ayakkabı parfümünün güzel bir örnek olduğu ürün skalasıdır.
efendim olay şöyle gelişir: kullanıcı ayağına ayakkabıyı kullanmadan hemen önce ayakkabısına bu deodoranttan sıkar ve gün bitince ayağından ayakkabılarını çıkardığında ağır bir koku oluştuğunun farkına varır. sebebi bellidir, ayakkabı parfümü uydurulur, dandiktir. (en azından ona göre değildir.)
halbuki kahramanımız bilmez ki bu ürün giyilecek ayakkabıya kullanımdan bir gece önce sıkılır ki ayakkabı içine temizleyici etki yapsın ve kötü kokuyu baskılasın. ayaklarda kullanım sonucunda hafif parfüm kokusu versin.
efendim siz siz olun, önce ürünün üzerinde yazıyorsa kullanım talimatını okuyun. bir ürün hakkında kesin kararınızı da buna göre verin.
efendim olay şöyle gelişir: kullanıcı ayağına ayakkabıyı kullanmadan hemen önce ayakkabısına bu deodoranttan sıkar ve gün bitince ayağından ayakkabılarını çıkardığında ağır bir koku oluştuğunun farkına varır. sebebi bellidir, ayakkabı parfümü uydurulur, dandiktir. (en azından ona göre değildir.)
halbuki kahramanımız bilmez ki bu ürün giyilecek ayakkabıya kullanımdan bir gece önce sıkılır ki ayakkabı içine temizleyici etki yapsın ve kötü kokuyu baskılasın. ayaklarda kullanım sonucunda hafif parfüm kokusu versin.
efendim siz siz olun, önce ürünün üzerinde yazıyorsa kullanım talimatını okuyun. bir ürün hakkında kesin kararınızı da buna göre verin.
ingiltere'nin kuzeyindeki aynı isimli şehrin takımı. ayrıca genellikle tersane işçileri ve ailelerinden oluşan bir şehir olan sunderland'de bulunan ve hakkında netflix tarafından belgesel de çekilmiş olan, köklü bir futbol kültürü.
Hep kadın hakları, kadına pozitif ayrımcılık vs konuşulurken konuşulması gerektiğini düşündüğüm konudur. Nafakadan iftiralara, uğradığımız haksızlıklara aslında derin konudur...
Hayat ile ölüm arasındaki çizgide(ki bu kimine göre uzun kimine göre kısa) hayatı daha anlamlandıracak veya boktan şeyler yaparak bir parazit gibi yaşama dönemi..
ispanyolca bilen/ ogrenen insanlarin persembe aksamlari besiktas'ta toplanmasiyla , gece boyu ispanyolca sohbetle gecen (gece sonu bazen tr donebiliyor) mini organizasyon.
yaratıcı olanı çok keyiflidir. pirelli'nin " kontrolsüz güç, güç değildir " sloganı atasözü gibi hafızalara kazınmıştır mesela. son günlerde yayınlanan haribo reklamının da gülümsetmediği kimse yoktur diye tahmin ediyorum. içerik üreten her türlü medyanın kazanç kaynağıdır aynı zamanda. reklamlardan nefret eden babama "bir şey üretsen, pazara çıkarsan, biri gelse ve bu ürünü bana ver ama bedava ver dese verir misin?" demiştim. o da tabii ki "hayır" dedi. reklam da işte "senin bedava sanarak izlediğin ama aslında bedava olmayan o ürünün ödemesi" dediğimde hak vermişti olaya. tv reklamlarının çok uzun sürmesi, internet reklamlarının her yerden fışkırdığında yarattığı görüntü kirliliği, video önü reklamlarının gereksiz uzun olması sinir bozucu. bu nedenle pek sevilmemesi normal ama çok da ön yargılı olmamak lazım. mesela doğal reklam içeriklerinin altına yazılan öcü görmüş gibi "reklam buuuu" yorumlarına çok gülüyorum. arkadaş adam taş mı yesin? para kazanacak tabii :) neyse ki alternatif medyalar oluştu da (netflix gibi) bu sorundan muzdarip olanlara bir çözüm sundu. reklam izlemek istemiyorsan aylık şu kadar öde, istediğin içeriği reklamsız izle diyor.
Yola çıkmak dostlar, ne zaman birisi beni üzse tereddütsüz çantamı hazırlayıp çıkarım. Bazen bir sahil kasabasına bazen sakin bir iç Anadolu şehirine, yeni yerler görmek nasıl da iyi geliyor ne güzel iyileştiriyor insanın ruhunu...
iki kuzenim var. birinin babası emekli paşa, diğeri evli çocuklu kendi halinde evinin babası. uzun süre görüşmeyince bir buluşma ayarlayıp taksim’deki solera winery‘de toplaştık. ortam zaten göt kadar ama şahane. herkes birbiriyle kaynaşmış ve biz 3 kişi 4 şişe şarap içtik. kafamız hoş, etrafa gülücükler atıyoruz ama çok iyiyiz. neyse gecenin ilerleyen saatleri mekandan ayrıldık. kuzenlerden biri “abi bi cila atalım mı?” demesiyle hikayemiz başladı.
nevizade’de şu an ismini hatırlamadığım bir mekana oturup bomonti filtresizlerimizi söyledik. henüz ilk şişenin ortalarına gelmemişken gençler ben lavavoya diyerek aralarından sıyrıldım. kusuyorum, kuzenlerin yanına gidiyorum, iki dakika sonra gidip yine kusuyorum. onlarda henüz bir şey yok.
mekandan ayrıldık ve babası emekli asker olan kuzen alkol aldığı için o geceyi geçirmek üzere harbiye orduevi’ne gitti. ben diğeriyle minibüslere binmek üzere mis sokağa girdik. çok sıra beklemeden cevizlibağ minibüsüne bindik. arka dörtlüye yanyana kurulduk. minibüs henüz tarlabaşı caddesinde ilerlerken ikimizde böğür böğür kusmaya başladık. bizi minibüsten attılar.
indiğimizde kusmaya devam ediyorduk. bu arada iki tane transeksüel’in bize koşarak geldiğini ve “yetişin çocuklar kan kusuyor!!” diye bağırdığını duydum. genç bir çocuk da elindeki plastik şişedekisuyu yüzümüze atmaya çalışıyordu. ben bir ara kafamı kaldırıp transeksüellerden birine “ abi kan değil şarap” dedim. etrafımıza polisler de gelmişti. neyse ben biraz kendime geldim. polis bana ambulans çağırabileceğini, alkol zehirlenmesi geçirmiş olabileceğimizi söyledi. yok abi karıştırdık biraz, sen bize bir taksi çağır yeter dedim. çok geçmeden bir taksi yanaştı. unkapanı sarnıçlara gelmeden ikimizde yine takside kusmaya başladık. adam sağa çekip bagajdan kaptığı bidonu kafamızdan aşağı boca etmeye başladı. ben cevizlibağ’da indiğimde kuzenim bayılmıştı bile. zavallı çocuk kendine bir türlü gelemediği için sabaha kadar taksici sokaklarda dolanıp durmuş.
ben ise bindiğim metrobüs ile iki durakta bir inip kusmaya devam ediyordum. eve vardığımda banyoda öğürerek safra çıkardığımı hatırlıyorum.
bu olaydan sonra 1 sene ağzıma alkol koyamadım. resmen tiksindim. işin özeti, şarap ve birayı karıştırmayın gençler.
edit: imla
nevizade’de şu an ismini hatırlamadığım bir mekana oturup bomonti filtresizlerimizi söyledik. henüz ilk şişenin ortalarına gelmemişken gençler ben lavavoya diyerek aralarından sıyrıldım. kusuyorum, kuzenlerin yanına gidiyorum, iki dakika sonra gidip yine kusuyorum. onlarda henüz bir şey yok.
mekandan ayrıldık ve babası emekli asker olan kuzen alkol aldığı için o geceyi geçirmek üzere harbiye orduevi’ne gitti. ben diğeriyle minibüslere binmek üzere mis sokağa girdik. çok sıra beklemeden cevizlibağ minibüsüne bindik. arka dörtlüye yanyana kurulduk. minibüs henüz tarlabaşı caddesinde ilerlerken ikimizde böğür böğür kusmaya başladık. bizi minibüsten attılar.
indiğimizde kusmaya devam ediyorduk. bu arada iki tane transeksüel’in bize koşarak geldiğini ve “yetişin çocuklar kan kusuyor!!” diye bağırdığını duydum. genç bir çocuk da elindeki plastik şişedekisuyu yüzümüze atmaya çalışıyordu. ben bir ara kafamı kaldırıp transeksüellerden birine “ abi kan değil şarap” dedim. etrafımıza polisler de gelmişti. neyse ben biraz kendime geldim. polis bana ambulans çağırabileceğini, alkol zehirlenmesi geçirmiş olabileceğimizi söyledi. yok abi karıştırdık biraz, sen bize bir taksi çağır yeter dedim. çok geçmeden bir taksi yanaştı. unkapanı sarnıçlara gelmeden ikimizde yine takside kusmaya başladık. adam sağa çekip bagajdan kaptığı bidonu kafamızdan aşağı boca etmeye başladı. ben cevizlibağ’da indiğimde kuzenim bayılmıştı bile. zavallı çocuk kendine bir türlü gelemediği için sabaha kadar taksici sokaklarda dolanıp durmuş.
ben ise bindiğim metrobüs ile iki durakta bir inip kusmaya devam ediyordum. eve vardığımda banyoda öğürerek safra çıkardığımı hatırlıyorum.
bu olaydan sonra 1 sene ağzıma alkol koyamadım. resmen tiksindim. işin özeti, şarap ve birayı karıştırmayın gençler.
edit: imla
(bkz: 17 yaş) ağaç yaşken eğilir felsefesi ile çıkmış olduğum yol ve ilk kampımı yaptığım yaş. bu arada sözlüğün en genci hala benim sanırım...
bir çocuğa kahkaha attırmak, yolda tanıştıklarımız ile normal hayatta karşılaşmak, otostopta aynı araca gidiş-dönüş denk gelmektir.
(bkz: basit şeylerden mutlu olmak)
(bkz: basit şeylerden mutlu olmak)