2011 yılında gerçekleşen olaydır. Bitirme tezi olarak çekilen bu film hala malum sitelere düşmemiştir. Aldığım duyumlara göre Coca Cola'nın sırrı gibi saklanıyordur.
kafa karışıklığı yaratan grup isimleridir. for example: yüzyüzeyken konuşuruz, dolu kadehi ters tut, son feci bisiklet cart curt. ilk duyulduğunda şarkının ismi olduğu düşünülür.
Küresel ısınma diyede okunabilecek kapitalizmin hayatı ve doğayı tahrip etmesini ifade eder. dert etmeyin bize bir şey olmaz ama dünyadaki canlı yaşamı ve türlerin çeşitliliğini ortadan kaldıran bir problem. ayrıca buzulların erimesi ile sıcaklıkların hangover yaşamasına neden olan tahribat.
5 eylül 2019 itibariyle yenikapı'da hizmete giren sergidir. Pazar gününe kadar tüm İstanbullulara hizmet verecektir.
Kiralık Lüks Mercedes


Kiralık Lüks Mercedes


kirada kaldığı evi ev değil ahır niyetine kullanan. sonrada biz ahırda yaşadık utanmadık sizde görün dercesine evden bir tane çöp bile kaldırmadan evi bırakıp giden tiplerdir. allah uzak etsin cinsindendirler. kendilerine insan diyememekle birlikte herhangi bir canlının benzetmesini yapmak o canlıya hakaret gibi gelmektedir bana. siz siz olun tutacağınız evi önceden gidip görün efenim.
Özgüvensizdir ve amacı kesinlikle cinselliktir.
Edit: başka söze gerek yok bence.
Edit: başka söze gerek yok bence.
chp istanbul il başkanı canan kaftancıoğlu hakkında 2012-2017 tarihleri arasında sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımlar nedeniyle bir süredir devam eden davaların bugünkü sonucudur.
5 ayrı suçtan ertelemesiz 9 yıl 8 ay hapis cezası verilmiş. dava dosyasında nazım hikmet şiirinin de bulunduğu söyleniyor. konular arasında cb'ye hakaret de söz konusu. sonuçlar twitter üzerinden bir çok avukat, chp yetkilisi tarafından an ve an paylaşılıyor.
sezgin tanrıkulu twitter adresi
5 ayrı suçtan ertelemesiz 9 yıl 8 ay hapis cezası verilmiş. dava dosyasında nazım hikmet şiirinin de bulunduğu söyleniyor. konular arasında cb'ye hakaret de söz konusu. sonuçlar twitter üzerinden bir çok avukat, chp yetkilisi tarafından an ve an paylaşılıyor.
sezgin tanrıkulu twitter adresi
Özellikle biriyle karşılıklı sohbet ederken konudan alakasız olarak gelen sırıtma isteğidir. Nedenini anlayamadığım bir durum.
ben bu başlığa üç kişinin adını yazacağım, belki de dört; abidin dino, ferit edgü ve genco erkal.
Bu ülkenin yetiştirdiği bence en büyük üç entelektüeli ve en iyi dostları aynı masada toplamayı çok isterdim. Doğunun en ücra kasabalarından birinde, bolca esintinin olduğu bir yaz akşamı, köy evinin damında ev yapımı boğma rakılarımızı yudumlarken Siyaset, edebiyat ve sanat üzerine müthiş bir sohbet etmek isterdim. Sabaha karşı sızıp, gözlerimi avrupa'nın herhangi bir şehrinde açmayı ne kadar çok arzulardım, bir bilseniz.
orada tezer özlü’yle bir kadeh şarap içmek isterdim. Ama fonda telemann’dan vivace çalacak. Ben o müziğin büyüsüne kapılmış tezer'in gözlerinde bir kıvılcım ararken bana aşklarından bahsedecek. mesela güner* beni bırakıp oyunculuğu seçti, erden* ise iyiydi diyecek, hakkında çok konuşmayacak. Hans* son aşkımdı ama benimle çok ilgilenemedi belki de ilgilenmek istemedi diyecek.
Daha bitiremediği kadehi elinden alıp elini tutacağım. Tutkulu bir öpücüğün ardından sabah kadar sevişeceğiz belki, ama o beni sevmeyecek. Her şey o pansiyon odasında, bizim kirlettiğimiz çarşafların üzerinde kalacak.
Sabah beni terk ettiğinde arkasından yine adını ilk defa ondan duyduğum bir yazarın şu sözlerini hatırlayacağım; “Hayatın alaycı yasalarından biri de şudur: Sevilen kimse, veren değil, alan insandır. Sevilen kimse vermez, çünkü seven verir. Bu da anlaşılmayacak bir şey değildir; çünkü vermek almak kadar kolay unutulmayan bir zevktir; kendisine bir şey verdiğimiz insan bizim için gerekli, yani sevdiğimiz bir insan olur. Vermek bir tutku, neredeyse bir kusurdur. Kendisine bir şeyler verebileceğimiz bir insan olması gerekli.”*
Bu ülkenin yetiştirdiği bence en büyük üç entelektüeli ve en iyi dostları aynı masada toplamayı çok isterdim. Doğunun en ücra kasabalarından birinde, bolca esintinin olduğu bir yaz akşamı, köy evinin damında ev yapımı boğma rakılarımızı yudumlarken Siyaset, edebiyat ve sanat üzerine müthiş bir sohbet etmek isterdim. Sabaha karşı sızıp, gözlerimi avrupa'nın herhangi bir şehrinde açmayı ne kadar çok arzulardım, bir bilseniz.
orada tezer özlü’yle bir kadeh şarap içmek isterdim. Ama fonda telemann’dan vivace çalacak. Ben o müziğin büyüsüne kapılmış tezer'in gözlerinde bir kıvılcım ararken bana aşklarından bahsedecek. mesela güner* beni bırakıp oyunculuğu seçti, erden* ise iyiydi diyecek, hakkında çok konuşmayacak. Hans* son aşkımdı ama benimle çok ilgilenemedi belki de ilgilenmek istemedi diyecek.
Daha bitiremediği kadehi elinden alıp elini tutacağım. Tutkulu bir öpücüğün ardından sabah kadar sevişeceğiz belki, ama o beni sevmeyecek. Her şey o pansiyon odasında, bizim kirlettiğimiz çarşafların üzerinde kalacak.
Sabah beni terk ettiğinde arkasından yine adını ilk defa ondan duyduğum bir yazarın şu sözlerini hatırlayacağım; “Hayatın alaycı yasalarından biri de şudur: Sevilen kimse, veren değil, alan insandır. Sevilen kimse vermez, çünkü seven verir. Bu da anlaşılmayacak bir şey değildir; çünkü vermek almak kadar kolay unutulmayan bir zevktir; kendisine bir şey verdiğimiz insan bizim için gerekli, yani sevdiğimiz bir insan olur. Vermek bir tutku, neredeyse bir kusurdur. Kendisine bir şeyler verebileceğimiz bir insan olması gerekli.”*