bu tamamen bir gözlemdir, doğru olabileceği gibi yanlış da olabilir. 10 seneyi aşkın bir süredir sıkı bir ekşi sözlük okuyucusuyumdur. 4-5 sene önceki entry'leri hatırlayınca son aylarda o kadar netleşti ki, iktidar partisine karşı yazılan eleştirel entry'ler sansürleniyor hissine kapılıyorum. zaten geçenlerde bir entry'nin başlığını editörler değiştirdi. diğer açık eleştirel başlıklar ise hemen arka plana atılıyor. bir grup yazar tarafından hemen karşı cevaplar veriliyor. ekşi'nin sahibi bu siteden çok ciddi bir para kazanıyor, dolayısıyla dertsiz başıma iş mi alacağım diye düşünebilir. sonuçta adamın malı. istediği gibi sitesini yönetir. eleştiriden ziyade bir tespit benimkisi. deneyimi olan varsa paylaşsın. izlenimim bu yöndedir.
1946’da çok partili sürece geçildiğinde, CHP’nin devam eden uzun süreli iktidarı sayesinde ordu ile ilişkiler kopmayacak kadar güçlü görünüyordu. Bu yüzden yeni parti DP için orduyu yanına çekmenin sembolik olmasından çok, devletle eklemlenme açısından önemi vardı.

İlk sıralarda DP yönetimi, ordu içinde büyük itibarı olan ve 1944’e kadar Genelkurmay Başkanlığı yapmış olan emekli Mareşal Fevzi Çakmak başta olmak üzere, başka üst düzey askerleri kendi taraflarına çekerek İnönü’nün etkisini eşitlemeye çalıştılar. Ayrıca DP’liler, silahlı kuvvetlerin siyasette etkin rolüne imkân veren II. Dünya Savaşının başında ilan edilmiş sıkıyönetimi, muhalefetin gelişmesine engel oluşturduğu fikrini işleyerek 1947’de kaldırttılar.

DP 1950’deki seçimleri kazandığında, kimi DP’liler CHP’ye hâlâ sadık olarak gördükleri ordunun tepkisinden kaygı duydular. Menderes hükümetinin kurulmasından iki hafta sonra, bir ihbar üzerine silahlı kuvvetlerin yüksek komutasında tasfiyeye girişildi.

Genelkurmay başkanı ve diğer yüksek rütbeli subayları görevden alıp yerlerine siyasî olarak daha güvenilir kişileri getirme çabası içeren bu hareket, yeni kabineye bağlılıkları şüpheli görülen yüksek komutadan gelebilecek tehlikeyi ortadan kaldırmak amacı taşıyordu. Pek çok DP’liye göre, muhalefet lideri İsmet İnönü’nün ordu üzerindeki etkisi devam etmekteydi ve bu durum, komutanların DP iktidarına tam anlamıyla sadık olamayacağına yorumlanıyordu. Bu yüzden Menderes hükümetinin kısa sürede gündemine, ordunun yeni demokratik hayata uygun yapılanması girmişti.

Teknolojik donanımda orduyu modernleştirmeyi de kapsayacak bu reform hareketine istekli görünen, 1952 sonlarında Millî Savunma Bakanlığına atanan asker kökenli Albay Seyfi Kurtbek’ti. Üstelik Türkiye, bu sıra, Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilgilenen ve bu kurumda değişim isteyen askerî ittifak NATO’nun üyesiydi.

Ordu içinde, yüzyıl başında benimsenen Prusya modelinin yerini ABD modeli almış, çok sayıda genç subay NATO eğitiminden geçmişti. Silahlı kuvvetleri sivillerin denetimine bırakmayı hedefleyen Kurtbek’in askerî reform tasarısı, ilk sıralarda hükümet düzeyinde destek bulduysa da, bir süre sonra bundan vazgeçildi.

Hükümet, yüksek kademedeki komutanlarla işbirliğine daha çok önem vermesinden dolayı onların durumlarında iyileştirmeler yaparken, bu alt ve orta rütbeli subaylara aynı ölçüde yansımadı. 1956’da başlayan enflasyonlu yıllarda alt ve orta rütbeli subayların maddi refahlarındaki gerileme onların genel hoşnutsuzluğunu giderek arttırdı.

1957 yılının son ayında, hükümete karşı komplo kurmakla suçlanan dokuz subayın İstanbul’da tutuklanması ordu içindeki ortamın gerginliğine bir işaret sayıldı. Subayların tutuklanmasından sonra geniş bir soruşturmadan vazgeçilip, bunun sınırlı tutulması ordu içinde bu tür faaliyetlerin daha büyük gizlilikle ve ihtiyatla devam etmesine olanak sağladı. Dokuz Subay Komplosundan sonra 1958’in Temmuz’unda askerî darbe ile Irak’ta krallığın devrilmesi DP hükümeti için bir ikaz oldu.

Nisan 1960’da, Tahkikat Komisyonu’nu anayasaya aykırı buldukları için eleştiren bazı profesörlere siyasete karıştıkları gerekçesiyle disiplin cezası verilmesine tepki olarak İstanbul ve Ankara’da baş gösteren öğrenci olayları ordu içindeki ihtilalci örgütlere fırsat vermekteydi.

Hükümetin bu sıralarda ordu içindeki ihtilafın üzerine gitme gibi bir eğilimi de gözükmüyordu. Nitekim, subaylar 27 Mayıs’ta “demokrasinin içine düştüğü buhran”, “son müessif hadiseler” dolayısıyla ülke yönetimine el koyduklarını açıkladıklarında ordu içinde ciddi bir direnişle karşılaşmadılar.