Sabah işe gideceğini bile bile yatakta dönüp durmak. Nerdesin uyku gel artık
Zamanında iç anadolu bölgesi’de pavyon ve gazinoların aranan ismiydi. Şimdilerde ne yapar ne eder bilmiyorum.
1999 senesinde yaptığı angaralı hovarda ve 2001 yılında çıkarttığı sokak kadını albümleriyle büyük bir çıkış yakalamıştı.
Daha sonraları bazı güzel şarkılar yapsa da yeni albümleri olmamış kendini tekrara başlamıştır. O kadar tekrara düşmüştür ki neredeyse bütün albümlerinde en çok tutulan sokak kadını ve titresin ellerin şarkısı vardır.
Şarkıları arasında benim favorim ise gittiğin o yollar ’dır.
1999 senesinde yaptığı angaralı hovarda ve 2001 yılında çıkarttığı sokak kadını albümleriyle büyük bir çıkış yakalamıştı.
Daha sonraları bazı güzel şarkılar yapsa da yeni albümleri olmamış kendini tekrara başlamıştır. O kadar tekrara düşmüştür ki neredeyse bütün albümlerinde en çok tutulan sokak kadını ve titresin ellerin şarkısı vardır.
Şarkıları arasında benim favorim ise gittiğin o yollar ’dır.
Yalnızlıklar, hasan ali toptaş'ı edebiyata döndüren kitap. Okuyucu olarak devam etme kararı aldığı edebiyata; bu kitabın etkisiyle yazar olarak devam etmiştir. Kitabın türü hakkında bir şey söylemek çok da mümkün değil. Şiir kelimesini kendi kabul etmez, düzyazı da diyemeyiz. En doğrusu metin demek sanırım.
Kitabın ilk önce ismi dikkatimi çekmişti. "Yalnızlık çoğaltılabilen bir şey mi?" diye sormuştum kendime. Sonra o meraktan bu metinleri okumaya başladım. Okudukça yalnızlığın 'öteki kendimizle', 'babalarımızla', 'ölümlerle', 'gidenlerle', 'kalanlarla', 'içinde yaşadığımız toplumla' nasıl da çoğaldığını, yalnızlığın aslında yalnızlıklar cenderesine denk düştüğünü anladım. Anlamak çoğu zaman pek makul bir şey değildir. Bu yüzden yalnızlığı biraz daha çoğaltmış oldum kendimde.
Numaralandırılmış 31 metinden oluşuyor kitap. Her metnin sonu o metnin özetini içeren son bir yalnızlık sözüyle bitiyor:
" Yalnızlık uçurumları giyinmektir biraz da."
"Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır."
"Ölülerin dönüp dönüp bizde yaşamasıdır yalnızlık."
"Yalnızlık alıp karşına kendini,
Öteki kendinle konuşmaktır.
Bakışmaktır, öteki kendinlerle;
Dövüşmektir.
Kimi zaman da öldürmektir
içlerinden sana en çok benzeyeni,
Benzemiyor diye.
Yalnızlık, öldürmektir." ( 7. Metin)
Bu kitabı okumamak iyidir. Umarım herkes çoğaltılmamış tekil yalnızlığında kalır.
Kitabın ilk önce ismi dikkatimi çekmişti. "Yalnızlık çoğaltılabilen bir şey mi?" diye sormuştum kendime. Sonra o meraktan bu metinleri okumaya başladım. Okudukça yalnızlığın 'öteki kendimizle', 'babalarımızla', 'ölümlerle', 'gidenlerle', 'kalanlarla', 'içinde yaşadığımız toplumla' nasıl da çoğaldığını, yalnızlığın aslında yalnızlıklar cenderesine denk düştüğünü anladım. Anlamak çoğu zaman pek makul bir şey değildir. Bu yüzden yalnızlığı biraz daha çoğaltmış oldum kendimde.
Numaralandırılmış 31 metinden oluşuyor kitap. Her metnin sonu o metnin özetini içeren son bir yalnızlık sözüyle bitiyor:
" Yalnızlık uçurumları giyinmektir biraz da."
"Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır."
"Ölülerin dönüp dönüp bizde yaşamasıdır yalnızlık."
"Yalnızlık alıp karşına kendini,
Öteki kendinle konuşmaktır.
Bakışmaktır, öteki kendinlerle;
Dövüşmektir.
Kimi zaman da öldürmektir
içlerinden sana en çok benzeyeni,
Benzemiyor diye.
Yalnızlık, öldürmektir." ( 7. Metin)
Bu kitabı okumamak iyidir. Umarım herkes çoğaltılmamış tekil yalnızlığında kalır.
“Dikkat! İçerde Felsefespri var!”
Harvard’lı iki felsefe profesörü, Thomas Cathcart ve Daniel Klein’in felsefeyi espriyle anlattığı kitap. Okuduktan sonra felsefeyi daha da sevdiğim bir kitaptır. Mizahın anlatım gücüyle felsefeyi sevmeyen insanlar bile bu kitabı bence sevecektir.
Harvard’lı iki felsefe profesörü, Thomas Cathcart ve Daniel Klein’in felsefeyi espriyle anlattığı kitap. Okuduktan sonra felsefeyi daha da sevdiğim bir kitaptır. Mizahın anlatım gücüyle felsefeyi sevmeyen insanlar bile bu kitabı bence sevecektir.
katılamayacağım bir etkinlik daha, neden mi? çünkü çadırımı sattım!
Türkiye’nin kuzeyinde bulunan deniz ve coğrafi bölgenin ortak adıdır. Tuzluluk oranı düşük bir denizdir. Bölge ise yeşil doğasıyla tanınır. Bölgenin doğusu Gürcistan’a sınır komşusudur. Aynı zamanda benim soyadımdır. Güçlü bir kelimedir.
Edit: Bir gün umarım gidip görebilirim çünkü soyadım olduğu halde oralara hiç gitmemiş olmak can sıkıcı.
Edit: Bir gün umarım gidip görebilirim çünkü soyadım olduğu halde oralara hiç gitmemiş olmak can sıkıcı.
ben bu başlığa üç kişinin adını yazacağım, belki de dört; abidin dino, ferit edgü ve genco erkal.
Bu ülkenin yetiştirdiği bence en büyük üç entelektüeli ve en iyi dostları aynı masada toplamayı çok isterdim. Doğunun en ücra kasabalarından birinde, bolca esintinin olduğu bir yaz akşamı, köy evinin damında ev yapımı boğma rakılarımızı yudumlarken Siyaset, edebiyat ve sanat üzerine müthiş bir sohbet etmek isterdim. Sabaha karşı sızıp, gözlerimi avrupa'nın herhangi bir şehrinde açmayı ne kadar çok arzulardım, bir bilseniz.
orada tezer özlü’yle bir kadeh şarap içmek isterdim. Ama fonda telemann’dan vivace çalacak. Ben o müziğin büyüsüne kapılmış tezer'in gözlerinde bir kıvılcım ararken bana aşklarından bahsedecek. mesela güner* beni bırakıp oyunculuğu seçti, erden* ise iyiydi diyecek, hakkında çok konuşmayacak. Hans* son aşkımdı ama benimle çok ilgilenemedi belki de ilgilenmek istemedi diyecek.
Daha bitiremediği kadehi elinden alıp elini tutacağım. Tutkulu bir öpücüğün ardından sabah kadar sevişeceğiz belki, ama o beni sevmeyecek. Her şey o pansiyon odasında, bizim kirlettiğimiz çarşafların üzerinde kalacak.
Sabah beni terk ettiğinde arkasından yine adını ilk defa ondan duyduğum bir yazarın şu sözlerini hatırlayacağım; “Hayatın alaycı yasalarından biri de şudur: Sevilen kimse, veren değil, alan insandır. Sevilen kimse vermez, çünkü seven verir. Bu da anlaşılmayacak bir şey değildir; çünkü vermek almak kadar kolay unutulmayan bir zevktir; kendisine bir şey verdiğimiz insan bizim için gerekli, yani sevdiğimiz bir insan olur. Vermek bir tutku, neredeyse bir kusurdur. Kendisine bir şeyler verebileceğimiz bir insan olması gerekli.”*
Bu ülkenin yetiştirdiği bence en büyük üç entelektüeli ve en iyi dostları aynı masada toplamayı çok isterdim. Doğunun en ücra kasabalarından birinde, bolca esintinin olduğu bir yaz akşamı, köy evinin damında ev yapımı boğma rakılarımızı yudumlarken Siyaset, edebiyat ve sanat üzerine müthiş bir sohbet etmek isterdim. Sabaha karşı sızıp, gözlerimi avrupa'nın herhangi bir şehrinde açmayı ne kadar çok arzulardım, bir bilseniz.
orada tezer özlü’yle bir kadeh şarap içmek isterdim. Ama fonda telemann’dan vivace çalacak. Ben o müziğin büyüsüne kapılmış tezer'in gözlerinde bir kıvılcım ararken bana aşklarından bahsedecek. mesela güner* beni bırakıp oyunculuğu seçti, erden* ise iyiydi diyecek, hakkında çok konuşmayacak. Hans* son aşkımdı ama benimle çok ilgilenemedi belki de ilgilenmek istemedi diyecek.
Daha bitiremediği kadehi elinden alıp elini tutacağım. Tutkulu bir öpücüğün ardından sabah kadar sevişeceğiz belki, ama o beni sevmeyecek. Her şey o pansiyon odasında, bizim kirlettiğimiz çarşafların üzerinde kalacak.
Sabah beni terk ettiğinde arkasından yine adını ilk defa ondan duyduğum bir yazarın şu sözlerini hatırlayacağım; “Hayatın alaycı yasalarından biri de şudur: Sevilen kimse, veren değil, alan insandır. Sevilen kimse vermez, çünkü seven verir. Bu da anlaşılmayacak bir şey değildir; çünkü vermek almak kadar kolay unutulmayan bir zevktir; kendisine bir şey verdiğimiz insan bizim için gerekli, yani sevdiğimiz bir insan olur. Vermek bir tutku, neredeyse bir kusurdur. Kendisine bir şeyler verebileceğimiz bir insan olması gerekli.”*
Üst edit: 89. Dakikada yusuf yazıcı'nın asisti ile ozan tufan 'ın ağlara attığı gol ile 96 dakikalık mücadeleyi kazandık.
Tanım: İlkyarısında kaçan her golden sonra ifrit olduğum milli futbol maçı.
Umarım ikinci yarıda golleri bulur ve 3 puanı alırız.
Bu gece her bir oyuncumuz öyle güzel oynadı ki... o 3 puan tamamen bizim hakkımız.
Tanım: İlkyarısında kaçan her golden sonra ifrit olduğum milli futbol maçı.
Umarım ikinci yarıda golleri bulur ve 3 puanı alırız.
Bu gece her bir oyuncumuz öyle güzel oynadı ki... o 3 puan tamamen bizim hakkımız.
Evrensel bir öğretidir.
“Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” ya da “sana nasıl davranılmasını istiyorsan başkalarına da öyle davran” ilkesidir.
“Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” ya da “sana nasıl davranılmasını istiyorsan başkalarına da öyle davran” ilkesidir.
Aşık olunan, sevilen kimsedir. Arapça kökenli bir kelimedir.