İzlediğimde dakikalarca kahkaha attığım saykodur
https://twitter.com/bilimvegercek/status/941972766500286464
https://twitter.com/bilimvegercek/status/941972766500286464
star wars hikaye evreninde, sithlerin kullandığı bir kuraldır. burdaki iki kişi, gücü elinde bulunduran bir usta ve onu elde etmeye çalışan bir çırak şeklindedir. bu kural, klon savaşlarından 1000 yıl öncesinde, eski bir sith lordu darth bane tarafından getirilmiştir. jedi ve sith tapınakları birbirine girmişken, darth bane, güçlü sith lordlarının, kendilerinden daha az güçlü 4-5 sith tarafından alt edilmesine şahit olmuş, bunun da, gerçek bilginin aktarılamamasına sebebiyet verdiğini farketmiştir. bu kurala geçebilmek için, bir güç bombasını sith-jedi savaşında diğer sith lordlarına patlatmış ve ciddi kayıplar yaşatmıştır. bu sith kuralında, bir usta, bildiği tüm gücü, aydınlık ve karanlık tarafıyla bir çırağına aktarır, onu yetiştirir ve kendinden iyi bir sith lordu haline getirir. daha sonra bu çırak, ustasına meydan okuyup, onu öldürererek gücünü kanıtlamalıdır. sonra kendine yeni bir çırak bulup, kendi bilgilerini de ona aktararak, kusursuz bir sith lordu yaratmaktır. bunun için ilk öğrettiği şey, kendilerini jedilardan gizleyen bir korumadır. galaksinin tekrar sithlerin eline geçmesinin yolunun, ışın kılıcı ve güç kullanımından ziyade, akıllı ve kurnazca hareket etmek olduğunu savunur. bu kuraldaki tek kusur, kendinden daha iyi bir çırak bulunamazsa, sith lordunun ölümüyle birlikte bütün bilgilerin kaybolmasıdır. bunun önüne geçmek için, yaşamı uzatacak formüller bulmuştur darth bane. ve 1000 yıl sonra, planı gerçekleşerek darth sidious öğrencisi darth vader ile birlikte galaksiye hüküm sürmeye başladı.
(bkz: rule of two)
(bkz: rule of two)
Yağan sağanakla beraber yaşanmış olan kesintidir. Bir kaç dakika önce mecidiyeköy'de elektrikler kesildi. Ne kadar süreceğini kestirmek zor ama sağanağa bakınca mumlara daha sıkı sarılıyor insan
daha önce yazdığım sözlüklerde de yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biri, ara ara beyin fırtınası yapmak için gözden geçirebileceğim doğaçlama kısa paragraflar yazmak. aklıma gelen bir öykü olur mesela, yazamam; sadece girişini yapar ve bırakırım.
siyasi bir metin yazacakken (muhtedir yanlısıyla muhalifiyle siyasete bakışımızın eleştirisi) baktım yazamıyorum biraz deliliğe vurdum alttaki yazımsı çıktı.
yerinizde olsam okumazdım, çünkü gözden geçirmedim ve çok sıkıcı bir metin olabileceğini düşünüyorum.
yukarıdaki açıklamanın da siyasi çekincelerle herhangi bir alakası yoktur. gereksiz eleştiriden sakınmak ve sözlük okurlarının düşünsel dünyasını korumak amaçlı bir uyarı olduğu söylenebilir.
Televizyonu açtığımda sevmediğim adam sevdiğim adama hakaretler savuruyordu. Bütün kanallar bu küfürleri dakikalarca yayınlıyordu. Sevdiğim adam çıkıp “senin ellerin kanlı demişti” ona bir toplantıda. Sevmediğim kanallar o konuşmayı hiç göstermedi. Sadece sevdiğim adamın sevmediğim adama hakaret ettiğini ve sevimsiz mendeburun avukatlarının konuyu yargıya taşımak için gerekli girişimleri başlattığını söyleyip birkaç küfür de onlar etti.
Canımdan çok sevdiğim bu ülkede yaşamaktan nefret ediyorum. Ah bir fırsatını bulsam kaçar giderim. Mesela Almanya’ya. Her gün baleye, operaya giderim. Güzel bir bisiklet alırım. Siyah, gidonu yukarıda olanlardan. Berlin sokaklarında caddelerinde insanlara gülümseyerek pedallarım. Yağmur yağmazken tabi. Yazın kanvas pantolonun üzerine eski gömlekler giyerim, kışın da kadife pantolonla renkli kazaklar. Alexanderplatze’ye pek uğramam, Kızılay gibi orası.
Kuzey Kore’ye gitsem orada da yaşar mıyım. Yaşarım galiba. Peki ya ülkemi nasıl bırakırım? (Bu soru Almanya’ya giderken nedense aklıma gelmedi) Buradaki halk benim halkım. Benim doğduğum topraklar. Bunu söylediğimi babam duysa şaşar kalırdı; ama burası benim atalarımın yaşadığı ve kültürüyle, ağacıyla, gölüyle bana-bize miras bıraktığı ülke. Bu ülke siyaseti benim için bir gurur meselesi. Bu halkın refahı bir onur meselesi. Bu saatten sonra, bu diktatöre ülkeyi bırakacaksak yuhlar olsun bize. Kuzey Kore meselesi diyorduk. Kuzey Kore’de Kim Jong Un’un emrinde bir asker olsam nasıl olurdu acaba? Hadi ya bana şehirdeki 23-28 yaş arasındaki en güzel kadını bulup getirmemi emretse.. Sıkıntı büyük.
Gider bulurum bulmasına da, hadi ya bu şımarık piç, kıza bir fenalık ederse. Kim pezevenginin kadına fenalık edeceğini ve ölmek istemediği varsaysam.. Ya gerçekten şehirdeki en güzel kadını götüreceğim ya da bir başka kişiyi seçeceğim. Peki şehirdeki en güzel kadın olarak tespit ettiğim kadını götürmez de bir başkasını götürürsem tercihimi neye göre yapacağım. Damarlarımda gezinen insan kanının milyarlarca yıldır (alglerden beri) bana verdiği dürtüler güzel olanın başına sağlıklı nesillerin devamı için bir fenalık gelmemesi gerektiğini söylüyo. Kötü olduğunu değerlendirdiğim bir kadını tutar kolundan götürürüm. Bu cevabı vermek benim için de zor oldu.
Halkımız.. Her şeyin en iyisine layık. Üçüncü sayfa haberlerindeki yaratıkları, devletin resmi mercilerinin sümenaltı ettiği vakıalardaki canileri, gözünü kırpmadan tanrı’ya ve onun yarattığına yalan söyleyen dindarları, kadın hakları diye twitter’da kendini parçalayıp babasından kalan mirası elinoğluna (toplumda enişte kavramı) yedirmemek için ablasına yumruk sıkan dallamaları, deodorant diye bir mefhumun varlığından bihaber olup sabah 7’de ter kokmayı nasıl başardığını anlamadığım dalyarakları çıkarsak.. -Ki umarım arada ben de kaynamamışımdır.- Pek fazla kişi de kalmıyoruz da. Güzel bir toplum oluyoruz. Ve bu güzel toplum her şeyin en iyisine layık.
Tamam kabul ediyorum kitapları alıp alıp okumadan kütüphanede biriktiriyoruz. Turgut Uyar dendiği zaman gözlerimiz içimize cin girmiş gibi oluyor, (akı görünüyor filan) Can Yücel dendiği zaman sigaramız 45 derecelik açıyla aşağı bakıveriyor. Olabilir bunlar. Ali Şeriati’yi en iyi biz okuduk, Aşık Mahsuni süper.. Gittiğimiz yerde çok eğlendik, ama o kadar eğlendik ki.
Evet bu biraz böyle.
Beni alt edeceğini sanıyorsun. (Sen kimsin?)
Al o zaman. Yahu artık sosyallik kavramı değişti. Sosyal medya.. Kavram olarak 90’lı yılların ortalarında kullanılmaya başlanmış olmasına inanamıyorum bazen. Neyse.. Bu kavram sosyolojideki tanımları birkaç yıla kadar altüst edecek. Şu an insanı ve toplumları altüst ediyor. Birden bire elimize dokunmatik, bilgisayar kadar işlevsel bir dünya verdiler. Al dediler artık dünyanın bir ucuyla bundan görüntülü konuşabilir, otobüste makale okuyabilir, maçtan canlı yayın yapabilir, sevgiline hangi kazağı alayım diye fotoğraf göndererek sorabilirsin dediler. Bunun nasıl ‘’yok anasının amı’’ bir durum olduğunu görmüyor oluşumuzu tencerede yavaş yavaş kaynatılan kurbağa deneyine benzetiyorum.
Toplum külliyen bir arada hareket ederek sindiremedi bu teknolojiyi. Annem arama çubuğuna “dantel ve kaneviçeden hoşlanan bayanlarla ahbaplık etmek istiyorum” diye yazınca, bunun bütün internet kullanıcıları tarafından görüleceğini sanıyor mesela. (Neden kimse bana yazmıyor, görülmedi mi acaba?)
Çoğumuz bu yeni dünyada kendimize çeşitli profiller oluşturduk. İç dünyamızın önüne o dijital platformu koyduk. Neden? Çünkü birebir iletişim yok! Daha doğrusu birebir iletişime ihtiyaç yok. İç dünyamız bomboş; ama profilimiz dopdolu. Herhangi bir instagram profiline 10 tane fotoğraf koyarak: latin edebiyatını çok seven, şaraptan anlayan, iyi fotoğraf çeken, yeni insanlarla kısa sürede yakın dostluk kuran, her sabah bir kadeh viski içen ve osurmadan uyuyan biri olduğumu anlatabilirim.
Zaten artık insanların cümleleri külli olarak değil, paça parça değerlendiriliyor. Profil sayfaları ise bir rapor gibi inceleniyor. Okuduklarımız bize o insan hakkında bir sürü yalan söylüyor, biz de bu yalanı bilerek bu oyuna devam ediyoruz.
Halkımız içine düştüğü internet batağı artık derin bir çıkmaz halini aldı. Kabul etmek zorundayız ki, internet artık hayatımızın tam merkezinde. Uyumadığımız her dakika internete bağımlı bir gençlik olduğumuzu iddia edilebilir. Çalıştığımız iş yerlerinde de aynı durum geçerli. Elektrik olmadan, su olmadan geçirilen günden çok daha ağır olur internetsiz geçirilen gün, yanılıyor muyum?
Son 15 yılda dünyayı bambaşka bir hale getiren bu dalgayla baş edemedik. Ve onun sancısını uzun yıllar yaşayacağız. Halkımızın feraseti ve asaleti bunun da hakkından gelecektir.
siyasi bir metin yazacakken (muhtedir yanlısıyla muhalifiyle siyasete bakışımızın eleştirisi) baktım yazamıyorum biraz deliliğe vurdum alttaki yazımsı çıktı.
yerinizde olsam okumazdım, çünkü gözden geçirmedim ve çok sıkıcı bir metin olabileceğini düşünüyorum.
yukarıdaki açıklamanın da siyasi çekincelerle herhangi bir alakası yoktur. gereksiz eleştiriden sakınmak ve sözlük okurlarının düşünsel dünyasını korumak amaçlı bir uyarı olduğu söylenebilir.
Televizyonu açtığımda sevmediğim adam sevdiğim adama hakaretler savuruyordu. Bütün kanallar bu küfürleri dakikalarca yayınlıyordu. Sevdiğim adam çıkıp “senin ellerin kanlı demişti” ona bir toplantıda. Sevmediğim kanallar o konuşmayı hiç göstermedi. Sadece sevdiğim adamın sevmediğim adama hakaret ettiğini ve sevimsiz mendeburun avukatlarının konuyu yargıya taşımak için gerekli girişimleri başlattığını söyleyip birkaç küfür de onlar etti.
Canımdan çok sevdiğim bu ülkede yaşamaktan nefret ediyorum. Ah bir fırsatını bulsam kaçar giderim. Mesela Almanya’ya. Her gün baleye, operaya giderim. Güzel bir bisiklet alırım. Siyah, gidonu yukarıda olanlardan. Berlin sokaklarında caddelerinde insanlara gülümseyerek pedallarım. Yağmur yağmazken tabi. Yazın kanvas pantolonun üzerine eski gömlekler giyerim, kışın da kadife pantolonla renkli kazaklar. Alexanderplatze’ye pek uğramam, Kızılay gibi orası.
Kuzey Kore’ye gitsem orada da yaşar mıyım. Yaşarım galiba. Peki ya ülkemi nasıl bırakırım? (Bu soru Almanya’ya giderken nedense aklıma gelmedi) Buradaki halk benim halkım. Benim doğduğum topraklar. Bunu söylediğimi babam duysa şaşar kalırdı; ama burası benim atalarımın yaşadığı ve kültürüyle, ağacıyla, gölüyle bana-bize miras bıraktığı ülke. Bu ülke siyaseti benim için bir gurur meselesi. Bu halkın refahı bir onur meselesi. Bu saatten sonra, bu diktatöre ülkeyi bırakacaksak yuhlar olsun bize. Kuzey Kore meselesi diyorduk. Kuzey Kore’de Kim Jong Un’un emrinde bir asker olsam nasıl olurdu acaba? Hadi ya bana şehirdeki 23-28 yaş arasındaki en güzel kadını bulup getirmemi emretse.. Sıkıntı büyük.
Gider bulurum bulmasına da, hadi ya bu şımarık piç, kıza bir fenalık ederse. Kim pezevenginin kadına fenalık edeceğini ve ölmek istemediği varsaysam.. Ya gerçekten şehirdeki en güzel kadını götüreceğim ya da bir başka kişiyi seçeceğim. Peki şehirdeki en güzel kadın olarak tespit ettiğim kadını götürmez de bir başkasını götürürsem tercihimi neye göre yapacağım. Damarlarımda gezinen insan kanının milyarlarca yıldır (alglerden beri) bana verdiği dürtüler güzel olanın başına sağlıklı nesillerin devamı için bir fenalık gelmemesi gerektiğini söylüyo. Kötü olduğunu değerlendirdiğim bir kadını tutar kolundan götürürüm. Bu cevabı vermek benim için de zor oldu.
Halkımız.. Her şeyin en iyisine layık. Üçüncü sayfa haberlerindeki yaratıkları, devletin resmi mercilerinin sümenaltı ettiği vakıalardaki canileri, gözünü kırpmadan tanrı’ya ve onun yarattığına yalan söyleyen dindarları, kadın hakları diye twitter’da kendini parçalayıp babasından kalan mirası elinoğluna (toplumda enişte kavramı) yedirmemek için ablasına yumruk sıkan dallamaları, deodorant diye bir mefhumun varlığından bihaber olup sabah 7’de ter kokmayı nasıl başardığını anlamadığım dalyarakları çıkarsak.. -Ki umarım arada ben de kaynamamışımdır.- Pek fazla kişi de kalmıyoruz da. Güzel bir toplum oluyoruz. Ve bu güzel toplum her şeyin en iyisine layık.
Tamam kabul ediyorum kitapları alıp alıp okumadan kütüphanede biriktiriyoruz. Turgut Uyar dendiği zaman gözlerimiz içimize cin girmiş gibi oluyor, (akı görünüyor filan) Can Yücel dendiği zaman sigaramız 45 derecelik açıyla aşağı bakıveriyor. Olabilir bunlar. Ali Şeriati’yi en iyi biz okuduk, Aşık Mahsuni süper.. Gittiğimiz yerde çok eğlendik, ama o kadar eğlendik ki.
Evet bu biraz böyle.
Beni alt edeceğini sanıyorsun. (Sen kimsin?)
Al o zaman. Yahu artık sosyallik kavramı değişti. Sosyal medya.. Kavram olarak 90’lı yılların ortalarında kullanılmaya başlanmış olmasına inanamıyorum bazen. Neyse.. Bu kavram sosyolojideki tanımları birkaç yıla kadar altüst edecek. Şu an insanı ve toplumları altüst ediyor. Birden bire elimize dokunmatik, bilgisayar kadar işlevsel bir dünya verdiler. Al dediler artık dünyanın bir ucuyla bundan görüntülü konuşabilir, otobüste makale okuyabilir, maçtan canlı yayın yapabilir, sevgiline hangi kazağı alayım diye fotoğraf göndererek sorabilirsin dediler. Bunun nasıl ‘’yok anasının amı’’ bir durum olduğunu görmüyor oluşumuzu tencerede yavaş yavaş kaynatılan kurbağa deneyine benzetiyorum.
Toplum külliyen bir arada hareket ederek sindiremedi bu teknolojiyi. Annem arama çubuğuna “dantel ve kaneviçeden hoşlanan bayanlarla ahbaplık etmek istiyorum” diye yazınca, bunun bütün internet kullanıcıları tarafından görüleceğini sanıyor mesela. (Neden kimse bana yazmıyor, görülmedi mi acaba?)
Çoğumuz bu yeni dünyada kendimize çeşitli profiller oluşturduk. İç dünyamızın önüne o dijital platformu koyduk. Neden? Çünkü birebir iletişim yok! Daha doğrusu birebir iletişime ihtiyaç yok. İç dünyamız bomboş; ama profilimiz dopdolu. Herhangi bir instagram profiline 10 tane fotoğraf koyarak: latin edebiyatını çok seven, şaraptan anlayan, iyi fotoğraf çeken, yeni insanlarla kısa sürede yakın dostluk kuran, her sabah bir kadeh viski içen ve osurmadan uyuyan biri olduğumu anlatabilirim.
Zaten artık insanların cümleleri külli olarak değil, paça parça değerlendiriliyor. Profil sayfaları ise bir rapor gibi inceleniyor. Okuduklarımız bize o insan hakkında bir sürü yalan söylüyor, biz de bu yalanı bilerek bu oyuna devam ediyoruz.
Halkımız içine düştüğü internet batağı artık derin bir çıkmaz halini aldı. Kabul etmek zorundayız ki, internet artık hayatımızın tam merkezinde. Uyumadığımız her dakika internete bağımlı bir gençlik olduğumuzu iddia edilebilir. Çalıştığımız iş yerlerinde de aynı durum geçerli. Elektrik olmadan, su olmadan geçirilen günden çok daha ağır olur internetsiz geçirilen gün, yanılıyor muyum?
Son 15 yılda dünyayı bambaşka bir hale getiren bu dalgayla baş edemedik. Ve onun sancısını uzun yıllar yaşayacağız. Halkımızın feraseti ve asaleti bunun da hakkından gelecektir.
sanıldığı kadar kolay iş değildir. gürcistan'ın geçim kaynağı haline gelmiştir. derdi ve katakullisi bol olan hadise.
İnşaat Mühendisleri Odası 19 Aralık 1954 günü kurulmuştur.Her yıl 19 Aralık günü "İnşaat Mühendisleri Günü" olarak kutlanmaktadır.Daha güçlü , daha sağlam temeller üzerinde duran ve daha onurlu bir Türkiye için İnşaat Mühendisleri Gününüz Kutlu Olsun.
Oskar Schindler adlı bir Alman iş adamının 2. Dünya Savaşı zamanında Polonya’da kurduğu fabrikada Yahudi işçileri çalıştırması ve bu sayede 1100 Yahudi’nin hayatını kurtarmasını konu alan gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanan filmdir. Film steven spielberg'e 7 dalda oscar kazandirmistir
(bkz: steven spielberg)
(bkz: steven spielberg)
kesinlikle 60"lar olurdu.. bir-çok sebep sayılabilir ama giyim kuşam ve mahalle kavramı sebebiyle kesinlikle dönmek isterdim..
Kitap önerileri arayanlar için güzel bir başlık olması dileği ile..
benim en’im “Jp Delaney-önceki kız”
benim en’im “Jp Delaney-önceki kız”
açılımı "istanbul büyükşehir belediyesi sanat ve meslek eğitimi kursları" olan ve istanbullulara ücretsiz eğitim hizmeti veren kurumun adıdır.
burada pek çok çeşit dil, aşçılık, pastacılık, sql, ios-android işletimi, karakalem, uygulamalı tyatro vb. kursları bulunmaktadır. kursun hizmet verdiği yerler de sadece birkaç ilçedeki kurumlar ile sınırlı da değildir.
kurs sonunda ağırlıklı katılımcılara katılım sertifikası verilmektedir, geçerlilik anlamında çok önem atfedildiği söylenemez. ben bu konuda bir şeyler öğreneceğim derseniz, evet burası size konu hakkında bir şeyler öğretir.
yıl içerisinde uzun süreli 2 kursa gitme hakkınız bulunmaktadır, kısa süreli olan kurslarda böyle bir koşul bulunmamaktadır. bununla beraber uzun veya kısa süreli kurs olsun, sağlanması gereken koşullardan bir diğeri de aldığınız bu kursların birbiriyle çakışmaması şartıdır. (yoksa sistem bunu otomatik reddeder)
bir kısıt da aynı sene içerisinde hakkınızı aynı kurstan yana birden fazla defa kullanamamanızdır. (mesela ben almanca b1 aldım, sonrasında tekrar b1 eklemek istediğimde sistem otomatik olarak kursu eklememi reddetti)
bazı kurslar çok uzun ders saatlerinden (örneğin uygulamalı tiyatro 6 ay 300 saat gibi) oluşmakta, bazı kurslar ise oldukça az ders saatinden (makaron yapım atölyesi 2 gün 12 saat)
naçizane önerim alternatif dil öğrenme amacıyla gidilebileceğidir. ilgili kurun (a1-a2-b1) ilk dersleri katılım açısından karaborsa olsa da sonrasında katılım oranı düşmekte, dersler neredeyse özel ders tadına gelmektedir.
başvuru için http://www.ismek.ist/tr/default.aspx adresinden, tc kimlik numaranız ve doğum tarihiniz ile giriş yapmanız yeterlidir. yabancı kişiler de kendilerine verilen yabancı kimlik numarası ile sisteme giriş yapabilir, ayrıca diledikleri kursa kayıt da (üstte saydığım istisnalar dışında) yapabilmektedirler.
burada pek çok çeşit dil, aşçılık, pastacılık, sql, ios-android işletimi, karakalem, uygulamalı tyatro vb. kursları bulunmaktadır. kursun hizmet verdiği yerler de sadece birkaç ilçedeki kurumlar ile sınırlı da değildir.
kurs sonunda ağırlıklı katılımcılara katılım sertifikası verilmektedir, geçerlilik anlamında çok önem atfedildiği söylenemez. ben bu konuda bir şeyler öğreneceğim derseniz, evet burası size konu hakkında bir şeyler öğretir.
yıl içerisinde uzun süreli 2 kursa gitme hakkınız bulunmaktadır, kısa süreli olan kurslarda böyle bir koşul bulunmamaktadır. bununla beraber uzun veya kısa süreli kurs olsun, sağlanması gereken koşullardan bir diğeri de aldığınız bu kursların birbiriyle çakışmaması şartıdır. (yoksa sistem bunu otomatik reddeder)
bir kısıt da aynı sene içerisinde hakkınızı aynı kurstan yana birden fazla defa kullanamamanızdır. (mesela ben almanca b1 aldım, sonrasında tekrar b1 eklemek istediğimde sistem otomatik olarak kursu eklememi reddetti)
bazı kurslar çok uzun ders saatlerinden (örneğin uygulamalı tiyatro 6 ay 300 saat gibi) oluşmakta, bazı kurslar ise oldukça az ders saatinden (makaron yapım atölyesi 2 gün 12 saat)
naçizane önerim alternatif dil öğrenme amacıyla gidilebileceğidir. ilgili kurun (a1-a2-b1) ilk dersleri katılım açısından karaborsa olsa da sonrasında katılım oranı düşmekte, dersler neredeyse özel ders tadına gelmektedir.
başvuru için http://www.ismek.ist/tr/default.aspx adresinden, tc kimlik numaranız ve doğum tarihiniz ile giriş yapmanız yeterlidir. yabancı kişiler de kendilerine verilen yabancı kimlik numarası ile sisteme giriş yapabilir, ayrıca diledikleri kursa kayıt da (üstte saydığım istisnalar dışında) yapabilmektedirler.