#tüm yolubasinda entry'leri

Etrafı ormanlar ile sarılı olan Bahçeköy'de bulunan Atatürk Arboretumu gerçekten de muazzam bir yer. Burası yapılacak keyifli yürüyüşlerin yanı sıra fotoğrafçılar için de bulunmaz bir nimet.

Aynı zamanda bir müze ve bilimsel araştırma sahası olduğu için içerisinde yapabileceğiniz şeyler çok kısıtlı. Tripot kurmak, yemek yemek (mandalina bile) ve hatta bir örtü serip oturmaya kadar her şey yasak.

Bu arada son videomu Atatürk Arboretumu 'nda çektim. Beğenirseniz destek olmak için abone olmayı unutmayın :d
Kemal Sunal mağaraları olarak da anılan İnceğiz Mağaraları tarihin en eski ilkel apartmanlarından birine ev sahipliği yapıyor. Öyle ki M.Ö 5.500'e kadar uzanan yerleşim geçmişi var. Bundan 3200 sene önce, yani M.Ö 1200 civarında elle oyularak apartmanlaştırıldığı bilinmekte.

İkinci katına harici, 3. ve 4. katına içeriden merdivenlerle çıkabildiğiniz muazzam bir antik yapı. Tarih ve arkeoloji meraklılarının, fotoğrafçıların ve gezginlerin uğramadan geçmemesi gereken bir yer.

İçinden çıkartılanların İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde saklandığı bu az bulunur kültürel mirasa gereken değerin verildiğini söyleyemeyiz...

Aynı zamanda youtube'da paylaştığımız 4. videoyu bu mağarlarda çektik; İnceğiz Mağaraları 1 ve 2


inceğiz mağaraları - incegiz-magaralari-yXQS6

inceğiz mağaraları - incegiz-magaralari-7Vyzl
İstanbul'un tam ortasında bir zaman makinası var. İstanbul Arkeoloji Müzesi, tamamı ile gezilip görülmesi gereken büyüleyici bir yer. Özellikle şahsımın ilgisini çeken antik mezar lahitleri ve bu lahitlerdeki mezar yazıları oldu. Adeta geçmişten günümüze alıcı olarak kurduğumuz bir iletişim.

İskender Lahdi üzerindeki savaş tasviri, ağlayan kadınlar figürleri, Samsun'da bulunan ve kime ait olduğu bilinmeyen antik bir mezar lahittin üzerindeki yazı en çok etkilendiklerim oldu.

Lahitte; ''Biliyorsunuz ki ölüm, bütün ölümlülerin yanı başındadır!'' yazmakta.
4 sene üniversite okuduğum şehir... Başlar, gelişir ve biter. En çok yeni gelen ve terk eden sever. Eski bir şehirde seneler geçer ve imgeler kalır geriye. Fakat öyle Sazova'da, Odun Evleri'nde falan değil. Ara sokaklarında, marketlerinde, çarşısında, tren istasyonunda, en çok da tramvay raylarında. Bazen dans eden kalabalığın tam ortasında ve bazen küçük bir evin penceresinde eskitilir zaman. Okul yolunu ve saniyelerin senelere dönüştüğü puslu mavi derslikleri de çıkartınca, bir kaç arkadaş, bir şişe şarap ve soğuk bir rüzgardan başka ne kalır ki hatırda...
Senelerce Eskişehir'de okuduktan sonra varlığını bir gazete haberinden öğrendiğimiz, olağanüstü bir bozkıra sahip, içerisinde kano sporundan tüplü ve serbest dalışa kadar çeşitli aktivitelerin yapılabildiği Sakarya Nehri'nin kaynaklarından biri olan Sakaryabaşı gerçekten burnumuzun dibindeki bir doğa harikası. Ayrıca nehrin yer altı kaynağından doğduğu yer olduğu için su yaz kış sıcak (19-21 derece)... Ayrıca her ne kadar teknik aksaklıklar yaşasam da(sualtı kamerasının su alması gibi!?) geçen hafta açtığım youtube kanalımın ilk videosu oldu kendileri.
iş seyahatı vasıtasıyla bükreş'ten başlayıp tüm kuzeyini gezdiğim, eşsiz doğasına ve manastırlarına şahit olduğum, beklentimin kesinlikle tam tersini yaşatan güzel insanların yaşadığı güzel bir ülke. öncelikle nüfusu az ve bunu bulunduğunuz her ortamda huzur olarak hissedebiliyorsunuz. insanları çok rahat, kibar ve kültürlü. ingilizce özellikle gençler arasında ve ülkenin genelinde iyi derecede. öyle ki poğaça satan abladan bile ingilizce dersi alabilirsiniz. önce slav zannettiğim için, benimde kökenim olan balkanların kültürüne ve diline benzer bir şeyler aradım. müziklerinde, yaşayış tarzlarında ve hatta bakışlarında bile balkan/slav havasını sezebiliyorsunuz ancak tam olarak ne olduklarını bizzat rumen arkadaşımdan dinledim. anlattığına göre kendilerini genetik ve dil olarak yüzde 65-70 latin/romalı/italyan olarak tanımlıyorlar ve kalan yüzde 30-35'lik kısım yaşayışlarındaki ve kültürlerlerindeki slav esintisi, kültürü. ortadoks kültürlerine ayrıca bayıldım. bir pazar iki tane pazartesi ayinine denk geldim romanya'da olduğum sürede. dine bakış açıları, dini yaşayışları, ibadetleri tam benlik. inancım onlardan farklı olsa da ömrümün sonuna kadar onlar gibi yaşayabilirim diyebilirim.
sighisoara'da dracula'nın doğduğu ev de içinde bulunan kelimelerle tarif edemeyeceğim kadar etkilendiğim kale içi şehrini gördüm. unesco koruması olması da cabası ancak genel olarak romanyada tarihi mekanlar çok çok iyi korunmuş ve ne çevresi ne içi bozulmamış, ranta kurban gitmemiş. tekrar görmek istediğim yerler arasında kesinlikle 1. sırada çünkü akşam saatlerinde ziyaret etme fırsatı buldum. gün ışığında görmek farklı olur diye düşünüyorum. ayrıca vlad dracula onlarda bir halk kahramanıymış, ben bilmiyordum. neyse. sinaia muhteşem doğası, harika sakin ve düzenli merkezi ve bahçesine her an ayı girebilen dağ evleriyle bir diğer bayıldığım bölgeydi. çok güzel bir haftasonu geçirdim burda. sevdiğim insanın yanımda olmasını dileyerek de olsa... bu bölgenin yakınlarında cennetten kopma bir manastır var, ismi 'caraiman monastery' bir gün yolunuz sinaia tarafına düşerse ve zamanınız varsa kesinlikle bu manastırda bir soluklanın derim. palinka denen geleneksel içkileri var. viski çağrıştıran erik rakısı desem yeridir. epey ağır fakat güzel. çesitli, ilginç mutfakları var ama tabii ki türk mutfağı ile kıyaslamayacağım. romanya'da yaşamak ister misin diye sorsanız kesinlikle evet derdim. sıradan sokaklarında bile zaman zaman nostaljik hisler duyduğum, sanki başka bir benliğim orda yaşamış, sanki bir zamanlar buraya ait olmuşum gibi hissettiğim oldu sürekli. kısaca çok sevdim romanya'yı. gidin, görün.