#tüm lordofthebeads entry'leri

şöyle bir kitap bile yapılmış likya yolu'yla ilgili. bu yürüyüşe çıkmayı kesinlikle istiyorum, ancak şöyle genişçe, profesyonel, tecrübeli bir ekiple birlikte çıkmak isterdim. zaten gidenler de bunu tavsiye ediyor. arkadaş arayan tecrübeli gezginlere selam ederim efenim.
gerçekler: akademisyen.
hayaller: gezgin olmak.
kafama göre arkadaşları buradan bulabileceğime inanıyorum.
rehberlik hizmeti almadan milli park'a girilememekte, ancak sütüven ve hasanboğuldu şelaleleri ziyaret edilebilmektedir ki buralara gidiş yolu da epey zorludur ancak zeytinli köyünden itibaren 3-5 kilometreden uzun değildir.
yine zeytinli köyündeki merkezden alınan rehberlik hizmeti ise entrinin yazıldığı tarih itibarıyla 140 tl.dir. bu fiyatı biraz yüksek görünen rehberlik sayesinde anladığım kadarıyla dağın yüksek noktalarına doğru ve ormanın derinliklerinde oksijen seviyesinin çok yüksek olduğu bölgelerde sıkı bir yürüyüş yapılmaktadır.
pamukkale travertenlerinin coğrafi olarak ne kadar bir ömrü kalmıştır, bilmiyorum, fakat bu muhteşem güzellik bir süre sonra yok olacakmış gibi geliyor bana.
türkiye'de gezdiğim en hayranlık uyandırıcı yerdi. ben gittiğimde yağmur yağmaya başladı ve bütün turistler yukarıdaki korunaklara gittiği için travertenlerde tek başıma kaldım. yukarıdan düşen serin yağmur damlaları ve ayağımın içinde dolandığı sıcacık kaplıca suları içinde oradan yürümek unutulmazdı benim için. tekrar gittiğimde denize gider gibi şortla gitmek, bembeyaz sıcak su havuzlarında -ki derinliği en fazla diz üzerine çıkıyor- uzanarak tadını çıkarmak istiyorum bu güzelliğin. gidenlere denize-havuza girecek şekilde hazırlanarak gitmelerini öneririm; zira traverten havuzcuklarının haricinde travertenlerin üzerindeki hierepolis'te de yüzülebilecek bir antik havuz var.
kesinlikle türkiye'deki en güzel günbatımlarından biri zambak tepesi'nden izlenebilir.
ben bunu bilmeden, gölyazı adasını ziyaret ettiğim gün adada gezdikten sonra rastgele tepeye çıktığımda karşılaştım muhteşem günbatımı manzarasıyla. etkisi muhteşem oldu. akşama doğru tepeye çıkarken yanınıza sevdiğiniz içeceği almayı unutmayın derim. günbatımını izlemek ve fotoğraf çekmek için inşa edilmiş küçük binaya tırmanarak keyfini çıkarın. muhakkak gezilecek yerlere eklenmesi gereken bir yer.
belki de gittiğim dönemde havanın rüzgarlı oluşundan kaynaklanıyordur ama deniz çalkantılı ve fotoğraflarda görüldüğü kadar mavi değildi. beyaz kumlar da beni yine fotoğraflarda olduğu kadar etkilemedi. belki biraz daha fazla zaman harcamalı, daha iyi bir halini görmek için beklemeliydim ama kısa bir ziyaretten sonra biraz hayal kırıklığı ile ayrılmak durumunda kaldım. gideceklere tavsiyem fotoğraflara bakıp büyük bir beklenti içine girmemeleri.
bir genelleme yapacak kadar bilgim yok açıkçası türkiye'deki gezgin profiline dair. çok farklı kafada, kültürde, mizaçta, çok farklı sosyal ekonomik düzeylerden gelen gezginler vardır. dolayısıyla genelleme yapmak zor.

ama genel şeyler söylenebilir. evet, artık birbirinden farklı dünyalara ait olan herkes instagram'da buluşuyor. gezenler fotoğraflarını paylaşıyor. yine de bazı ayrımlar yapılabilir. arkada bir doğa fonu olsa da ön planda kendi vücutlarını teşhir edenler, doğal peyzaj değil de gidilen mekanları ve içilen pahalı içkileri vs. teşhir edenler; bunlar bir grup olsun diyelim. bunlara, kapitalist tüketim ve teşhir kültürüne bulanmış, orta sınıf-beyaz yakalı steril yaşamlar süren, baba parası yemiyorsa haftaiçi 8-5 çalışan, haftasonu ve tatillere bir hayat sıkıştırmaya çalışan zavallı sistem mağdurları diyelim. bu tip insanlar çoğunluğu oluşturuyor. bu insanlar aynı zamanda toplumun bütün köleci-sömürgeci-benmerkezcil yerleşik ahlak normlarını da dibine kadar içselleştirmiştir. evet bu insanlar çoğunlukta. ve onlar her yeri zaptetmiş durumda, sosyal medya dahil. ama sırf onlardan kurtulmak için sosyal medyayı, paylaşımı, kendimiz gibi olanlara ulaşma umudunu, fotoğraf çekme hazzını terkedecek değiliz sanırım.

bu tür insanlar gezgin olmaktan ziyade "turist"tir. yolculuklarında spiritüel, manevi bir yan yoktur. boş boş gezerler. yolu sindirmezler, ruhlarında hissetmezler. sanırım artık karşı kutupta duran gezgin tipinden söz etmek gerek biraz da. her ne kadar burada yaygın olarak olandan ziyade olması gereken üzerine konuşuyor olsak da. gezginin yolculuğuna manevi bir şeylerin de eşlik etmesi gerektiğini sanırım her gezgin kabul eder. mark twain'de, melville'de, kerouac'ta, her zaman yolculuğa bir yaşam modunu arayış, bir tutku, manevi bir neşe eşlik eder. belki bu eski gezgin ruhların günümüzdeki devamcıları da, yolu sanatla, fotoğrafla (ama esaslı bir fotoğrafçılık uğraşıyla), yanda taşınan bir kalem ve bir parça kağıt aracılığıyla yazmakla, taşınan bir-iki kitap aracılığıyla da edebiyatla ilişkilendirirler. en azından, gezginlerin kafalarında, yolda sınamak ya da oluşturmak istedikleri taslak halinde, belli belirsiz bir fikir, bir ide, bir hayal vardır, yola, hayata, özbenliklerine, insanlarla olan ilişkilere ve dünyaya dair.

aslında ben kendim, söz etmeye çalıştığım iki tip arasında salınan birisiyim. beyaz yakalı çalışanım, ama genel normları ve steril beyaz yakalı turistik gezilerini sevmiyorum. part-time da olsa, haftasonlarıyla da kısıtlı kalsa, gerçek bir gezgin gibi seyahat etmeye çalışıyorum. yoldan beklediğim manevi bir şeyler var. en azından beni o rutinden, o olağan hislerden kurtarmasını, başka bir vizyon açmasını bekliyorum. bilmiyorum, belki de abartıyorum. aslında bazen sadece unutmak için vuruyorum kendimi yollara. kerouac'ın dediği gibi, birkaç dakikalığına kim olduğumu tamamen unutabileceğim o anı yaşayabilme umuduyla.