şimdi siz yardırmadan önce ben hemen söyleyeyim, damacana taşıyan adamın da ekmeği ekmek sette sabahlayan adamın da. velhasılı kelam burada damacana taşımayı falan kötülemiyorum, belki aranızda vurgulamak istediğim mevzuyu anlayan vardır.
,
yıllarca okul okuduk hede hödö dramına parmak atmayacağım kesinlikle ama hayallerimize giden yolda neyi eksik yapıyoruz a dostlar? burada yeri geliyor telefonlara bakıp "tamamdır ablacım, gönderiyorum hemen" diyip, peşine servise çıkıp "zam geldi abla, yapacak bi' şeyimiz yok" demekle geçiyor günlerim ve ben kendime acımadan edemiyorum. edemiyorum çünkü öyle ya da böyle kazandığım bazı meziyetler olduğunu ve bu meziyetleri kendi ellerimle paslanmaya ittiğime inanıyorum. inanın burada çalışırken bir yandan "mesleğim" olarak adlandırdığım alan üzerine bir ton şey için çaba veriyorum. bunlar editing, grafik vesaire dahil fakat yetmiyor.

hayır mesele doyumsuzluk değil, mesele göz açlığı da değil, peki mesele ne? tek sıkıntım her gün set tozu yutmak isterken şu postu yazarken bile yanı başımda zırıl zırıl çalan telefonlara cevap vermek zorunda olmam - ki bu cevaplar yarın ki çekimin planlarıyla ilgili değil, ablamız aldığı suyun tadını musluk suyuna benzetmiş, o kadar parayı niye veriyormuş? isteseymiş musluktan doldururmuş, müşteri hep haklıymış-.

öyle veya böyle hala bir şeyler için çabalıyor ve her ne kadar istemeden de yapsam yaptığım işe bir şeyler katmaya çabalıyorum. damacana su satmak için ne kadar bir çaban ve katkın olabilir demeyin, oluyor bir şeyler. şuraya iki cümle yazıp sizlerle derdimi paylaşayım derken kendimi tutamayıp azıcık, birazcık uzun bir yazı yazmışım. eminim bu tür dertlerden müzdarip olan bir milyon arkadaşım daha vardır hiç tanımadığım ama umutsuzluğumuzun bir kenarında tanıştığım. merak etmeyin bu yazıda yazdıklarım kadar melankolik bir insan değilim ve umuyorum ki bir sonra ki "iş" temalı yazım daha umutlu, mutlu ve gururlu olacaktır.

buralara kadar tahammül edip de okuduysanız kuş koysunlar yolunuza, mutlu kalın.

edit: yazım hatası. nicesi vardır elbet, kusuruma bakmayın.
Şu günlerde kurduğu iyi parti ile gündeme gelen siyasetçi ve son kurtarıcımız olarak gördüğüm kişi.
bugün doğum günü olan halk ozanımız. onun bende ayrı bir yeri vardır. bunun nedeni de 2000 yılında aldığım dönem ödevinin onun hakkında olması. daha o zamanlar 12 yaşında velet olan ben, ilk defa büyük bir kütüphaneye gidip saatlerce onu araştırdım. araştırırken adım olan emrenin aşık-müptela demek olduğunu öğrendim.

onun nasıl iyi bir insan olduğunu, nasıl güzel bir kalp gözüne sahip olduğunu öğrendim.

atatürk'ü göremediği için de kalbi biraz buruk olarak öldüğünü öğrendim.

bu topraklarda yaşamış, bu topraklara bir şeyler katmış sayısı az olan insanlardandır. yüzyıllar geçse bile hatırlanacaktır.
2016 şubat ayında, büyük katılımla yapılan kamp etkinliği. ilk başta gelirken, "lan o kadar da çok insan gelmez galiba" derken ilk günün sonunda yaklaşık 300-400 kişi görünce beni güldüren etkinlik olmuştur. soğuktan küfredenler mi dersin, karı tekmeleyenler mi dersin kesinlikle geçirdiğim en iyi kamp deneyimlerinden biriydi.
akyazı - mudurnu arasında yolu sadece bir arabanın gidebileceği genişlikte olan dik ve taşlık patika yolu 45dk gittikten sonra ulaşılan mutlu son. az sayıda insanın kamp yaptığı kurbağa sesleri içinde huzurun nirvanasını yaşatıyor insana.
wc var ama kullanılmıyor. temel ihtiyaçların gitmeden önce şehirden alınması gerekiyor. telefonlar çekmiyor(en güzel yanı) elektrik yok.
söylenenlere ayı falan gelebiliyormuş. biz aç kalmış köpeklerden başka kimseyle karşılaşmadık.
Eskiden annem otostop çekerken yalnız bana dua ederdi büyük bir güruh olduğumuzu fark edince hepimize ediyor "Dikkat edin guzularım" diyerek sizlere sesleniyor
Gelin buraya da gelin insanlar binlerce km öteden geliyor sizde gelin .