#tüm gezentuccar entry'leri
sözlü münakaşalarda kendine güvenemeyen insanların kendi zihniyetindeki insanlar tarafından oluşturulan hukuk sistemine sığınmasıyla sonuçlanacak eylem.
Türk gazeteci, yazar ve televizyon programcısı (bkz: murat bardakçı) tarafından tanımlaması ve tarihi şöyledir efenim :
bugünlerde de örneklerini görebileceğimiz kamu çalışanı (bkz: yiğit bulut)
"
Saray soytarılığı, bir zamanlar önemli bir meslekti. Soytarılar hükümdarları en sıkıntılı zamanlarında bile güldürür, gerginlikleri azaltır ve tabii, bol bol da bahşiş alırlardı. Osmanlı sarayında soytarı bulundurma geleneğini Yıldırım Bayezid başlattı ve cüceler, kamburlar ve hadımlar en çok rağbet gören soytarılar oldular. Tanzimat'a kadar devam eden bu gelenek, batılılaşma çabamızla beraber unutulup gitti.
HÜKÜMDARLARIN saraylarında soytarı bulundurma geleneğinin tarihi binlerce yıllıktır ve eski Mısır'a, Beşinci Sülâle zamanına kadar gider.
Bu gelenek daha sonraları yaygınlık kazandı ve Abbasiler'den itibaren İslâm tarihine de girdi.
Soytarılık, bir zamanlar çok önemli bir meslekti. Soytarılar hükümdarları en sıkıntılı zamanlarında bile güldürür, dertlerini unutturarak gerginlikleri azaltır ve bu arada bol bol da bahşiş alırlardı. Birçok soytarı, tarih boyunca önemli roller oynamıştı. Osmanlı sarayında soytarı bulundurma geleneğini Yıldırım Bayezid başlattı. Bizdeki saray soytarıları daha çok Araplar'dan veya Habeşliler'den seçilirler, ya esir pazarlarından satın alınır veya saraya hediye olarak gönderilirlerdi. Cüceler, kamburlar ve hadımlar en çok rağbet gören soytarılardı. Tanzimat dönemine kadar devam eden bu gelenek, batılılaşma çabamızla beraber ortadan kalktı, unutulup gitti.
Soytarının on parmağında on marifet olması gerekirdi. Padişahı sinirli olduğu zamanlarda güldürmeleri, yeri geldiğinde de anlattıklarıyla ve yaptıklarıyla düşünmeye sevketmeleri gerekiyordu. Hükümdara bu derece yakın oldukları için, soytarıların güvenilir kişilerden seçilmelerine , özen gösterilirdi.
Türkiye'de 16. asrın sonlarından itibaren devlet kurumlarının giderek yozlaşması üzerine işleri gayrımeşru yollardan halletmek günlük bir alışkanlık hâline gelmiş ve çarkın içinde soytarılar da yeralmışlardı. Bu soytarıların başında, Üçüncü Murad'ın Nasuh ve Cuhud isimli cüceleri gelmekteydi.
Cüce Nasuh ile cüce Cuhud, saraydan dışarıya pek çıkmayan Üçüncü Murad'ı avuçlarının içine almışlar ve tayinlerde bile etkili olmuşlardı. Her iki soytarının da gayrımeşru yollardan biriktirdikleri büyük miktarda servetleri vardı. Sonraki senelerde gözden düşüp hapse atıldıklarında yapılan tahkikatta soytarıların kurduğu büyük bir rüşvet ağı ortaya çıkartılmış ve makamlarını soytarılara verdikleri rüşvetlerle elde eden birçok devlet görevlisi azledilmişti.
"
bugünlerde de örneklerini görebileceğimiz kamu çalışanı (bkz: yiğit bulut)
"
Saray soytarılığı, bir zamanlar önemli bir meslekti. Soytarılar hükümdarları en sıkıntılı zamanlarında bile güldürür, gerginlikleri azaltır ve tabii, bol bol da bahşiş alırlardı. Osmanlı sarayında soytarı bulundurma geleneğini Yıldırım Bayezid başlattı ve cüceler, kamburlar ve hadımlar en çok rağbet gören soytarılar oldular. Tanzimat'a kadar devam eden bu gelenek, batılılaşma çabamızla beraber unutulup gitti.
HÜKÜMDARLARIN saraylarında soytarı bulundurma geleneğinin tarihi binlerce yıllıktır ve eski Mısır'a, Beşinci Sülâle zamanına kadar gider.
Bu gelenek daha sonraları yaygınlık kazandı ve Abbasiler'den itibaren İslâm tarihine de girdi.
Soytarılık, bir zamanlar çok önemli bir meslekti. Soytarılar hükümdarları en sıkıntılı zamanlarında bile güldürür, dertlerini unutturarak gerginlikleri azaltır ve bu arada bol bol da bahşiş alırlardı. Birçok soytarı, tarih boyunca önemli roller oynamıştı. Osmanlı sarayında soytarı bulundurma geleneğini Yıldırım Bayezid başlattı. Bizdeki saray soytarıları daha çok Araplar'dan veya Habeşliler'den seçilirler, ya esir pazarlarından satın alınır veya saraya hediye olarak gönderilirlerdi. Cüceler, kamburlar ve hadımlar en çok rağbet gören soytarılardı. Tanzimat dönemine kadar devam eden bu gelenek, batılılaşma çabamızla beraber ortadan kalktı, unutulup gitti.
Soytarının on parmağında on marifet olması gerekirdi. Padişahı sinirli olduğu zamanlarda güldürmeleri, yeri geldiğinde de anlattıklarıyla ve yaptıklarıyla düşünmeye sevketmeleri gerekiyordu. Hükümdara bu derece yakın oldukları için, soytarıların güvenilir kişilerden seçilmelerine , özen gösterilirdi.
Türkiye'de 16. asrın sonlarından itibaren devlet kurumlarının giderek yozlaşması üzerine işleri gayrımeşru yollardan halletmek günlük bir alışkanlık hâline gelmiş ve çarkın içinde soytarılar da yeralmışlardı. Bu soytarıların başında, Üçüncü Murad'ın Nasuh ve Cuhud isimli cüceleri gelmekteydi.
Cüce Nasuh ile cüce Cuhud, saraydan dışarıya pek çıkmayan Üçüncü Murad'ı avuçlarının içine almışlar ve tayinlerde bile etkili olmuşlardı. Her iki soytarının da gayrımeşru yollardan biriktirdikleri büyük miktarda servetleri vardı. Sonraki senelerde gözden düşüp hapse atıldıklarında yapılan tahkikatta soytarıların kurduğu büyük bir rüşvet ağı ortaya çıkartılmış ve makamlarını soytarılara verdikleri rüşvetlerle elde eden birçok devlet görevlisi azledilmişti.
"
(bkz: saray soytarısı)
sosyal medya ve internet platformlarında iki kelimeyle yaptıklarını düşündükleri edebiyat sonucu kendilerini yazar gören insanların içinde bulunduğu durumdur. bu yazar kılıklı soytarılar okudukları şeyler hakkında iki kelime yazmaktan aciz, popüler kültürün takipçisi, prim peşinde koşan, her sözden komedi çıkartmaya çalışan saray soytarılarından farksızdır. (bkz: yazar) türkiye'nin geldiği nokta budur. bu ülke artık bir (bkz: tevfik fikret), (bkz: mehmet akif ersoy), (bkz: halit ziya uşaklıgil), (bkz: cenab şehabettin) gibi yazarlar yetiştirecek kalitede bir eğitim ve düşünce sistemine sahip değildir. bugün yazar olarak gördüğümüz sesini ancak derinlerde duyduğumuz birkaç iyi kalpli insan haricinde kimse yoktur. Bağımsız konuşan insanların bu ülkede şansı kalmadı. Ahlaktan namustan haysiyetten konuşan insanlara bu ülke artık imkan vermiyor. konuşmak için ancak (bkz: saray soytarısı) olmanız gerekiyor. (bkz: yiğit bulut)
emperyalizmin koruyucu kurumudur. bir insanı başka bir insandan korumaya gerek yoktur. her insan kendini koruma içgüdüsüyle varolmuştur. insan bir hayvan türü değildir. insan kendi gibi düşünebilen varlıklara zarar verme eğiliminde değildir. bir büyük balığın küçük balığı yemesi gibi bir durum söz konusu değildir. bir insanı öldürmek için çeşitli sebepllerin olması gerekir. kendine zarar vereceğini düşünülen insana aynı şekilde cevap verebilirsin. ülkeler içinde aynı durum geçerlidir. ülkeleri oluşturan insanlar birbirine zarar verme eğiliminde değiller ise ülkeler neden böyle bir eğilime sahipler. bunun tek sebebi (bkz: iktidar) savaşlarıdır. bunu ortadan kaldırmanın tek yolu (bkz: devrim)
daha iyileri için (bkz: 500. entry)
Türk'üm dedim faşist dediler
Kürd'üm dedim hadi lan bölücü dediler
Laz'ım dedim hadi lan devşirme rum dediler
Çerkez'im dedim hain ethemin torunları dediler
Alevi'yim dedim dinsiz kızılbaşlar dediler
Sünni'yim dedim yezit dediler
Arap'ım dedim pis yobazlar dediler
ben ne dediysem bişeyler dediler
tam insanım diyecektim insanlığa dair her şeyi yok ettiler
Kürd'üm dedim hadi lan bölücü dediler
Laz'ım dedim hadi lan devşirme rum dediler
Çerkez'im dedim hain ethemin torunları dediler
Alevi'yim dedim dinsiz kızılbaşlar dediler
Sünni'yim dedim yezit dediler
Arap'ım dedim pis yobazlar dediler
ben ne dediysem bişeyler dediler
tam insanım diyecektim insanlığa dair her şeyi yok ettiler
Söz ve müziği ahmet kaya'ya ait olan sitem dolu bir şarkıdır.
Ağlama bu günler gelir de geçer babam
Ağlama bu dertler elbet biter babam
Ocaksız köylerimde dumanlar tüter elbet
Ben yandım sen yanma Allah aşkına
"Burada, bu şarkımı söylerken, benim Türkiye'de yaşadığım çok zor günlerde bir Merhaba'sını istediğim, fakat o Merhaba'yı benden esirgeyen, ulusal anlamda aynı kaderi paylaştığım bütün arkadaşlarıma ve dostlarıma ince bir sitemdir. Umarım bunu anlarlar"...
İki damla gözyaşımla satıldım pazarlarda
Kırdılar yüreğimi, kırdılar azarlarla
Sürgünlere yolladılar sabah dörtte yağmurlarla
Ben yandım siz yanmayın Allah aşkına
Ağlama bu günler gelir de geçer babam
Ağlama bu dertler elbet biter babam
Ocaksız köylerimde dumanlar tüter elbet
Ben yandım sen yanma Allah aşkına
"Burada, bu şarkımı söylerken, benim Türkiye'de yaşadığım çok zor günlerde bir Merhaba'sını istediğim, fakat o Merhaba'yı benden esirgeyen, ulusal anlamda aynı kaderi paylaştığım bütün arkadaşlarıma ve dostlarıma ince bir sitemdir. Umarım bunu anlarlar"...
İki damla gözyaşımla satıldım pazarlarda
Kırdılar yüreğimi, kırdılar azarlarla
Sürgünlere yolladılar sabah dörtte yağmurlarla
Ben yandım siz yanmayın Allah aşkına