sene 2 ay önce sabah 11 suları falan yeni uyanmış kahvemi yapmış aylak aylak internette dolaşıyorum birden telefonum çaldı arayan babam açtım telefonu babamın sesinde garip bir heyecan var hemen dedi iki tane (bkz: tayland) bileti al yarın için. ben tabi afalladım bakkaldan sigara almaya üşendiği için mahallenin çocuklarına paket başına maaş ödeyen adamdan bahsediyoruz ki bakkal karşı binamızın alt dükkanıdır. olur dedim baba metrodan mı kamil koç'tan mı alayım ? otobüsle uzun olur zaman kaybı uçak bileti al dedi zamanımız olsa otobüsle gideceğiz tayland'a adam ciddi. telefonu kapattım 2 dakika sonra kredi kartı bilgilerini atmış bir de otel ayarlamamı belirten mesaj yazmış. ben gittikçe kıllanmaya başlasam da 2 bilet kestim biri bana diğeri babama ertesi gün oldu karga tulumba çantaları hazırlayıp tayland'a indik.
indik ama babamda hala anlam veremediğim ilginç bir heyecan var her yere merakla bakan gözler bütün mekanlara bakma isteği falan bende sevindim aha lan dedim babamda gezgin oldu anladı sonunda beni. neyse otele gittik yerleştik duş aldık hadi dedi çıkalım dışarı bir yerlere takılalım. çıktık dışarı geziyoruz nasıl buldu bilmiyorum bir kebapçıya girdik yemek yedik babam hesap ödemek için masadan kalktı kasaya gitti kasada ki urfa'lı abiyle inceden bir muhabbet çevirdi 15 20 saniye el kol belli bir yer tarif etti babama babam bana hadi kalkalım işareti yaptı kalktık çıktık. ne sordun dedim adama boş ver gidince görürsün dedi. akşam 9 suları falan bir sokağa girdik inanılmaz canlı bir sokak bizim (bkz: beyoğlu) halt etmiş yanında sağlı sollu barlar dizilmiş içeride çılgın asyalı kızlar ve küçük memeleri görünce benim kafada taşlar yerine oturdu tabi ulan dedim oha amına koyayım 50 yaşında adam hovardalık için tayland'a geldi. başa gelen çekilir peder zaten hipnoz olmuş hatunlardan neyse girdik bir bara bar dediğime bakmayın aleni pavyon tek farkı kızlar daha genç müzikler daha iyi yani her an bir yerden (bkz: dilberay) çıkma ihtimali yok nede olsa ne kadar kötü olabilir ki ?
oturduk masamıza garson geldi bira söyledik geldi biralarımız o sırada ben babama tayland hakkında gidilecek yerler için baktığım tavsiyeleri okuyorum ama farkettim ki babam beni duymuyor bütün algıları kapatmış hatunun birine dikmiş gözü tam o esna da eliyle kadını çağırdı kadın geldi oturdu masaya muhabbet sohbet ama babam türkçe konuşuyor kadın tayca cevap veriyor arada öpüşmeler falan inanılmaz saçma bir durumun ortasındayım babamın kafalar yürümüş üçüncü biradan sonra amaç belli sonuçta belli kadın babamı elinden tutup götürdü. bende bakakaldım arkalarından aradan 10 dakika geçti geçmedi babam gömleğinin tek kolunu giymiş yarı çıplak şekilde fuhuş sırasında ahlak polisleri tarafından basılmış gibi koşturarak fak yu diye bağıra bağıra kaçıyor ne oldu bitti demeden hesabı ödeyip çıktım arkasından baktım sokağın başında beni bekliyor. gittim yanına koşarak hayırdır dedim noldu ? yürü yürü dedi 10 saat uçakla gavur memleketine götümüzü siktirmeye gelmedik. hayatımda ilk defa gülmekten altıma işedim. babamı alan kadın shemale bir beymiş babamın gözünde ki o korkuyu o çaresizliği ne zaman hatırlasam hala gülerim. sonrasında dönüş yolunda öttü tabi her şeyi haberlerde okumuş tayland seks turizminin başkenti diye heves etmiş dünya gözüyle bir çinli hatunu sikmeden ölmek istemiyorum dedi. çünkü onun için bütün çekikler çin'liydi eve döndük ertesi gün babamı ziyarete gittim annem açtı kapıyı babam balkonda telefonda konuşuyor arkadaşına anlattığını aynen yazıyorum.
sen kalk 10 saat 7 bin kilometre git ne için siki tutmak için adaletini sikeyim böyle işin nedim abi.
indik ama babamda hala anlam veremediğim ilginç bir heyecan var her yere merakla bakan gözler bütün mekanlara bakma isteği falan bende sevindim aha lan dedim babamda gezgin oldu anladı sonunda beni. neyse otele gittik yerleştik duş aldık hadi dedi çıkalım dışarı bir yerlere takılalım. çıktık dışarı geziyoruz nasıl buldu bilmiyorum bir kebapçıya girdik yemek yedik babam hesap ödemek için masadan kalktı kasaya gitti kasada ki urfa'lı abiyle inceden bir muhabbet çevirdi 15 20 saniye el kol belli bir yer tarif etti babama babam bana hadi kalkalım işareti yaptı kalktık çıktık. ne sordun dedim adama boş ver gidince görürsün dedi. akşam 9 suları falan bir sokağa girdik inanılmaz canlı bir sokak bizim (bkz: beyoğlu) halt etmiş yanında sağlı sollu barlar dizilmiş içeride çılgın asyalı kızlar ve küçük memeleri görünce benim kafada taşlar yerine oturdu tabi ulan dedim oha amına koyayım 50 yaşında adam hovardalık için tayland'a geldi. başa gelen çekilir peder zaten hipnoz olmuş hatunlardan neyse girdik bir bara bar dediğime bakmayın aleni pavyon tek farkı kızlar daha genç müzikler daha iyi yani her an bir yerden (bkz: dilberay) çıkma ihtimali yok nede olsa ne kadar kötü olabilir ki ?
oturduk masamıza garson geldi bira söyledik geldi biralarımız o sırada ben babama tayland hakkında gidilecek yerler için baktığım tavsiyeleri okuyorum ama farkettim ki babam beni duymuyor bütün algıları kapatmış hatunun birine dikmiş gözü tam o esna da eliyle kadını çağırdı kadın geldi oturdu masaya muhabbet sohbet ama babam türkçe konuşuyor kadın tayca cevap veriyor arada öpüşmeler falan inanılmaz saçma bir durumun ortasındayım babamın kafalar yürümüş üçüncü biradan sonra amaç belli sonuçta belli kadın babamı elinden tutup götürdü. bende bakakaldım arkalarından aradan 10 dakika geçti geçmedi babam gömleğinin tek kolunu giymiş yarı çıplak şekilde fuhuş sırasında ahlak polisleri tarafından basılmış gibi koşturarak fak yu diye bağıra bağıra kaçıyor ne oldu bitti demeden hesabı ödeyip çıktım arkasından baktım sokağın başında beni bekliyor. gittim yanına koşarak hayırdır dedim noldu ? yürü yürü dedi 10 saat uçakla gavur memleketine götümüzü siktirmeye gelmedik. hayatımda ilk defa gülmekten altıma işedim. babamı alan kadın shemale bir beymiş babamın gözünde ki o korkuyu o çaresizliği ne zaman hatırlasam hala gülerim. sonrasında dönüş yolunda öttü tabi her şeyi haberlerde okumuş tayland seks turizminin başkenti diye heves etmiş dünya gözüyle bir çinli hatunu sikmeden ölmek istemiyorum dedi. çünkü onun için bütün çekikler çin'liydi eve döndük ertesi gün babamı ziyarete gittim annem açtı kapıyı babam balkonda telefonda konuşuyor arkadaşına anlattığını aynen yazıyorum.
sen kalk 10 saat 7 bin kilometre git ne için siki tutmak için adaletini sikeyim böyle işin nedim abi.
eve geç gelinir anahtar unutulmuştur kapı çalınır, sonrasında;
babam: neredesin ulan sen bu saate kadar
ben: buradayım baba
annem: aha buradaymış ya.
babam: neredesin ulan sen bu saate kadar
ben: buradayım baba
annem: aha buradaymış ya.
(bkz: quentin tarantino) un baş yapıtlarından biridir filmin ilk serisi 2004 yılında çekilmiş mtv en iyi dövüş sahnesi ödülünü almayı başarmış filmdir. Uma thurman ablamızın gerçekten üstün performans sergilediği filmin efsanevi soundtrackı twisted nerve hala ara sıra dudaklarımızdan süzülür gider.
2 Oscar ödüllü senarist amerikalı yönetmen gönüllerin kralı. 1990 ların başında kanlı ve şiddet içeren sahnelerini cesurca ve başarılı bir şekilde beyaz perdeye aktararak 90 larda ki bağımsız sinema kuşağının en genç ve başarılı yönetmenlerinden biri olarak tanınmasına sebep olmuştur. Çalıştığı filmlerde pop art ve art house kültürünü yedirmeyi başaran yönetmen çektiği çapraz kurgular vahşet ve şiddet içerikli sahneleri harmanlayarak sinemada kendi yolunu çizmeyi başarmıştır.
küçücüktüm, lafın gelişi tabii hiçbir zaman küçücük olmadım sanırım, kendisiyle ilk karşılaştığımızda. gündüzleri oğuzların (o zamanlar en samimi arkadaşım) evinde o zaman dahi tost makinesi adını verdiğimiz 7-8 inç boyutunda siyah-beyaz monitörlü bilgisayarında akşama kadar tomb raider oynar, akşamın karanlığında da sokağa taştan kale direkleri dikip maç yapardık. (O zamanlar maç demek futbol demekti, başka ne olabilir ki?)
bir gün yine biz tomb raider oynarken oğuz'un abisi yavuz abi elinde bir cd'yle geldi. tabii cd o zaman yeni yeni evlere giriyor. şunun sesini kısın biraz bakalım genşler, dedi. evet 'genşler'. hangi gazeteden kupon biriktirerek alındığını hatırlamadığım roadstar marka müzik setine yöneldi. benim akıl gitti tabii hem cd'ye olan merakımdan hem de bize sesi kıstırmasının getirdiği dikkatle. cd'yi taktı müzik setine hepimiz pür dikkat. bir adam başladı "sahil sakin ve sessiz , motel ışıkları, durgun deniz. karşıda bir balıkçı teknesi, kırık dökük iskele..." diye içimiz ferahladı. şarkılar şarkıları izledi. hisset beni 'ye geldiğinde içimin nasıl kıpırdadığını hala hatırlarım. artık oğuzlara gittikçe o cd'yi açsanaya döndü iş. tabii bir süre sonra okulun getirdikleri, ilk ergenliğin götürdükleri derken "o cd" falan kalmadı akılda.
bir gün tv kanallarını dolaşırken uzun saçlı uzun, sıska birisi yaşamak istemem artık aranızda diyordu klibinde. şarkıyı dinledikçe bunun o cd'nin sahibi olduğunu anladım. klipte görüntülerin sözlere uymamasınıysa klibi ucuza getirmenin bir yolu olduğunu düşündüm çocuk aklımla. harçlıklarımı biriktirerek yeni albümünü aldım ve dinledikçe bağırmaya başladım platin saçlı karıların altında grand cherokee . ergenliğin ilk anlarındayım tabii ki isyan edeceğim.
sonra liseye geçtik okulda müzik grubu kurduk ben söyleyeceğim. frontmanliğin bini bir para. allah allah. ne çalsak ne söylesek derken başladık liste yapmaya. teoman'dan paramparça yla rüzgar gülü . kargo'dan yanımda sen olmayınca . haluk levent'i o zaman hakir görüp sevmesek de seviliyor diye birkaç hatırlamadığım şarkısını. sırf geyik olsun diye ayşe hatun önal'dan çeksene elini 'yi falan da ekledik listeye derken bir anda aklıma o uzun saçlı, uzun, sıska adam, o cd'nin sahibi geldi. yaşamak istemem ve cherokee'yi de ekledik böylece. frontmanlik kolay değil a dostlar lise çağındaysanız ve bir asistanınız yoksa. babam, porno sitelerden yediğim virüsler nedeniyle gelen faturalara kızarak interneti kapattırmış ve benim de ertesi güne kadar bütün şarkı sözlerini hazırlamam lazım ama nasıl?
akşam bin bir yalan uydurarak evden çıktım ve doğru internet kafeye gittim tabii. şarkı sözlerini kopyalayıp metin belgesine kaydedip diskete atıyorum. disket tabii. 3,5 inç. zoruna gitmesin yani. eve gidince kağıda geçireceğim derken o çocukluğumun esrarengiz adamını merak ettim. kimdir, nedir, ne yapıyordur? ilk şoku orada yaşadım. kendisi intihar ederek yaşamına kıyalı 2 yıl olmuş. yani yaşamak istemem demiş ve hakikaten istemediğini de aramızdan ayrılarak iyice belli etmiş. tabii sonradan sonraya anladım: o benim masraftan kaçtıklarını düşündüğüm sözlerin görüntülere uymadığı klip de ölümünden sonra kalan performans görüntülerinin birleşmesinden oluşmuş.
zaman içinde çok dinledim kendisini, anlamaya çalıştım. araştırdım, okudum hakkında. ne güzel bir adam olduğunu ölümünden yıllar sonra anlayıp, ah ettim.
bu dünyaya iki dolu dolu albüm, bir evlat (yavuzcan çetin) ve etrafındakilere güzel anılar bırakıp gitti bir büyük gitarist bundan tam 16 yıl önce bugün.
bir gün yine biz tomb raider oynarken oğuz'un abisi yavuz abi elinde bir cd'yle geldi. tabii cd o zaman yeni yeni evlere giriyor. şunun sesini kısın biraz bakalım genşler, dedi. evet 'genşler'. hangi gazeteden kupon biriktirerek alındığını hatırlamadığım roadstar marka müzik setine yöneldi. benim akıl gitti tabii hem cd'ye olan merakımdan hem de bize sesi kıstırmasının getirdiği dikkatle. cd'yi taktı müzik setine hepimiz pür dikkat. bir adam başladı "sahil sakin ve sessiz , motel ışıkları, durgun deniz. karşıda bir balıkçı teknesi, kırık dökük iskele..." diye içimiz ferahladı. şarkılar şarkıları izledi. hisset beni 'ye geldiğinde içimin nasıl kıpırdadığını hala hatırlarım. artık oğuzlara gittikçe o cd'yi açsanaya döndü iş. tabii bir süre sonra okulun getirdikleri, ilk ergenliğin götürdükleri derken "o cd" falan kalmadı akılda.
bir gün tv kanallarını dolaşırken uzun saçlı uzun, sıska birisi yaşamak istemem artık aranızda diyordu klibinde. şarkıyı dinledikçe bunun o cd'nin sahibi olduğunu anladım. klipte görüntülerin sözlere uymamasınıysa klibi ucuza getirmenin bir yolu olduğunu düşündüm çocuk aklımla. harçlıklarımı biriktirerek yeni albümünü aldım ve dinledikçe bağırmaya başladım platin saçlı karıların altında grand cherokee . ergenliğin ilk anlarındayım tabii ki isyan edeceğim.
sonra liseye geçtik okulda müzik grubu kurduk ben söyleyeceğim. frontmanliğin bini bir para. allah allah. ne çalsak ne söylesek derken başladık liste yapmaya. teoman'dan paramparça yla rüzgar gülü . kargo'dan yanımda sen olmayınca . haluk levent'i o zaman hakir görüp sevmesek de seviliyor diye birkaç hatırlamadığım şarkısını. sırf geyik olsun diye ayşe hatun önal'dan çeksene elini 'yi falan da ekledik listeye derken bir anda aklıma o uzun saçlı, uzun, sıska adam, o cd'nin sahibi geldi. yaşamak istemem ve cherokee'yi de ekledik böylece. frontmanlik kolay değil a dostlar lise çağındaysanız ve bir asistanınız yoksa. babam, porno sitelerden yediğim virüsler nedeniyle gelen faturalara kızarak interneti kapattırmış ve benim de ertesi güne kadar bütün şarkı sözlerini hazırlamam lazım ama nasıl?
akşam bin bir yalan uydurarak evden çıktım ve doğru internet kafeye gittim tabii. şarkı sözlerini kopyalayıp metin belgesine kaydedip diskete atıyorum. disket tabii. 3,5 inç. zoruna gitmesin yani. eve gidince kağıda geçireceğim derken o çocukluğumun esrarengiz adamını merak ettim. kimdir, nedir, ne yapıyordur? ilk şoku orada yaşadım. kendisi intihar ederek yaşamına kıyalı 2 yıl olmuş. yani yaşamak istemem demiş ve hakikaten istemediğini de aramızdan ayrılarak iyice belli etmiş. tabii sonradan sonraya anladım: o benim masraftan kaçtıklarını düşündüğüm sözlerin görüntülere uymadığı klip de ölümünden sonra kalan performans görüntülerinin birleşmesinden oluşmuş.
zaman içinde çok dinledim kendisini, anlamaya çalıştım. araştırdım, okudum hakkında. ne güzel bir adam olduğunu ölümünden yıllar sonra anlayıp, ah ettim.
bu dünyaya iki dolu dolu albüm, bir evlat (yavuzcan çetin) ve etrafındakilere güzel anılar bırakıp gitti bir büyük gitarist bundan tam 16 yıl önce bugün.
türk sinemasının en güzel filmlerinden olan, 2001 yapımı yılmaz erdoğan -ömer faruk sorak ortak filmi. içinde adeta bkm oyuncularıyla dolu bir kadro vardır, bu da onu en güzel filmlerden biri yapar.
Bir motosikleti sıfır halinden kişiye ve fikre özel olarak değiştirmek ya da sıfırdan bir motosiklet üretme işlemidir. Custom yaparken nelere dikkat etmeliyiz hadi yazalım.
Googleden sonra en büyük icat diyebileceğim fakat güzel ülkemde hala yasaklı olan çevrimiçi kütüphane.
türk milleti ile dalga geçmenin sınırlarını zorlayan girişimdir. türkiye geçmişte yaşadığı darbelerin aksine 15 temmuz 2016 tarihinde çok daha farklı bir darbe girişimi ile karşı karşıya kalmıştır. (bkz: kontrollü darbe) yapılan bu darbe girişimi ülkemiz açısından son yılların en önemli ve en üzücü olayı olarak hatırlanacaktır. ne yazık ki bazı çevrelerin planları yüzünden bir çok sivil halk ölmüştür. yıllardır devletin birçok kurumunda hükümet eliyle beslenen dönemin başbakan cumhurbaşkanı ve birçok bakanın yoldaşlık ettiği özellikle (bkz: türk silahlı kuvvetleri), (bkz: milli istihbarat teşkilatı), emniyet ve yargı gibi birimlerde gizlice konumlanmış olan cemaat (bkz: fethullahçı terör örgütü) bu girişimi ile türkiye cumhuriyeti’nin dağılmasını amaçlamış, askeri ve sivil birçok insanın hayatına kastederek bu ülkeyi ele geçirmek için her şeyi göze almıştır. fakat bu darbe girişimi tsk,, tüm siyasi partiler ve halkın sağduyulu davranarak sokaklara dökülmesi ve hep beraber hareket etmesi ile önlenmiştir. askeri darbeler yatsı namazıyla değil şafak sökerken yapılır. bunun sebebi halkın bu siyasi ve askeri düzenlemeden uzak tutmaktır. darbeyi gerçekleştirmeye çalışanlarda buna göz yumanlarda bütün dünyaya rezil olmuştur. türk ordusunun itibarı halk nezdinde sarsılmıştır. bu darbeyi kim gerçekleştirdi nasıl oldu diyenlere cevap olarak şu söylenebilir.
15 temmuz kimin işine yaradı kimi güçlendirdi ise bu girişimi de o organize etmiştir. meclisin bombalanabilmesi ama sarayın bombalanamaması açık bir delildir.
edit: iş bu entry herhangi bir siyasi taraf tutulmaksızın yazılmıştır. objektif bakış açısının ne olduğunu bilmeyen yazarların dislike'larına maruz kalmak üzdü. bu memlekette herkes cemaatçi orusbu çocuklarının kademe kademe yükselmesine yıllarca ses çıkartmadı çıkartamadı gözümüzün önünde yapılandılar ve biz sadece cemaatçi dedik. akparti, chp, mhp v.s ve sonuç olarak böyle bir durum yaşandı. elbetteki tiyatroydu. elbetteki daha büyük bir oyun vardı. ama bu gerçekleri değiştirmez. 30 gün boyunca milyonlarca insanı sokaklardayken insanlar ölmüş ve yaralanmışken ve tiyatroyu çevirenler saraylarında takılırken, bu entry'nin amacı olayı bu gibi platformlarda (bkz: darbe görmemiş nesil)'lere bir not bırakmaktır.
15 temmuz kimin işine yaradı kimi güçlendirdi ise bu girişimi de o organize etmiştir. meclisin bombalanabilmesi ama sarayın bombalanamaması açık bir delildir.
edit: iş bu entry herhangi bir siyasi taraf tutulmaksızın yazılmıştır. objektif bakış açısının ne olduğunu bilmeyen yazarların dislike'larına maruz kalmak üzdü. bu memlekette herkes cemaatçi orusbu çocuklarının kademe kademe yükselmesine yıllarca ses çıkartmadı çıkartamadı gözümüzün önünde yapılandılar ve biz sadece cemaatçi dedik. akparti, chp, mhp v.s ve sonuç olarak böyle bir durum yaşandı. elbetteki tiyatroydu. elbetteki daha büyük bir oyun vardı. ama bu gerçekleri değiştirmez. 30 gün boyunca milyonlarca insanı sokaklardayken insanlar ölmüş ve yaralanmışken ve tiyatroyu çevirenler saraylarında takılırken, bu entry'nin amacı olayı bu gibi platformlarda (bkz: darbe görmemiş nesil)'lere bir not bırakmaktır.
üniversite yılları hem çalışıp hem okuyayım diyerek ankara bahçelievler'de mekan mekan iş aradım. girdiğim barda demir adlı kral bir abi başladı benimle mülakata. "kardeş bulaşık yıkar mısın?" diye sordu önce. yok abi dedim. "garsonluk tecrüben var mı?" dedi. yine yok abi dedim. "oğlum bir erkeklik uzvuna yaramıyorsun seni neden işe alayım ben şimdi" dedi. ben de kapıda dururum hoş geeeldiniz derim yer gösteririm falan dedim. adam hakikaten kraldı böyle saçma bir teklifi akşam 8 gece 4 çalışma şartı ve 15 lira ücretle kabul etti. ertesi gün gel dedi beni yolladı. ankara'nın ayazı da pis olur diyerek beyaz içliğimi çektim altıma ve nöbet yerime koşa koşa gittim. mesaim başlamıştı çok heyecanlıydım gelene hoş geeeldiniz gidene tekrar bekleriz diyordum. saatler ilerledi bir grup çıkarken ben de gruptaki herkese tek tek iyi geceler dedim. aradan 5 dakika geçti inanılmaz korkunç bir çocuk yanında bir kızla geldi ve bana "sen neden benim kız arkadaşıma iyi geceler dedin ulan" dedi. açıkçası tırsmıştım ben badigard değildim ki; kavga edemem etsem de kimseyi dövemezdim. şişman bir kız bile beni dövebilirdi. konumum görünürde badigard konumuydu ve bu eleman beni dövünce kesin ertesi gün arkadaşlarına "dün gece bahçelide bir mekanda badigard" dövdüm diyerek ballandıra ballandıra anlatacaktı. aklımdan hastanelik olursam da içimde içlik var; hemşire veya doktor ya pantolonumu indirmemi isterse gibi gereksiz bir düşünce de geçiyordu. olay ciddiye binmişti "indir o elini kolunu, bu köyden olmasam ne olur, kimsin ulan sen" gibi tüm kavga başlatıcı sözcükler havada uçuşuyordu. tam o sırada koruyucu meleğim (şunu yazarken bile vatsaptaki gözleri kalp olan smile haline geliyorum) demir abi geldi. "ne oluyor sinire gerek yok" diye sordu. ben de olayı anlattım. demir abi beni dövecek elemana "uzatma kardeşim bu adamın işi bu gelene hoş geldin der gidene boş gittin der hadi uza" dedi. o anda eleman bir yumruk salladı ve hayatının hatasını yapmış oldu. demir abi gençten bir adamdı ama yılların gece hayatçısıydı. elemanı başladı evire çevire dövmeye. ben ve elemanın kız arkadaşı kavgaya ayırmaya çalışıyorduk. birden ikimizin ağzından da "lütfen benim için kavga etmeyin yaaaa" cümlesi dökülüverdi. sonunda olay karakolluk olmadan son buldu. benim aklımda kalan sadece "lütfen benim için kavga etmeyin" cümlesi oldu.