gazi üniversitesi tekstil tasarımı 2. sınıf öğrencisi olan güzel kadın şule çet. 23 yaşında hayatını kaybetti. ankarada bir plazanın 20. katından atladı veya ölüme gönderildi. bu kısmı şu an muamma.
tek bilinen, part time asistan olarak yanında çalıştığı kişi tarafından alıkonulduğu bilgisini arkadaşına mesaj olarak göndermiş olduğu. hem de ölmeden hemen önce.

haber linkine şuradan ulaşabilirsiniz

bir insanı zorlamak ya da ölümüne sebep olacak dereceye getirmek nasıl bir düşünce yapısının ürünüdür? bu insanlar üst düzey işlerde patronluk yaparken, sahip oldukları paranın ölçüsüyle mi bu kadar hırslılar? yoksa anlık bir durum mu? yoksa başka bir şey mi var? bunların araştırılması ve olayın aydınlatılması gerekiyor elbette. ama hiçbir sonuç, sule'nin artık hayatta olmadığı gerçeğini ne yazık ki değiştiremeyecek. bir genç değerimizi daha bir saçmalık uğruna yitirdik ne yazık ki.
yattığı yerde incinmesin.
İstanbulun meşhur 2. Köprüsü. Şehrin kuzeyi sayılan Kavacık yakınlarından, 4. Levent yakınlarına tem otoyolunu bağlar. Genelde trafik çile merkezlerinden biridir. 1. Köprüye göre şehrin ana merkezlerine uzaktır, nispeten daha uzak ilçelere gitmek için kullanılır.
2016 yılında vefat etmiş Türk oyuncu ve seslendirme sanatçısıdır. Etkileyici bir ses tonu bulunan ve iyi bir oyuncuydu. Bir demet tiyatroda eyvah Necdet, goradaki mavi adam, vizontelede Şehmuz ve organize işlerde adını hatırlayamadığım karakteri. Bunun dışında league of legendsdaki tahm kench karakterini seslendirir. Ruhu şad olsun.
Eresidae familyasından, Türkiye'de de bulunan bir örümcek. Dişisi uğur böceği gibi renkli renkli tatlış, erkeği de kapkaradır. Tehlikeli örümcekler klasmanında ve zehirlidir. Ama zehiri ölümcül değildir. Sizi yine de ısırmasına izin vermeyin. Sonra hani ölümcül değildi, beni ısırdı öldüm derseniz, korkudan çığlık atarım.

eresus - eresus-JFJeq
Beklenen ve yolu gözlenen kişinin gelişi ile ilgili sabırsız olmak, öfkelenmek ve telaşa kapılmak anlamına gelen Eskimo dilinde bir sözcük.
Evet WhatsApp mesajları da, otostop çekerken duracağını hissettiğiniz o kutsal araç da buna dahil.
Kitap biriktirme, bitirmeden yenilerini üstüne ekleme, sürekli kitap alma gibi bir üçlemenin tek kelimelik Japonca karşılığı.
Demirel kendini yetiştirmiş biriydi; Isparta’nın bir köyünde doğmuş, Menderes zamanındaki baraj yapımlarının başında bulunmuş ve 1960 sonrasında özel kesimde başarılı bir kariyer yapmıştı. Savaş ertesi dönemin en önemli siyasetçisi değilse bile kuşkusuz en uzun süre ayakta kalan siyasetçisi oldu.
demirel iktidardayken ;
AP, Ekim 1965 seçimlerinde oyların (yüzde 52,9) ve meclisteki sandalyelerin salt çoğunluğunu elde ederek beklenmedik büyük bir zafer kazandı. CHP’nin oyları yüzde 28,7’ye düşmüştü. Bütün öteki partiler (CKMP, YTP, TİP ve CKMP’den kopan Millet Partisi) yüzde 7’nin altında oy toplamışlardı.

Oy dağılımından, AP’nin eski DP taraftarlarını kendine çekmiş olduğu belli oluyordu. Demirel, insanların, kendilerini onun köylü geçmişiyle özdeşleşebildikleri ve onun mesleki yükselişinde kendi umutlarının somutlaşmış ifadesini buldukları kırsal kesimde mükemmel bir oy avcısı olduğunu gösterdi.
Menderes gibi Demirel de halk diliyle konuşabilen bir hatipti. Bunu İnönü ve öteki Kemalist siyasal liderler, ya da keza Aybar gibi sosyalistler, hiçbir zaman yapamamışlardı.

Mecliste sağlam bir çoğunluğa sahip olduğundan, kabinesi için güvenoyu almada Demirel bir sıkıntı çekmedi. Sonraki beş yıl boyunca Demirel Türk siyasetine egemendi. 1960’ların ortaları ve sonları Türkiye’nin iyi yıllarıydı. Ekonomik büyüme yüksekti ve reel gelirler 1963-1969 yıllarında yüzde 20 ortalamayla hemen hemen devamlı şekilde artmıştı.
Demirel’in en önemli başarılarından biri, orduyu, henüz beş yıl önce ordu tarafından alaşağı edilmiş olan Demokratların açıkça mirasçısı olan sivillerin yönetimi ile uzlaştırması idi. Demirel aynı zamanda, kendi taraftarlarının en köktencileri olup, hala 27 Mayıs darbesinin intikamını almakta kararlı olanları denetim altında tutmak zorunda idi.
AP sanayiciler, küçük tüccar ve esnaf, köylüler ve büyük toprak sahipleri, gericiler ve Batıcı liberallerin bir koalisyonuydu. Bu ortaklığın çok az ideolojik tutarlılığı vardı.

Ayrıca, Demirel siyaset sahnesine adımını nispeten yeni atmış bir kişiydi ve eski DP kadrosunun gözünde meşruiyetten yoksundu, onlar Demirel’i sadece, o sırada halen hapiste bulunan gerçek liderleri adına işlere şimdilik bakan biri olarak görüyorlardı.
Ağustos 1966’da genel af yasasının ilanından sonra eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar dahil olmak üzere DP liderleri serbest bırakıldı. Bayar’ın etrafında 1968’den itibaren, AP siyasetini etkilemek amacıyla Bizim Ev adında bir baskı grubu kuruldu.

Bu gelişmelere rağmen Demirel, partinin birliğini ve kendi başkanlık konumunu 1960’lı yıllar boyunca muhafaza etmeyi başardı.Bunun için sık sık başvurduğu iki taktiği vardı. Özellikle de seçimler sırasında partinin İslami niteliğinin ve geleneksel değerlerden yana olduğunun altını çiziyor; ve sürekli bir komünizm aleyhtarı propaganda ve sol hareketi hırpalama kampanyası sürdürüyordu.
Milli Güvenlik Kurulu’nun desteği ve 1965’te eski Milli Emniyet Hizmetleri Teşkilatı’nın yerini alan MİT sayesinde, sol örgüt ve kişiler üzerinde sürekli baskı uygulanıyordu.

1966-1967’de okulları ve üniversiteleri solcu öğretmenlerden temizlemek için bir girişim başlatıldı. Yabancı sosyalist ya da köktenci yapıtların çevirmenleri, çevrilen metinler 18. Yüzyıla ait risaleler olsa bile, mahkemeye çıkarıldılar. İnsanlar yayın yoluyla komünizm propagandası yaptıkları için tutuklanıyordu.
Bununla beraber, Demirel’in durumu, anayasaya konulmuş fren ve denge mekanizmalarından dolayı, Menderes’inkinden tamamiyla farklıydı.

Anayasa mahkemesi de dahil olmak üzere bağımsız yargı, birçok durumda hükümete rağmen bireylerin haklarını korumak ve yeni yasaların anayasaya uygunluğunu temin etmek görevini yerine getiriyordu. Devlet radyo ve televizyonu özerk olup sık sık hükümeti eleştirmekteydi ve üniversitelerin özerkliği nedeniyle polis bir üniversite kampüsüne ancak rektörün daveti üzerine girebiliyordu.
Partisindeki birçok kişi bu engelleri kaldırmaya yönelik değişiklikten yana olduğu halde, Anayasayı değiştirmek ve kişi özgürlüklerini sınırlamak için gereken üçte iki çoğunluğu hiçbir zaman mecliste elde edemedi.

Bu politikalar yüzünden Demirel de Menderes gibi entelektüeller arasında sevilmez hale geldi, ama kırsal kesimde kendisine olan desteğin devam ettiği 1969 seçimleri ile belli oldu. AP küçük kayıplara uğramakla beraber (oy yüzdesi yüzde 46,5’e düşmüştü) meclisteki çoğunluğunu korumaktaydı; CHP ise onun kayıplarından yararlanamamış ve yalnızca yüzde 27,4 oy almıştı. Demirel öncekinden biraz daha merkezci olan yeni bir kabine kurdu.
Demirel’in sıkıntıları kendi partisi içindeydi. Demirel ülkenin sanayileşmesi için gereken parayı sağlamakta yardımcı olacak yeni vergi teklifleri yapmış ve bu yüzden muhafazakar tabanın desteğini yitirmişti. Şubat 1970’de AP’nin sağ kanadı muhalefetle birlikte oy kullandı ve böylece Demirel’i istifaya zorladı. Ancak Demirel’e alternatif yoktu ve Mart ayında yeni bir kabine kurdu. Haziran ayında sağ kanat açıkça partiden ayrılmaktan söz etmeye başladı. Demirel bu kesimin bazı üyelerini, partiden attı ve bazıları da istifa etti.

Aralık 1970’te, AP’den ayrılan 41 milletvekili ve senatör, Millet Meclisi eski başkanı Ferruh Bozbeyli önderliğinde Demokratik Parti’yi kurdular. Partinin adı Menderes ve Bayar’ın yasaklanmış Demokrat Parti’sini hatırlatıyordu.
Meclisin dağıtılması ve sıkı şekilde denetlenmiş seçimler; yeni bir partinin, Halk Fırkası’nın kurulması ve bu partinin bütün Müdafaa-i Hukuk örgütünü devralması, Mustafa Kemal Paşa’nın siyasal konumunu pekiştiren gelişmelerdi.

Doğmakta olan yeni Türk devletinin esas niteliği henüz belli değildi. Osmanlı Saltanatı yaklaşık 1 yıl önce kaldırılmıştı. Ülke, sadece Meclis başkanını değil bakanları, vekilleri de doğrudan seçmiş olan Millet Meclisi tarafından yönetilmekteydi. 1922’de halifelik yalnızca dinsel bir memuriyet olarak düşünülüyordu.

Ekim ayında meclis, meclis ikinci başkanlığı ve dahiliye vekaleti için hükümetin gösterdiği adayları reddedip, bu mevkilerden ilki için Hüseyin Rauf (Orbay)’ı diğeri için de Sâbit Sağıroğlu’nu seçince güvensiz bir durum oluşmuştu. Bu durum karşısında Başvekil Ali Fethi (Okyar) hükümeti, Mustafa Kemal Paşa tarafından ikna edilince hükümet istifa etti.

Bu gelişme meclise, bu hükümeti yeni bir vekiller heyetiyle değiştirme görevi yüklüyordu. Mustafa Kemal Paşa, kendisine yakın olan vekillere görev kabul etmemelerini telkin edince bu mümkün olmadı.

Meclis kendisine danıştığında Mustafa Kemal Paşa, seçilmiş bir cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı tarafından atanmış bir başvekili ve bir kabine sistemi olan Cumhuriyet ilan edilmesi teklifini sundu. Çoğunluk bu teklifi kabul etti ve 29 Ekim 1923’de Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ve ilk başvekili İsmet (İnönü)’ydü.

Bu karar bağımsızlık savaşında önemli rol oynayan Hüseyin Rauf, Ali Fuat (Cebesoy), Adnan (Adıvar), Refet (Bele) ve Kazım (Karabekir) başkentte olmadıkları bir dönemde alınmıştı. Bunlar, İstanbul basınındaki mülakatlarda bu ilana öfkeyle tepki gösterdiler.

Bu dönemde hükümet İstanbul’da son derece gözden düşmüştü. Bunun nedeni ise Cumhuriyetin ilanından çok, hükümetin iki hafta önce Ankara’yı resmen Türkiye’nin yeni başkenti yapmış olmasıydı.

Rauf’un (devletin müstebit olduğu yolundaki üstü kapalı suçlamasını içeren) eleştirel yorumları, Halk Fırkası meclis grubu içinde şiddetli bir tartışmaya yol açtı ve bu tartışma partiyi Aralık ayında neredeyse bölünme noktasına getirdi.

Kasım ayında İstanbul Barosu başkanı Lütfi Fikri basına, halifeye hitaben bir açık mektup göndererek, ondan daha etkin olmasını istemiş ve benzer bir mektup iki ünlü Hintli Müslüman Emir Ali ve Ağa Han tarafından hem başvekile hem de basına gönderilmişti.

Mektup Başvekil İsmet Beye ulaşmadan İstanbul’da yayınlanmış, bu ise İsmet Beyi ve meclisteki taraftarlarını sinirlendirmişti. Lütfi Fikri’nin mi yoksa gazetelern mi devlete ihanet ettiğini araştırması için İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kuruldu. Gazete yöneticileri aklanmasına rağmen Lütfi Fikri beş yıl hapis cezasına mahkum edildi.

1 Mart’ta yeni yasama yılının başlamasının hemen ardından Hilafet kaldırıldı ve Osmanlı hanedanı mensuplarına ülkeden ayrılmaları bildirildi.

Yoğun tartışmalardan sonra Cumhuriyet Anayasası kabul edildi. Bu Anayasa 1876 Osmanlı Anayasası’nın yerini almıştı. 1876 Anayasası, 1909’da, Ocak 1921’de de değişikliğe uğramıştı.