#tüm istanbul-beyefendisi entry'leri

gece deniz kenarında, denizden henüz çıkılmışken koşa koşa çadıra gidilir. tabii öncesinde denizde başlanmıştır. "çadırdaki seks denizde başlar " sözünü hatırlatmakta fayda var. (az önce uydurdum ama doğru laf)
ardından çadıra hışımla girilir ve sekse başlanılır.

kısa sürede biter (eh yani, çağımızın problemi; erken boşalmak)
sonra tekrar koşarak denize gidilir.

tabii gece ve deniz kenarında yapılırsa tadından yenmez bir eylem.
sessize alıyorsun, rahatına bakıyorsun. soran olursa daa...

he he gördüm diyorsun.
sessize alınması gereken bir grup.
bir yağmur yağsa
kötülükleri alıp götürse.
bir yağmur yağsa
iyiliklerimizle serinlesek.
bir yağmur yağsa,
ve biz;
o yağmurdan korksak.
uçsuz bucaksız yerlere kaçsak.
desek ki;
oraya yağmur yağmıyor.
ama gidene kadar sırılsıklam olacağız...
bir yağmur yağsa,
teninle tenim arasında
sadece su tanecikleri kalsa.

@istanbul beyefendisi
"aaa, bunda şunu mu anlatmak istedin?" dedi ve sabaha kadar konuştuk. 

korktuğum başıma geldi. hani hiç bilmediğin bir kasabaya gitmişsindir. bir şeylerden kaçmışsındır. orada seni tanıyan birine rastlamışsındır. korkmuşsundur, seni yakaladı diye, seni buldu diye... ama hiç bulamayacaktı. bulmaması gerekecekti ve sen hep kaçacaktın. kimsenin olmadığı, kimsenin seni bilmediği yerlere...
ne zaman yalnız değilsin ki? iyilikte, kötülükte, mutlulukta, ağlamakta...
pekâlâ yani bir zamanı var mı, şu zamanda yalnız değildim, gerçekten yalnız hissetmedim diyebileceğimiz?
bence yok. 
olması gereken de bu. yani hayat çift kişilik ama tek yaşanıyor. tek yaşanması da kötü bir şey değil. hatta daha güzel bir şey. 
yalnızlığı kötü bir şey olarak göstermek kötü. 
tekrardan yinelemek istiyorum. 
kimse senin iyiliğini, senin için istemez. herkes, kendisi için ister. çünkü; yanlarında kötü, hasta birini görmek istemezler. 
bu yüzdendir ki yalnızlığı suçlamayın, kirletmeyin, kötülemeyin.
yalnızlık iyidir, hoştur. yalnız atlatılan anlar daha bi'hoştur.
yani bu insanları fazla irdelemeyin arkadaşlar. 

ağlıyor da olabilirler. sakın ola ki yakından bakmayın. 
kalabalık ortamda sessiz sakin ağlamak zorunda kalanlar için mükemmel bir icattır güneş gözlüğü. böyle yanağına kadar süzülür damla, onu da peçeteyle silersin. kimse anlamaz ağladığını. 

nereden mi biliyorum?
ne zaman bir bankaya girsem, orayı soyma planları yaparım. evet, aklınıza gelen o diziden çok etkilendim; la case de papel. evet benim gibiler izlememeli. 

neyse neyse yine o gündenler bir gün girdim bankanın birine.
öyle sıra beklemeye başladım. dışarıdaki havanın sıcak, içerideki havanın buz gibi olması inanılmaz bir duygu yaşatıyordu. adeta dışarıdakilere fakir gözüyle bakmaya başlıyordum. kapitalist dünya işte içine çekiyor kara delik gibi... 
ayak ayak üstüne atıp telefonumla uğraşırken, güneş gözlüklerimi de çıkarıp havaya tam girmek istiyordum. yani, dışarıdan güneş almıyordu ama olsundu belki dışarıdaki insanlar bizi görür. cebimdeki son cikleti de çıkarıp geviş getire getire çiğnemeye başladım. evet, tam bir havalı, paralı bir beyefendiydim. artık bankada çalışan ayşe hanıma, fatma hanıma selam verip onların göğüs çatallarına rahatlıkla bakabilirdim. hatta onları tanıyormuş gibi davranıp iyice gereksiz hareketlerle bulunabilirdim. evet, havalıydım ben. onların hesabıma bakana kadar da paralı gözüküyordum. 

sırama çok vardı. ben de bu havalı halimden taviz vermemek için sıra bekliyormuş gibi davranmıyordum. ikide bir ellerimle saatime vurup; "nerede kaldı bu para? ah, milyonlarım. lanet şeyler" diye mırıldanıyordum. tabii o sırada kulaklığımda "shake it up şekerim " çalıyordu ama bir klasik müzik dinliyor edasıyla duruyordum. inanılmazdım ben. 

o sıralarda dışarıda bir olaya şahit oluyordum. tek bacağı olmayan bir amca otobüse yetişmeye çalışıyordu. koşmaya çalışıyordu yani. seke seke 133p kodlu otobüse yetişecekti... çok zordu, çok. otobüs tam hareket edecekken otobüsten biri inip amcaya doğru koştu ve amcayı yakaladığı gibi kucağına aldı otobüse bindirdi. tam da o sırada "motorları maviliklere süreceğiz çocuklar " diyordu edip akbayram... 

gözlüğümü çıkardım. cikleti çöpe tükürdüm. ve ciddiydim, bu bankayı soyacaktım! 
sıra bana geldiğinde "ciao bella" çalmaya başlamıştı. harika bir müzik tonunda, harika bir yürüyüşle müşteri danışmanıma gitmiştim. tek kulaklığımı çıkarıp danışmanı dinlemeye başladım. bir yandan da bankayı nasıl soyarım onun planını yapmaktaydım. tabii bir yandan da "ciao bella" 

"beyefendi hoşgeldiniz " 
" hoş gördüm, hanımefendi" 
tabii o sıralar etrafı süzüyordum. acaba büyük kasa neredeydi? acaba suyla dolar mıydı o kasa? iyi de bu soygunlar toplu çeteyle yapılıyordu. gerçi, onlar koskocaman bankayı soydular. ben ise ufacık banka için ekip mi arayacaktım? hadii canim. 
"kimlik lütfen" 
dur yahu, sen benim iç sesimi mi duyuyorsun? bakışlarından korkmadım değil.
"buyurun, hanımefendi" 
bu kıvırcık hanımefendiyi de rehin alırdım. dur ya, ben rehin aldığım insanla sert sevişmeliydim. bu hanımefendi olur muydu acaba? 
hem ben kendime ne isim vereceğim? hangi ilin ismini versem acaba? muğla? yok ya, çok çok işlevsiz, denizden başka bir bok yok. gerçi, denizleri de artık kirlendi insanlar sağ olsun. adana? adanalılara hakaret olur. onlar böyle küçük bankalar soymazlar. ne koysam acaba? 
"kayseri" 
"ne, ne ne, anlayamadım hanımefendi?"
" kütüğünüz kayseri'de gözüküyor. onu dedim beyefendi."
" he, evet." 
evet, kayseri iyi bir tercihti. bankayı soyana kadar kayseriydi ismim artık. şimdi şu bankacıya isim bulmak kaldı. acaba ne koysam? öyle bir şey koyuyum ki... böyle bir sendrom olsun. bana tapsın. acaba ne? 
"yozgat" 
" anlayamadım, afedersiniz hanımefendi?"
" ben de yozgatlıyım, hemşehri sayılırız. onu dedim."
" he, ne kadar güzel "
tamam işte bulduk, senin de ismin yozgat olur. gerçi bu kadar naif bir insana da yozgat diyerek harcamış mi oluruz? yok yok, n'olcak ki? hem anonim kalabilir rahatlıkça. tamam yozgat ve kayseri. harika ikili olacağız. bana tapacaksın. seneye de gider başka yeri soyarız. 
" şuralara imza alabilir miyim?"
ney, ne imzası? lan dur daha ancak soyacağız, ne imzasi? 
"tabii, hanımefendi." 
imzaladım hepsini. tamam burada benim de mülküm var sayılır. rahatlıkla soyabiliriz. 
"yozgat, hazır mısın?" 
"ne? anlamadım, beyefendi." 
anaaa frekanslar karıştı. 
" hazır mısınız yani? yozgat'a gitmeye hanımefendi ahehahe" 
ahehahe diye gülme olur mu demeyin? benim geri vites gülüşüm. ben memnunum. 
"uzun zamandır gidemiyorum beyefendi"
aaa, bak sohbet açmaya çalışıyor. evet, istediklerim gerçekleşiyordu. bana tapacaktı! sert sevişecektik. 
" iş dışı neler yaparsınız yozgat hanım?" 
bir iki saniye sessiz kaldım. umarım mırıldanmışımdır. frekanslar karışmaya başladı. tabii işin içine sert sevişme girdi. 
" yozgatta, annem babam var. orada onlari ziyaret ederim. işte eş, dost." 
eş mi? ahaaa tamamdır o halde bu iş. soyuyoruz burayı!
o sırada masamıza ikinci bir bankacı gelmeye başlamıştı. sanırım bununla ilişki yaşıyordu. tam konuya gireceğim zırt masamızdaydı. 
" hanımefendi şimdi size bir..." 
derken geldi yine. 
" ya bi siktir git artık arturo"
ne dedim ben? inşallah duymamıştır. allah'ım sen duydun mu? bak ben öyle bir şey demedim. lütfen yani. amk arturo'su yüzünden başımıza gelmeyen kalmayacaktı. bir defol lan artık. 
" yani telefona dedim, arkadaşla konuşuyorduk da kusura bakmayın küfürlü konuştum." 
ikisi de bana deliymiş gibi baktı. ulan hadi ben deliyim ama siz eşlerinizi aldatıyorsunuz puştlar! 
" belgeleriniz burada buyurun beyefendi. başka bir işleminiz yoksa .." tamam tamam kes giderim ben. 
"yok hanımefendi, teşekkür ederim. "
" ben, teşekkür ederim. görüşürüz. "
görüşürüz mü? bu ne demek? soyacak mıyız yani burayı? tamam ben okeyim. şimdi gidiyorum ama bir dahakine geldiğimde soyacağız burayı. 
planlarımı yapıp tekrar gelmek ümidiyle kapıdan çıkarken "ciao bella" diyorum. 
hoşça kal banka...
bugün evdeki genel çöpleri toplayıp atmaya çıktım. hemen bir koşu gidip gelecektim. bu yüzden anahtarı almadım ve kapıyı da açık bıraktım. çöpü attım ve geri döndüğümde apartman giriş kapısı kapalıydı. tuzla'da 5 katlı bir apartmanın 4.katında oturuyorum. 20 daire falan var ama insanları az çok tanıyorum. yani evde olduklarını biliyorum.(sesten dolayı. ayrıca bakınız yüksek sesle seks yapan komşu/@icinizdenius )

neyse zillere basmaya başladım. evde olduğundan kesinkes emin olduklarım âdeta sağır takliti yapıyordu. giriş kapısını açmıyordu! evde olanların zillerine teker teker bastım ama yok yani açan falan yok. lan acaba bugün bayram mayram... çocuk derken... jeton düşmüştü. yani keşke dediğim gibi olmasaydı keşke...

yakın olan cama bir taş attım. cama birisi çıktı. elimde de çöp kovasi var. 
"he, yok." dedi.
"anlamadım?" 
"çöpümüz yok"
" hanımefendi durun durun, ben çöpçü değilim. üst katta oturuyorum. kapıda kaldım da, alt kapıyı açar mısınız?"
giriş kapısını açtı. yukarıya çıkarken, o komşu kapı açık bekliyordu. 
" ya, biz şey sandık. kusura bakmayın. açmadık kapıyı. "
"ne sandınız, he sorun değil. elimde çöp kovasi var nornaldir. " 
"hayır hayır, ilk başta yani. bayram nedeniyle zile basan çoluk çocuklar iste. "

bir şey diyemeden hemen yukarı çıktım. kanım dondu. neyse güzel bir bayram oluyor. veryy goooodd