#tüm son-ortadogu-bukucu başlıkları

Rakıların kralı* olarak bilinen, muazzam lezzetiyle içeni kendisine müptela edebilen, lübnan menşeili rakı.

%53 alkol oranıyla benim gibi her zaman alkolü fazla kaçıranları anında maymun edebilen, meşhur beyrut gecelerinde ne yaptığını unutturabilen hakiki aslan sütüdür.

Boyutları da bizdekine göre daha farklıdır. 75 cl, 150 cl ve 300 cl olarak satılıyor. Bundan 4 yıl kadar önce 3 litrelik olanının fiyatı ise 2500 lübnan lirası yani 10 türk lirası idi.

Alkollü içecek işinde -özellikle şarap ve rakı*- arapların* üzerine tanımıyorum. Bu işi biliyorlar.

touma rakı - son-ortadogu-bukucu-WOJMQ
Kadın vücudundaki erojen bölgeleri tahrik edecek şekilde tasarlanmış; plastik, metal, rabbit gibi milyon tane çeşidi olan cinsel fantezi aracı.
andrei tarkovsky'nin 1960 yılında Sinema Enstitüsü'nü bitirmek için çektiği 43 dakikalık bitirme projesidir.

Silindir ve keman diye türkçeye çevrilen film, silindir operatörü bir işçi olan Sergei ile keman virtüözü olma yolunda ilerleyen küçük Sasha arasındaki arkadaşlığı anlatır.

Film, başlı başına kocaman bir metafordur. Bu konuyu detaylı olarak anlatmadan hemen önce daha sonra anlatacaklarım daha net anlaşılsın diye biraz dönemin sscb’inden ve tabii ki Tarkovsky’den bahsetmek gerekiyor.

SSCB’de filmin çekildiği dönemde nikita kruşçev iktidardaydı. Kruşçev, görevi süresince selefi josef stalin’in politikalarını yerden yere vurmuş. Leninist politikalara geri dönülmesi gerektiğini vurgulamıştı. İç ve dış politikada yenilikçi çalışmalar yapmaya çalışan Kruşçev, hem kapitalist hem de komünist ülkelerle dostluklar kurmaya çabalamıştır. Ama bu girişimleri Mao yönetimindeki Çinle arasını açmıştır. Öte yandan konvansiyonel silahlardan ziyade nükleere ve uzay alanına yatırımları da arttırmıştır. Ama tarım ve hayvancılık alanında büyük başarısızlıklar yaşamıştır.

Tarkovsky’ye gelecek olursak; şair bir babadan olan, oyuncu bir anneden doğan, daha 20’li yaşlarında genç bir sanat aşığıdır. Sinema enstitüsü’ne girmeden önce müzik ve arapça eğitimi almıştır. Filmlerindeki metaforlardan yola çıkarak söylüyorum; arapça bildiğini de ele alarak önemli arap mutasavvıflardan da etkilendiğine inanıyorum.

Artık filmle ilgili eyyorlamama gelelim.

Entrynin başında bu film başlı başına bir metafor demiştim. Öncelikle onu biraz açalım. Film, SSCB’nin o dönem içinde bulunduğu durumun bir metaforu. sosyalist bir ülkede olmaması gereken sosyal statü ve ekonomik farklıları eleştiriyor.

Filmin başında ve sonunda kullanılan elma metaforu ise adem ile havva’ya minik bir selam çakarak sasha’nın hayatındaki kadınlarla olan kötü ilişkilerini anlatıyor.

Ayrıca filmin ilerleyen sahnelerinde eski bir binanın yıkılışını ve arkasından ışıl ışıl parlayan yeni bir binanın ortaya çıktığını görüyoruz. sasha* ve sergei’nin* yağan yağmur altında izledikleri sahne ise yaşanan yeniliklerin bir yandan eskileri de yok ettiğini anlatıyor.

Filmin başından sonuna kadar Sergei’nin ilgilenmediği bir kadın vardır. Yine Filmin son sahnesinde beraber sinemaya gitmek için sergei’ye söz veren Sasha’ya annesi izin vermez. yüksek katlı bir apartman dairesinin balkonundan gelemeyeceğini yazdığı uçak yaparak attığı not sergi’e ulaşmaz ve sergei o pas vermediği kadınla sinemaya gider. Yine burada sosyal eşitsizliğin korkunç boyutlara ulaştığını anlatıyor. Ve aslında filmimiz burada bitiyor.

Ama bir son sahne var ki Sasha’nın Sergei’in kullandığı silindire koşarak gittiği ve işçinin Sasha’yı elinden tutarak silindire bindirdiği, peşinden motor yağı veya zift akan yola güvercinlerin konması yönetmenin rüyası ya da gelecek ümididir.

Son olarak ise tarkovsky’nin arap mutasavvıflardan etkilendiğini düşünmemin sebebi ibn-i arabi’nin sık sık kullandığı ayna metaforudur. Yönetmen bu filmde ayna metaforunu bence ibn-i arabi ile aynı anlamda kullanıyor.

(bkz: ibn-i arabi’nin ayna metaforu)
andrei tarkovsky’nin 1956 yılında öğrenciliği döneminde okuldan arkadaşlarıyla birlikte çektiği ilk filmidir.

Ayrıca tarkovsky, Türkçe çevirisi katiller olan bu filmde kısa da olsa müşteri rolünde oynamış, sahnesi boyunca çaldığı ıslıkla akıllarda kalmıştır.

Yaklaşık 20 dakika uzunluğunda olan film, yine tarkovsky’nin isteğiyle ernest hemingway’in “the killers” öyküsünden uyarlanmıştır.

Kabullenilmiş bir sonun anlatılmaya çalışıldığı film, üniversite öğrencisi bir gence göre teknik anlamda çok iyidir.

Filmde sekanslar arası geçişler, oyuncu yönetimi ve herbir sahne takdir edilesidir. Özellikle giriş ve adam’ın ole ile konuştuğu sahne teknik olarak kusursuzdu diyebilirim.

Kafe içerisindeki sahnelerin yönetmenliğini tarkovsky, ole’nin odasındaki sahneyi ise arkadaşı alexander gordon* yönetmiştir.

Film, okul hocaları ünlü sovyet yönetmen mihail iliç romm tarafından ise büyük takdir görmüştür.
Güftesi vecdi bingöl’e, bestesi sadettin kaynak’a ve icrası münir nureddin selçuk’a ait fevkalade bir eserdir.

münir nureddin selçuk-leyla bir özge candır

“Leyla bir özge candır
Kara gözlü ceylandır
Doyulmaz hüsn-ü andır
Kanılmaz bir içim su
Leyla, Leyla, ah Leyla
Dillerde sözlenen o
Yollarda gözlenen o
Yürekten özlenen o
Her gönülde o arzu
Leyla, Leyla, ah Leyla
Aşıklar levend olsa
Sevdalar kemend olsa
Birbirine bend olsa
Ele geçmez o ahu
Leyla, Leyla, ah Leyla”
Güftesi yahya kemal beyatlı’ya, bestesi ve icrası münir nureddin selçuk’a ait olan hicaz makamındaki eser.

leyla bir özge candır ile birlikte en sevdiğim münir nurettin eseridir.

münir nureddin selçuk-aziz istanbul

“Ah ah Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul
Görmedim gezmediğim sevmediğim hiçbir yer
Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer

Nice revnaklı şehirler görünür dünyada
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan
Ah ah Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul”
Bir kadının en estetik bölgesidir.

Omuz arkası kürek kemiğinden başlayarak, bütün o 33 omurunun hepsine ayrı bir isim verilebilir. boynundan, taa kuyruk sokumuna kadar omurilik üzerinde gezdirilen işaret parmağının beyninize gönderdiği sinyallerin tahrik katsayısını ifade bile edemezsiniz.

Peki ya kalçalara doğru indikçe sağda ve solda beliren o iki minik gamze...

Neyse işin hülasası bir kadının en seksi hali, sana sırtını dönüp çıplak halde sigara içtiği andır.
son dönemde mentollü sigaraların satışının durması ve sigaraların da aşırı pahalanmasından sonra nane sever sigara saranlar arasında fazlasıyla tutulan filtredir.

Geçen hafta bahçeşehir gibi yoklukla imtihan edilen bir semtte oturan arkadaşıma alacağıma söz verdim.

mecidiyeköy’de Sürekli tütün aldığım yerin bana defalarca önermesine karşın “ben mentollü sevmiyorum yaa” diyerek geçiştirdiğim satıcı, bugün bana yok çekti.

Arkadaşımı da ha bugün ha yarın diye oyalamaktan çok utandığım için “neyse yaa istiklal’e gideyim, orada kesin vardır” diyerek, evime 2 durak uzaktaki taksim’in yolunu tuttum. Orada da tanığım 2 tütüncü yok çekince neye uğradığımı şaşırdım.

Ben bu filtreyi bulmadan yarın o arkadaşımı görmeye gidemezdim. İnat ettim ve hemen fünikülere atladığım gibi kabataş’a oradan ise beşiktaş’a yürüdüm. Köyiçi’nde sorduğum 3 tütüncü de yok çekince gayri ihtiyari “oha, yok artık” demişim. Neyse satıcı arkadaşa durumu anlatıp, özür dileyip, oradan da eli boş döndüm.

O filtreyi bulmadan bana rahat bir uyku yoktu artık. Gerekirse istanbul’daki bütün tütüncüleri tek tek gezecek ama o filtreyi bugün bulacaktım.

Hemen ilk vapurla kadıköy’e geçtim. Burada da yoksa artık bir sonraki durağım üsküdar olacaktı ki en nefret ettiğim semtlerden birine uzunca bir aradan sonra ilk defa gidecektim.

Kadıköy’e ulaştıktan sonra sırasıyla 3 tane tütüncü de yok çekti. Artık bir yandan ümidimi yitirmişken bir yandan da hayatında küfür etmemiş ben içimden kendime bildiğim bütün küfürleri ediyordum.(işte bok diyordum, aptal, gerizekalı gibi şeyler)*

Neyse son olarak ağır gören gözlerime ilişen ışıklı bir tabelada turuncu mu yoksa tütüncü mü yazdığını kestirmeye çalışırken kendi kendine “yok oğlum orada ne tütüncüsü ilk defa mı geliyorsun sanki” gibi iç seslerle kendimi kandırarak daha fazla vakit kaybetmeden üsküdar’a gitmem gerektiğini kendime tembihliyordum.

Yoluma tersti belki ama Altı üstü 100 metre uzağımdaydı ne kaybederim ki diyerek ışıklı tabelaya doğru yürüdüm tütüncü olduğunu görüp ümitsiz adımlarla şangır şungur sesler eşliğinde kapısını açıp içeri girip “yaa gizeh’in mentollü filtresi....” diyemeden karşımdaki teyze, peşimden elinde poşetlerle içeri giren oğluna “bu mentollü filtrelerden de getirdin mi” diye sordu. Ben yaşlardaki çocuğun evet diyen kafa hareketlerinden sonra oradaki taburenin üzerine çöktüm ve gözlerimden süzülen yaşları gizlemeye koyuldum.

Neyse ardından 13₺ bayılıp 120’lik gizeh mentollü filtreyi aldım.

Son olarak buraya kadar gelmişim şurada bir bira içeyim de eve öyle dönerim dedim. Şu anda üçüncü biramı yudumlarken bu entariyi karalıyorum.

Öte yandan Bu yaşadıklarımın ardında mentollü sigara içen herkesle arkadaşlığımı tekrar gözden geçirmeye karar verdim. Bilginiz olsun.
Maalesef ki yabancı turistlerin aklında sadece kazıkçı esnafı ve taksicileriyle yer edinen İstanbul'un en önemli turistik merkezi.