldırılmadı.
devletçiliğin muazzam kahredici kıyma makineleri özel teşebbüsçülüğü “serbestçe” iktidara çıkarttı.
O zaman ne oldu?
Geri ülkelerde Antika Tarihin sık sık yazdığı cilvelerden biri oldu. Bu bir çeşit “tersine rönesans” idi. kapitalizm, batı’da tefeci-bezirgân sınıfı kökünden kazımadıkça, normal olarak doğmamıştı. fakat geri ülkelerde, kapitalizmin son çağı olan emperyalizm döneminde, tefeci-bezirgân sınıfı kökünden kazınmak şöyle dursun, bütün dişleri ve tırnaklarıyla kapitalizme ortak olmaya ve kapitalist iktidarı ayakta tutmaya kendini verdi.
Kapitalizmin inkâr edeceği Tefeci-bezirgân sınıfı, 20’nci yüzyılda sanki kapitalizmi inkâra kalkışmış gibiydi. ancak bu görünüştü. Dizginler görünmeyen örümcek ağları gibi uluslararası Finans-Kapital mekanizmasının ve en büyük emperyalist iktidarların elinde idi. modern finans-kapital nasıl, tarihin çarklarını geri çevirmekte ve gericilik yapmakta eşsiz ise, tıpkı öyle, antika tefeci-bezirgân sınıfı da insan kazançlarını inkâr etmekte ve gericilik yapmakta emperyalizmden aşağı kalmıyordu.
böylelikle tencere yuvarlandı kapağını buldu. Ortaçağlardan, hatta ilk Antika çağlardan kaldığı bilinen Kadim tefeci-bezirgân sınıfı: modern çağın dünya ihtilalları ve sosyalizm döneminde, finans-kapitale yedek uydu ve ihtiyat gücü olarak geri ülkelerde iktidar mevkiini paylaştı. bu yüzden tefeci-bezirgân sınıfı, sanki bir modern sosyal sınıf imiş gibi geri ülkelerin ekonomisinde, toplum ilişkilerinde, politikasında, kültüründe, ahlâkında ağır basan söz sahibi bir sınıf kesildi.

`Devlet daha doğarken vatandaş çoğunluğunu silahsızlandırmak zorunda kalır. Yoksa Devlet görevini yerine getiremez. Nitekim İlkel Komüna’da eli silah tutan herkes, her zaman, başkaları kadar silahlıdır. O yüzden herhangi silahlı insanı bir başkasının yakalayıp cezaevine sokması imkânsız olur.
Bu nedenlerle Devlet: Toplum içinde, toplumdan ayrı bir silahlı kişiler ve cezaevleri örgütü olarak ayrılır.`

işte bu, toplumdan kopup insanüstü yüksekliklere tırmanmış örgütü ele geçirmeye iktidar savaşı denir. eğer böyle bir iktidar doğmasaydı, onu ele geçirmek üzere siyasi partilerin kurulması diye bir konu ortaya çıkmazdı

siyasi bölüksüz bir toplumda (sınıfsız bir sosyetede) yapılabilecek her türlü siyasi gösteriler, politika oyunları; ya kumarbazlığa alışkınların acıklı bir hastalığı yahut işsiz ve dengesiz psikopatların gülünç semptomları olurdu. öylelerine ya acınır yahut gülünür geçilirdi. gösterilen en ciddi tepki, böyle “siyasi”leri bir hastaneye kaldırıp tedavi etmekten öteye geçmezdi.
Tersine, bir toplumda sosyal bölükler (sınıflar, tabakalar ve zümreler) gerçekten varsa, orada Siyasi Partiler kaçınılmaz olur.

Toplumda herhangi bir bölünmeyi yaşayan insan kümelerinin iktidar eğilimleri, yani devleti ele geçirme çabaları siyasi partileri yaratır. Başka bir deyimle, siyasi parti, sosyal bir bölük insanın iktidar eğilimlerini temsil eden bir örgüttür.

bir ülkede siyasi partiler varsa, o ülkede veya dünyada toplumun ayrı ayrı bölüklere bölünüşü var demektir. bir ülkede hem siyasi parti kurulur, hem de sosyal bölünüşler (sınıflar, tabakalar, zümreler) yoktur denilirse; böyle bir iddia, en saçma görüldüğü zaman bile, kendine göre derin bir anlam taşır. bu anlamları, toplumun karakteristiğine göre ayrı ayrı biçimlerde görebiliriz.
Tarih bakımından yargılanmış gibi müzeye kaldırılması gereken sosyal bölükler henüz silinmemiş olabilirler. Bunların politika alanında debelenmeleri, boşuna ve yok yere hem toplumu, hem kendilerini zarara uğratır. Böyle kısır ve boşuna zararlı çabalarla çatışmalara sürüklenmemek için, işin bilincine ermiş bir siyasi parti ortada bulunabilir.
Bugün yeryüzünde bu anlamda tek kalmış yahut güdücü duruma girmiş Sosyalist Partileri vardır. Ancak bu partilerin başlıca görevleri bir an önce kendi temellerini yok etme bilincinden güç alır.
Başka türlü de tek parti veya dokunulmaz iktidar çeşitleri vardır. Bu çeşit iktidarlı toplumlarda sosyal bölükler (sınıflar, tabakalar ve zümreler) bütün belirlilikleri (determinizmleri) ve dinamizmleri ile yaşamaktadırlar. Ama onlardan birisi, yani üstün egemen sınıf, iktidar mevkiini münhasır8 olarak kendi tekelinde bir imtiyaz ve bir tahakküm cihazı gibi kullanmak ister. Devleti ele geçiren sınıf onu uzun süre muhafaza edemeyeceğinden korkar. Devlet iktidarının elinden kaydığı gün eriyip yok olacağını bilir. Çünkü Tarihçil ve Ekonomik şartlar o egemen sınıfın dinamizmini sıfıra doğru indirmiştir.
o zaman sosyal bölükler arasında az çok bilince ve hesaba dayanan bir savaşın yaratacağı dengeliliği egemen sınıf göze alamaz. Vaktiyle Spartalılar idare ettikleri kölelerini sık sık kılıçtan geçirirlerdi. Modern Çağda böylesine açık bir davranış başarılamayacağı için, egemen sosyal bölüğün Devlet iktidarı kendi partisinden başkasına yaşama hakkı tanımaz. Yani, hem sosyal bölünüşleri kaldırma amacı güden eğilimlere karşı kanlı saldırılarda bulunur: demek toplum bölünmelerinin kaldırılmasını değil, ebediyen var olmasını sağlamağa çalışır, hem de sosyal alt bölüklerin kendi siyasi partilerini kurmalarına dayanamaz, sınıflar arasındaki hesaplı, bilinçli davranış dengesine güvenemez. O zaman böyle bir tekelci iktidar saçma bir zorbalık durumuna düşer. bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerine tahakkümü doğar. O sisteme faşizm denir.
Totaliter adı verilen tek parti sistemleri, özleri bakımından birbiriyle taban tabana zıt iki tiptedirler.
Sosyal bölümlülükleri Kaldırmak üzere kurulan tek partilere sosyalist partiler denir. Sosyal bölümlülükleri kıyamete dek Sürdürmek üzere kurulan tek partilere faşist partiler denir.
geri kalmış ülkelerde üçüncü tip bir totaliter tek parti daha vardır. O ne Faşist Partisi, ne de Komünist Partisi olmamak iddiasındadır. Memlekette sosyal bölümlülükler yeterli kesinliğe erişememiştir. bundan yararlanarak devlet gücüyle bir ülkede çok partililik yok edilir.
Bu üçüncü tip gibi görünen Totaliterlik gerçekte: sosyal bölümlülükleri (sınıfları) inkâr yoluyla, sosyal bölünmeleri yaratmak amacını güder. görünüşte siyasi partileri yasak ederken, toplumda sosyal bölünmeleri önlemek ister gibidir. ancak bilinen örnekleriyle çok iyi anlaşılmıştır ki, bu gösteriler lafta kalan aldatmacadırlar.
gerçekte toplum yapısı sosyal bölüklerle paramparçadır. o sosyal bölünmeleri önlemek iddiasında bulunan siyasi tek parti perde ardında sosyal bölüklerden birinin elindedir. o bölük henüz cılız olduğu için, kendisini maskelemek zorundadır. tek particiler o bölük insanı bir yandan üstün ve egemen duruma sokarken, öte yandan açıkça savunamayacak kadar güç durumdadırlar. hem haksız, hem görevsiz bir pısırık sosyal sınıfı güçlendirmek kaygısındadırlar. İlerde o egemen sınıfı kuvvetli bir siyasi partiye kavuşturmak uğruna Totaliterlik yaparlar.
Demek toplumda, Totaliterlik adı verilen tek particilik, son duruşmada, ya gerçek Sosyalizmdir yahut gerçek Faşizmdir. öteki üçüncü tip gelgeç olan ve tarihin büyük krizler çağında beliren bir geçit tipidir. devlet, siyasi iktidar ve siyasi partiler üzerine bilinen genel kuralı ortadan kaldıramaz.

Genel kural olarak, bir siyasi parti niçin kurulur?
Bir sosyal bölük insanı temsil etmek için ve temsil ederek kurulur.
olur.
Siyasi parti hangi sosyal bölük insanı temsil eder?
her sınıflı toplumda: bir başlıca sosyal sınıflar vardır, bir de sosyal sınıfların içindeki sosyal zümreler vardır. onlar dışında birçok sosyal tabakalar vardır. siyasi parti bu üç kategori sosyal bölünmelerden, bu üç türlü toplum parçalarından birisini temsil eder.

her toplumun ekonomi temelinde üretim ilişkilerine doğrudan doğruya ve birincil kertede ilgisi bulunan sosyal sınıflara dayanan siyasi partiler daha etkili olabilirler. ne yaptıklarını bilirler, yapacaklarını bilince ve pratiğe kolaylıkla geçirebilirler. çünkü bu imkânı ve bu gücü içinde yaşadıkları ve dayandıkları sosyal sınıfta bütünüyle bulurlar.
zümre partileri, tabaka partileri kurulamaz mı?
Kurulur. Hatta modern toplumda, bir paradoks gibi gözükse bile, en çok bu çeşit partiler kurulur durur. çünkü modern işveren sınıfı her gün biraz daha sayıca azaldığını görür. durumunun, inceldiği yerden kopmaması için, siyasi bilinçler’i elinden geldiği kadar karıştırmak ister. Bu da elden geldiği kadar çok bir sürü birbirini tutmaz, birbiriyle kayıkçı dövüşü yapan siyasi partiler kurulmasını kışkırtır. O yüzden her kapitalist ülkesinde sanki iktidarı alacakmış gibi önüne gelen zümre ve tabaka partileri her gün kurulurlar, dökülürler. Siyasi parti kurmak, maç seyircilerini eğlendiren spor kulüpleri kurmak çeşidinde ve anlamında olağan sayılır.

ileri ve “büyük demokrasiler” adı verilen burjuva egemenliği ülkelerinde oynanan usturuplu oyunla karşı karşıya geliriz. buralarda gerçi hiçbir parti “kanun zoruyla” kapatılmamış görünür. hatta en aşırı akımlar isterlerse komünist partileri dahi kurmakta serbest sayılırlar.
`Bununla birlikte olaylara bakınca ne görürüz?
Ülkenin bütün alınyazısı hep İki Siyasi Parti elinde kalır. onların dışındaki her parti, yasak edilmemekle beraber, sahnede belli başlı hiçbir rol oynayamazlar. egemen çifte partinin klasik anayurdu anglo-sakson ülkeleridir. İngiltere’de bir zamanlar Muhafazakâr-Liberal adlı iki parti vardı. Şimdi Muhafazakâr-İşçi partileri sahneyi dolduruyor. ingiliz burjuvazisi eski muhafazakâr partisi’nin adını bile değiştirmeksizin olduğu gibi kalmasını sağlamıştır. yalnız liberal adı artık kapitalizmin` 19’uncu Yüzyılında giyilen bir elbise olduğu için çıkarılmış, onun yerine Labour (Emek) yani İşçi kılığına girilip 20’nci Yüzyılın modasına uyulmuştur.
amerikan kapitalizmi böyle bir moda değişikliğine dahi lüzum görmemiştir. nasıl olsa büyük yığınları günlük yaşantı standardını yüksekçe tutarak kuzu gibi uslu bir sürü halinde kolayca güdebilmektedir.

`Her kapitalist toplumun egemen, sınıfı, iktidarını aksaksız yürütebilmek için iki politikayı gözden uzak tutmaz:
1- Alt sınıf ve tabakaları her şeyden önce İşsiz Bırakmamak,
2- Bundan sonra halkı ne yapıp yapıp Kafadan Silahsızlandırmak.
Bütün akıllı yani gerçekçi büyük kapitalist demokrasilerin siyaseti bu iki başlı görevde toplanır. `

`Bir siyasi partinin İçyüzünü anlamaya engel olan başlıca iki yaman güçlük ortaya çıkar:
1- O partinin sosyal sınıf eğilimini iyi bilmek,
2- O bilince varıncaya dek karşılaşılan binbir pratik ve teorik tehlikeleri göğüsleyebilmek…`

şaka değildir. egemen sınıflar 7 bin yıllık tecrübelerin mirasçılarıdırlar. yüzlerce yıl bir avuç adam büyük toplum yığınlarını gütmüşlerdir. gütmek için türlü kafaca ve bedence silahsızlandırmalara uğratmışlardır. bu uğratışlarında yetmiş bin türlü kurnazlık edinmişler, kalleşlikler uygulamışlardır. o ebedi ve ezeli egemen sınıf oyununu bozmak, masallardaki sihirbazların büyüsünü çözmekten daha çetindir. sınıflı toplum oldu olasıya üst sınıfların kaygıları ile yürütülür. bu kaygıların en büyüğü: alt sınıfları şaşkına çevirmek ve bitkin tutmak’tır. bu alanda bizim yaşantımıza miras kalmış bitmez tükenmez çeşitler göz önüne getirilebilir.
Kültürümüze en yakın iki olayı alalım.
İslam toplumunda Mekke’nin Tefeci-Bezirgân kodamanları ilkin ebu-süfyan’lar, sonra oğulları muaviye’ler idi. Bunlar ülkücü “muştulanmış halifeler” (hülefa-i raşidin) iktidarını ele geçirmek istedikleri zaman ne yaptılar?
Biliyoruz, mekke kodamanlarının çoğu “gönülleri uzlaştırılmış” (müelifetül-kulup) denilen Müslümanlardı.
`Gönülleri neye uzlaştırılmıştı Müslümanlığa?.. Nasıl uzlaştırılmıştı?
Para ile.`
Yani pratik gerçekçi olan Hazreti Muhammed, mekke kenti içinde bir an önce birliği sağlamak istiyordu. Ancak o birlikle cihan görevine daha çabuk girişebilirdi. müslüman olmamakta inatla direnen mekke mütegallibesinin paraya taptığını biliyordu. onları para ile müslüman etmişti. ganimetten bu kodamanlara da bir pay ayırmayı kur’an’a kadar soktu.
Yeryüzünde Müslümanlık büyük başarılar kazanır kazanmaz, o parayla Müslüman olanların huyları depreşti. Bütün ganimetlerin ve fütuhatın üzerine oturabilmek için, yürekten gerçek Müslüman olan “muştulanmış halifeler”i (ebubekir, ömer, osman, ali’yi) sona erdirmek istediler. Onların devrimci gelenekleri derin müslüman demokrasisi idi. Mekke vurguncuları son “Muştulanmış Halife” Ali’nin kişiliğinde müslüman demokrasisini kökünden kazımaya kalkıştılar.
Ne ile?
Gene müslüman demokrasisinin temelinde yatan ilkel sosyalizmin barbar gelenekleriyle. Önlerine çıkan son engel Halife (Peygamber vekili) Ali idi. Onunla bahaneler bulup Sıffiyn Savaşmasına giriştiler. mekke tefeci-bezirgân çocukları için din iman: bin mintan, çıkar ve para idi. onlara müslüman olmaları için kur’an hükmüyle sağlanmış bulunan parayı ikinci “muştulanmış halife” ömer ortadan kaldırmıştı. ali daha da ileriye gidebilirdi.
mekke vurguncuları islam dini içinde seçimle iktidara gelen cumhuriyet sistemini antika müstebit [zorba] krallığa çevirmek istediler. Ne var ki, Sıffiyn Savaşı’nda vurguncuların başı olan vali Muaviye, askerlerinin yenileceğini gözleriyle gördü. O zaman hükümlerini hiçe saymaya kalkıştığı kur’an-ı kerim’i mızraklarının ucuna asan muaviye askerleri ali ordusuna karşı durdular.
zengin aristokrat sınıfın öz Müslümanlığa düşman olan partisi, asıl fakir fukaranın gönülden benimsedikleri müslüman partisine karşı daha müslüman imiş gibi göründü. Bugün için inanılmaz sayılacak bayağı hakemlik, kalleşlikleriyle asıl müslümanları önce aldattı, sonra öldürdü. Böylelikle Müslümanlığı ilk temiz, insancıl eğiliminden sıyırarak derebeyleştirdi.
Sahte Müslüman Tefeci-Bezirgân egemen sınıflar, Müslüman fakir halkını ezip harcamak üzere yoktan boğazlaşmalar kışkırttılar. Ve bu oyunlarını kodamanlara mahsus kitaplara Devlet idaresi usulü olarak geçirttiler.

Bu Antika örneğe çok dikkat edelim. Ali düşmanı kesilen askerler hangi sosyal sınıfın aygıtları idiler?
Mekke’de Müslümanlığı yıllarca boğmaya çalışan ve boğamayınca para ile Müslüman olan, sonra demokratik Müslümanlığı halk düşmanı ve zalim bir iktidara çeviren ezeli müstebit Tefeci-Bezirgân Sınıfının aygıtları idiler. Ancak bu sosyal sınıf, sinsi karakterlerini gizleyebilmek için fakir halka en utanmazca yalanları yutturmanın yolunu buldular. Onların bu hilelerini keşfedip açıklayacak kimselere karşı neler yapmadılar?
Şımartıp sivriltmeler, para ile satın almalar, binbir Tarikat hilebazlıkları yetmediği zaman, idare işkenceleri, resmi katliamlar birbirini kovaladı.
Tek neden: İktidardaki Siyasi Parti’nin hangi sosyal sınıf partisi olduğunu saklamaktı. İşin içyüzünü açığa vurmaya kalkışanları bu yüzden en ağır ölüm cezalarıyla yok ettiler.

her yerde çarçabuk sahneyi tutan işçi partileri yahut sosyalist partileri kurdururlar. amaçları halkın sempatisini kendi ajanlarına kaptırıp ince yollardan sınıf bilincini körletmektir

amerika’nın en büyük sosyalizm düşmanı casus örgütü cia, dünyanın ileri geri bütün ülkelerinde her türlü gençlik ve işçi örgütlerinin subaşlarını kesmiştir. O subaşlarında gerekince Sosyalist, gerekince Marksist-Leninist, gerekince Komünist, gerekince Troçkist, gerekince Anarşist olur.

finans-kapital casus örgütlerinin kurdurduğu işçi yahut sosyalist maskeli örgütler: en gerçek sosyalistin söylediklerini ve yaptıklarını özel öğretimden geçerek papağanca ezberlerler. daha doğrusu sosyalist formülleri en yüksek hoparlörlerden yayacak imkânlar ve adamlar finans-kapitalin emrindedir.

Böylece kapitalist sınıfların destekledikleri, çoğu zaman yavuz hırsızın ev sahibini bastırması rolüne çıkarlar. ansızın çok etken ve parlak kişiler, işitilmemiş propaganda ve tahrikât [ajitasyon] biçimleriyle sahneyi doldururlar. beklenmedik yıldırım çabukluklarıyla başarılara ulaştırılırlar
bunun tam tersi de olağandır. sahneye çıkarılmış sahte işçi veya sosyalist partilerine karşı olmadık güçlükler icat edilir. kalantor işveren ve ağa partileri, iktidarları ve sınıfları para ile tutulmuş kişiler ve örgütlerle sahte işçi partisini görünüşte baskılara uğratırlar.
halk bu manzara önünde: sahte işçi ve sahte sosyalist partilerinin sahici ve namuslu örgütler olduklarına daha kolayca kanar.
Tek sözle Kapitalizm, sahte olmak şartıyla, çarçabuk ün kazandırılan ve göklere çıkarılan sosyalist işçi partilerini de, uzun süre “mağdur”, eziyet çekmiş, baskılara uğramış görünen sözde sosyalist işçi partilerini de, kendi sınıfı egemenliğini daha uzun ömürlü kılabilmek için kullanır.

ingiltere’de ve amerika’da çifte parti var. hatta bu iki emperyalizm, ikinci cihan savaşından sonra türkiye’de birbirinin yerine geçerken, amerika kanalıyla demokrasi adına türkiye’ye çifte parti örgütlediler.

İngiltere’de
muhafazakâr parti: dolaylı yoldan kapitalistleşmiş Antika toplum kalıntısı Lordların, açıkça Büyük Toprak Ve Mülk Sahipleri’nin partisidir.
liberal parti: Kapitalist sınıfının kendi öz ideal partisidir.

Amerika’da
demokrat parti: Büyük Toprak ve Mülk Sahipleri Sınıfının partisidir.
cumhuriyetçi parti: Kapitalist sınıfının kendi ideal öz partisidir.

ne var ki, her şey gibi bu klasik büyük demokrasilerin meşhur tahterevallici çifte partileri de zamanla değişikliklere uğramıştırlar.
İngiltere’de ve amerika’da burjuva demokrasisi denilen parlamenter rejimi iki siyasi parti yürütür. çünkü ingiltere ve amerika’da iki egemen modern sosyal sınıf güçlü siyasi örgüte sahiptir:

19’uncu Yüzyılın serbest rekabetçi kapitalizmi ayakta durdukça, üst sınıfların ülke gelirlerini ve güdümünü paylaştıkları düşünce borsası durumunda olan Parlamentoculuk da klasik biçimini korudu. ileri kapitalist ülkelerde sosyal sınıflar ve siyasi partiler oldukları gibi kaldılar. iki üst sosyal sınıf, bütün öteki sosyal sınıfların ve tabakaların eğilimlerini kendi kanatları altında topladı. Siyasi partiler de üst sınıflara uygun Çifte Parti durumundan çıkmadı.
20’nci Yüzyıl ile birlikte Kapitalizmin yapısı tersine döndü. Bu tersine dönüşün konumuzla ilgili önemli olayları şunlar oldu:
Serbest Rekabetçi kapitalist sermaye, tekelci finans-kapitale dönünce: Modern kapitalizmde görülen iki ayrı klasik üst Egemen Sosyal Sınıf yapı değişikliğine uğradı. Doğrudan doğruya kapitalistler sınıfı ile büyük toprak ve mülk sahipleri sınıfı bütün zümreleriyle ekonomi ve politika sahnesini doldurur olmaktan çıktılar. her iki sınıftan katma ve karma elemanlar birbirleriyle kaynaştılar. Böylece biricik finans-kapitalistler zümresi doğdu ve bu zümre Kapitalizmde her şeye egemen oldu.
dikkat edelim. iki sosyal sınıfın yerine bir tek sosyal zümre geçti.

20’nci yüzyıl ile birlikte ekonomik ve politik dünya bunalımları başladı. Hele birinci emperyalist evren savaşı, getirdiği bunalımlarla birlikte Dünya hegemonyasını da iki türlü ihtilale verdi. Sovyetler İhtilali yeryüzünün altıda birini Kapitalizmden koparmakla kalsaydı ne iyi idi. kapitalizm sektöründe de hegemonya ihtilali patlak verdi.
Avrupa’nın eski emperyalistleri kanlı savaş oyununu oynamışlardı. Bu oyunda parsayı Birleşik Amerika toplamıştı. O sayede Dünya yağmasının ağırlık merkezi Eski Dünya’nın İngiltere’sinden, Yeni Dünya’nın Birleşik Amerika Devletleri’ne geçti. Amerikan kapitalizmi yeryüzünün en yüksek aşırı-kâr ile en parlak yaşama standardını Amerikan tebaasına [uyruğuna] sağladı.
En yüksek yaşama standardı sağlanan Modern kölelerin, işçi ve emekçi yığınlarının kendi egemen çevrelerinden başka bir isteyecekleri kalabilir mi?
Medeni parklarda yatıp, aç kaldıkça şehirden şehre yük vagonlarına kaçak binen ve Federal Polisçe maymun sürüleri gibi kovalanan ayaktakımı mı?
Onlar nasıl olsa bir lokma ekmeğe satın alınacak bir soysuzlaşma içine sokulmuşlardı.
Beyazların kızınca linç ettikleri kara derili ve kara talihli insanlar mı?
Onlar nasıl olsa millet çoğunluğunca bir “Dokunulmazlar” durumuna itilmişlerdir. ortaçağın ghetto’larını, Modern Çağın konsantrasyon kamplarını andıran kapalı bölgelerde hapsedilerek Amerikan dünyası dışına atılmışlardır. Atalarından kalma Kölelik gelenek ve görenekleriyle, başkaldırtmaksızın sürüklenip giderler.
Yeter ki üst tabakaya egemen olan Finans-Kapital zümreleri içinde birlik ve dirlik korunabilsin.
Bu nasıl olacak?
Kendiliğinden. üretimin hemen bütün dalları nasıl olsa birkaç yüz milyarderin kontrolündedir.O birkaç yüz milyarder ise, birkaç ulu bankanın “harim’i ismetinde” derleşik, kaynaşık ve birleşiktirler. Bütün Amerika’nın ve bütün dünyanın can damarları o birkaç yüz finans-kapitalist ailesinin emrinde daralıp genişler.
bu gidişin politikadaki karşılığı, gelenekçil demokrat-cumhuriyetçi tahterevallisidir.

Amerikan milleti mi?
O, alışmış kudurmuştan beterdir. Hollywood’un bacak arası, Teksas’ın keskin nişancılığı, asi gençliğin saç sakal uzamış motosikletli şempanzeleri, Şerif’lerin bıyık altından gülüp Hür Basın’ın reklam ettiği haydutluklar… Bütün bu kargaşalık içinde, vur patlasın çal oynasın, Amerikan kalabalıkları gangster saklambacı oynarlar.
Öylesine bunaltılmış kamuoyu önünde Çifte Partiler adlarını bile değiştirmeye gerek bulmazlar. Diledikleri gibi, kongrelere oy müteahhidi Lobby’lerin gönderdikleri üyelerle toplanırlar. Herkesin önünde senatörleri, milletvekillerini, valileri, hâkimleri seçerler. Perde arkasında Mafia’ları, CIA’ları, Klu Klux Klan’ları, yani eli silahlı gizli güdücülerini seçerler. Bu seçimler “Demokrasi”nin son sözü olur. İmtiyazlı Finans-Kapital Oligarşisine hiçbir engel bırakılmaz. Akıl vermeye kalkışacak kimse, Cumhurbaşkanı da olsa, kim vurdu ya getirilir. Böylece herkes “Hürriyeti Seçmiş” ve uygulamış olur.

İngiltere böyle mi?
hayır. İki Emperyalist Evren Savaşı koca Emperyalist İngiliz’de ne kol, ne kanat bırakmıştır. doğru dürüst sömürge ve yararlı nüfuz bölgeleri bile sağlam kalmamıştır. O yüzden “Aşırı-Kâr” temelleri iyice aşınmıştır. 19’uncu yüzyılın egemeni üst kapitalist ve büyük toprak ve mülk sahipleri sınıfları bile sınıf olarak arafat’ta bırakılmışlardır. İçlerinden en kodamanları o sınıfları bir çeşit “ekspropriasyona” (mülklerinden etmeye) kararlı ve mecbur olmuş bir finans-kapital zümresi halindedir.

Gerçi ikinci kerte kapitalistlerle ikinci kerte mülk ve toprak sahipleri mülklerinden edilmediler. ama aşırı-kâr kaynaklarından yoksun kaldılar.O bakımdan Finans-Kapital hizbi dışındaki kapitalist ve mülk sahibi sınıflar, söz yerinde ise, (kodamanlara bakarak) “Proleterleşme”ye uğradılar. aşırı-kârdan pay alamayan bu ikinci kerte kapitalist ve mülk sahibi sınıflar, “vahşi” adıyla damgalandılar.Tekelci sermaye dışında eski üst sınıf geleneklerini savunamadılar. Gelenekçil Liberal partileri çöktü. “vahşi” üst sınıflar nasıl bir çeşit, işçi sınıfına doğru itildilerse, tıpkı öyle, liberal parti’nin yerine labour party (işçi partisi) geçirildi.

gerek ingiltere’de, gerek amerika’da egemen iki sosyal sınıf bile, sınıfı olarak egemenliklerini finans-kapitale ipotekle diler.Kendileri bir zümre plütokrasisinin buyruğu altına geçtiler. böyle iken politika sahnesinde sanki demokratik 19’uncu yüzyıl oyunu oynandı.

Ya İngiltere ve Amerika dışında kalmış öteki kapitalist metropollerde ne oldu?
Orada kapitalizmin geç veya güç gelişmesi yüzünden, keskin sınıflama nispeten amortize edildi.Toplum kapitalizme girdiği halde, kapitalizmden önceki derebeyi artığı sosyal tabakalar hem kendi varlıklarını, hem de gelenek ve göreneklerini oldukça muhafaza ettiler.Kimi ülkelerde millet nüfusunun büyük bölüğünü bu Ortaçağ artığı sosyal tabakalar teşkil etti. Fransa’da olduğu gibi, spekülasyoncu Finans-Kapital o küçük mülk özentili insanları kendi kumarına oturtmayı becerdi. Para ve hisse senedi ve tahvilat alıp satmaları Küçükburjuva yığınlarını büyük sermayenin kuyruğuna takılmış büyük kuru kalabalıklar biçimine soktu.

Kimi ülkelerde Küçükburjuvazinin sayısı azaldı. Ne var ki, milletin kapitalizme geç gelme ve sonradan görme hevesleri azıttı. millet yapısında ve ruhunda iflah olmaz küçükburjuva eğilimleri olduğu gibi kaldı. Zengin Almanya’da İşçi Sınıfı bile, en pis Prusya ağalığının Derebeyi artığı molozlarından bir türlü kurtulamadı.

küçükburjuva kalabalıklı veya küçükburjuva ruhlu bir toplumda partiler furyası kaçınılmaz şeydi.

Egemen sınıfların tekellerinde Finans ve Devlet mekanizmaları vardı. Bu sayede her politikanın başına çarçabuk en pisipisine kariyerist küçükburjuva elemanları geçirilebilir ve hareket soysuzlaştırılabilirdi.
modern işçi sınıfının duru bilinci o kargaşalık yüzünden bulandırıldı. Proletaryanın sınıf bilincine kesince kavuşmayan her parti ise, dilediği kadar “aşırı” olsun, çarçabuk anarşist ve benzeri kaçıklıklara düşürülürdü.

o karışıklıkta geniş küçükburjuva yığınları bunalırlar., küçükburjuva eğilimleri azıtırdı. en sonunda çıkar yol bulamayan büyük yığınlar finans-kapital zümresinin yumruğu altına sığınmak zorunda kalırlardı.

küçük mülk sahipleri yerlerde sürüngenliğe yatkındır. açlıktan ölürken gözü çöplükte kalan kuş beyinli horozlara benzerler.

küçükburjuvazinin ikisi beşi bir araya güç gelir. bir araya gelseler, her biri kendi başına buyruk “büyük lider” olmak sevdasına kapılır. o zaman yavrularını çiğneyen şaşkın kuluçka tavuğa döner, ortalığı birbirine katmaktan başka türlü kurnazlık ve kararlılık gösteremezler.

Sokaklar dolusu zavallı insanlar yarı aç ve işsiz bırakılmıştır. Bunların içlerinden maaşı verilince Cehenneme dahi gidecek pek çok insan bulunur. Bu gibiler belli bir kılık ve para ile gizli açık sivil çeteler halinde örgütlendirilir. Öteki aç ve işsiz kardeşleri üstüne saldırtılır. emperyalist politikanın bu oyununa adıyla sanıyla faşizm denir.

1789 “Büyük Fransız İhtilali”: Burjuva ihtilali olduğu için, hem “Ulu”, hem de “Meşru” sayıldı. O ihtilal içinde motor halktı. devrimci halk yığınları kendi devrimci eğilimini jakobenler’de buldu. jakobenler örgütlenip düşüncelerini davranışa çevirir çevirmez, burjuvazi tapayı attı. İşveren hürriyetinin maskesini düşürdü.

Artık maaşlar 110 bin Franka çıkarıldı. Kapitalistlere iktidar sayesinde en yağlı gelirler kayırıldı. O zamana dek devrimin göz bebeği sayılan basın hürriyeti çiğnendi. Gazetelere imzasız yazı yazmak yasaklandı. işsizlere bir ekmek parası sağlayan satıcılıkları plakaya bağlandı. plakasız iş yapmak suç oldu. Böyle rızkını daralttığı halkın temsilcilerini değiştirme hakkını da engelledi ve kulüpleri karıştırmaya başladı. “Patriotizmi (yani yurtseverliği), patruyutizme (yani karakol devriyeciliğine) kovdurdu.”

1792 yılında artık halkın silahlı kuvvetlerde rol alması geleneği ortadan kaldırıldı. “Gard Nasyonal” (Ulusal Muhafız) adını alan yeni silahlı kuvvet örgütü yalnız işveren çocuklarından kuruldu.

Jakobenler’e ve Jakoben yanını tutanlara karşı 950 İsviçreli aylıklı asker, 200 asilzade ve 2–3 bin burjuva çocuğu silahlandırılıp çıkarıldı.

1793 yılı İşveren Sınıfı ekonomik baltalamalara girişti. Böylece Jakobenler’in “Devrimci Hükümeti”ni halkın gözünden düşürdü. Büyük devrimcilerin terör günlerinde kan dökmelerinden yakınan İşveren Sınıfı, insan giyotinlemekte, adam öldürtmekte devrimci teröre taş çıkarttılar.

1830, 1848, 1871 yılları halk, işveren sınıfı tarafından kışkırtıldı. Ayaklanmalarda halk kendi kurtuluşunu kendi gücünden beklemeye başlayınca, İşveren Sınıfı ters döndü. en gerici insanlarla el ele verip, devrimi yaratmış bulunan halkı ve kendi öz milletini bire dek kırmakta gözünü kırpmadı.
tarihte işveren sınıfının da kendisi her zaman budur

burjuvazi ilk iktidar günlerinde (bizim dp ve ap liderleri gibi) her mahallede bir milyoner yarattı. bu olayı bütün ülkede herkesin kapitalist olabileceği parolası ile reklam etti.

s. demirel’in “herkes fabrikatör olacak” sözünün anlamı yalnız İşveren Sınıfını umutlandırabilir.

Kapitalizm biraz gelişti mi, sermaye santralizasyonu (merkezileşmesi, yaygınlığına derleşip toplaşması) ve sermaye konsantrasyonu (koygunlaşması, yani yüksekliğine derleşip toplaşması) kaçınılmaz olur.

Ta eski “Amele Teali Cemiyeti” liderlerinden az mı milyoner gördük... Hele şimdi Amerikan yardımı çağında nice yeni sağlı sollu, hatta sosyalist basit “Sendika” yöneticileri han, apartman, fabrika sahibi oluvermektedirler.

İşveren Sınıfının Sosyalizme karşı gösterdiği “Tolerans” daha 19’uncu Yüzyıl sonunda başladı.

Hele 20’nci Yüzyılda o yoldan yürümek kapitalizm için büsbütün gerekti. Çünkü İşveren Sınıfı içinden bir tek Finans-Kapitalist grubu her şeyi tekeline almıştı. Kapitalist sınıfının öteki zümrelerini “Vahşi” saydırıp saf dışı etmek veya ezmek olağandı. O zaman İşveren Sınıfının geri kalan epeyce kalabalık bütün öteki zümreleri, irili ufaklı işverenler ve çoluk çocukları “Sosyalizm” alanında talihlerini denemek yoluna düştüler.

Bugün Kapitalizm ancak öyle bir Burjuva Sosyalizmi’nin yarattığı “Emniyet Supabı” ile ayakta durabiliyor.

Hele sömürge ve geri ülkelerden aşırılmış “Aşırı-Kârlar”la zenginleşen Emperyalist metropollerinde yetmiş yedi buçuk türlü “Sosyalizm” oyunları ortaya döküldü. İşçi Sınıfının içinde bir kaymak tabakası satın alınarak, İşçi Küçükburjuvaları ve Burjuvaları haline getirmek epey kolaydı.

Geri ülkelerin İşveren Sınıfları kendi ağababaları olan Batı emperyalizmini, her alanda olduğu gibi, sosyalizm alanında dahi taklit ettiler.

finans-kapital zümresinin bile bir sosyalizmi fışkırdı: nasyonal sosyalizm (Nazilik).

sosyalist olanların en gerici davranışı maskelemek için kullandıkları strateji ve taktik, herkesten önde gitmek ve sözde aşırı-devrimcilik yapmak oldu.
Aşırı lakırdıları ciddiye alıp uygulamaya geçenlere karşı sosyalist örgütlerin sınırlı mekanizmaları işletildi. Herkesten ileri gidenlerin ihtiyatsız davrandıkları ve Faşizmi çağıracakları öne sürüldü. Yapma manevralarla halk ve İşçi Sınıfı geriye doğru itilir ve bezdirilirken, “Parti Disiplini” perdesi altında gizlenildi. Yığınların bilinçlice düşünme ve davranmaları “başı bağlanmış” duruma getirildi.
Bütün bu şartlar altında “Sosyalist Partileri” sıkıştırmak ve yeraltına itmek İşveren Sınıfı için en sersemcesine bindiği dalı kesmek olmaz mıydı?