#tüm haci-bomontioglu başlıkları

"Yola çık" bir slogandan ibaretti benim için.
Cesaretsiz olduğumu düşünmemiştim, konduramamıştım belki de. Bir Araç’a elimi kaldırıyor olmanın mahcubiyeti içerisindeydim.
"Yola Çık" sloganını ilk okuduğum andan beri.
Hayatım da öylesine değişiklikler oldu ki yıllar içerisinde. Harika zamanlar geçirdiğim zamanlar dışında, yaşadığım yirmi beş yılın saçmalık olduğunu düşündüm epeyce bir süre. Bu saçmalığın karakterime yaptığı desteği görünce de, ne kadar değerli olduğunu anladım.
Homofobik, milliyetçi, gelenekçi bir insandan bu saydıklarımla hiçbir alakası olmayan bir insana dönüşmenin devrimi içerisindeyim.
Hayatımın tamamına baktığım da ne kadar maddesel bir saplantı içerisinde olduğumu görmemi sağladın bu. Binalardan, şehirlerden uzak her adımım beni yaşıyor olduğuma ikna etti. Zira adımlarımın gerisine gittiğimde, geride bıraktığım beton yığınlarına yakın olmak bile nasıl yorucu geldiğini anlatmam. Öylesine kısır ki. İnsanların yüzleri, vücutlarının duruşu, dillerinde ki tonlamalarına bile yabancılaşıyorsun yolda olduğun, yaşamı bastığın yerde, yüreğinde hissettiğin zaman.
Oysa her yeni insanın sana kattığı onca şey varken, maddesel şehir insanlarının hep bir elden seni dibe çekmeye çalışmasına anlam veremiyorsun. Evim ev değil, şehir şehrim değil, ben ben değilim yola çıktığımdan beri.
Gözlerini çadırının tavanına bakarken açtığında, kendine diyorsun ki; Eh işte Ozan uyuman için bu kadar alana ihtiyacın var.
Çadırdan çıkıp makarnayı dünyanın en lezzetli şeyi gibi yemenin zevkini aldığın zaman da; Eh işte Ozan karnın bu kadarla doyuyor.
Güneşin ışıltısına uydurmaya çalışıyorum yapacaklarımı.
Telefonumda ki alarm, eski yaşantıma dair bir hatıra gibi gelmeye başladı artık. İşim aynı şekilde.
Diyorum ki kendi kendime; şimdiye kadar mı yaşadın yoksa şimdi mi yaşıyor olmanı kavrayamıyorsun?
Kısa bir dönemde onlarca hikayeye onlarca yalana ve onlarca konuşan kitaba eşlik ettim.

“Yaşadım” diyebilmen için kozandan çık.
Uzun yıllar boyunca " abi bana değil bir arkadaşa lazım " repliğinin en çok kullanıldığı bir yerde çalışıyordum. Nerede çalıştığımla ilgili yazarsam belki sözlük kurallarına takılırım düşüncesi ile yazmıyorum. disleksi olduğum için kuralları okumaya inanılmaz üşeniyorum. yazdığım yazıları bile sonradan okumakta inanılmaz zorlanıyorum. neyse konuya giriyorum.

yine dükkanda bazı güçlendirici zamazingolar, rotar artırıcı spreyler ve plastik mecmua sattığım bir günde adamın birisi girip.
" abi hayırlı işler. şu çocuk olmasın diye bir şey varmış da ondan istiyorum " dedi
devamlı sattığımız için hemen kalkıp poşete attım kondomu.
" abi bunu kullanınca çocuk olmuyor değil mi " dedi
" yok kardeşim bir sıkıntı çıkmaz merak etme her zaman sattığımız kaliteli bir ürün " diyerek rahatlattım adamı.
" allah senden razı olsun"
o zamanlar dükkanın sabit telefonundan harici bir cep telefonu var. sipariş filan alırım diye yanımda taşıyorum.
gecenin saat 2 'sinde telefon acı acı çalmaya başladı. neyse telefonu açar açmaz " abi beni yaktın. hastanedeyim. ne verdin sen bana öyle " diye ağlamaklı acılı bir ses.
kim olduğunu ne olduğunu kavramaya çalışmakla şaşkınlığım sabaha kadar kavga ettiği için bir türlü uyku girmedi gözüme. ertesi gün bu feryat figan arkadaş dükkana geldi.
" abi beni yakıntın ya, dün verdiğin şeyi kullandım. sonra uyuduk. karın ağrısından uyuyamadım kıvrandım durdum. gece hastahaneye gidip karnımı yıkatırmak zorunda kaldım " dedi
adamın gripin gibi kondomu içtiğini tam da " karnımı yıkatma " dediği anda anladım.
orada geçirdiğim süre içresinde toplumun ne olduğunu, ne kadar eğitimsiz olduğunu kavramış bulunuyorum.
eğer sosyoloji ile ilgilenen arkadaş varsa tez konuları için müthiş bir kaynak nokta olduğunu söyleyebilirim.

şuan devam ettiğim kitabımda, o gece bu olayın kanıtı olan çocuğun hayatını kaleme almaya başladım. çocuk doğmadan mahalle kahvesinde dalga geçilen babanın oğlu tırtıklı ali'nin hikayesini yazmaya başladım.
belki ilerde o hikayeyi de buraya atarım.

önce eyitim.
Pandemi'in ilk başlarında durumun bu kadar vahim olacağından habersiz bir şekilde bir arkadaşımla başka bir arkadaşın kafesinin tadilatında yardımcı oluyoruz. işte boyaya yardımcı oluyoruz tabi boyacı geliyor. fırçayı ve şunu uzat şunu ser. gelen insanların işlerini kolaylaştırarak işlerin daha erken bitmesini hedefliyoruz aslında. bazı ustalar yine yevmiye kafasında oldukları için, işi ne kadar savsaklarlarsa gündelik hesabı çalıştıklarından daha fazla para ödemek zoruna kalacak arkadaşımız. bir gün fayasn ustasına yardım ederken pisuvarları düşürüp kırdık. hem ustayı orada az çalıştırmak istiyoruz hemde malzemeyi kırarak daha fazla zarar getiriyoruz. "hemen Ulus'a gidip Rüzgarlı'nın aşağı taraflarında ki inşaat malzemesi satan yerlerden almamız gerek " dedim arkadaşıma. Ankara'da yaşadığımız için ve ben uzun yıllar Ulus'da çalıştığım için, nereden ucuz mal alınır iyi bilirim. hemen dolmuşa atlayıp yarım saat içinde Ulus'a indik. Alelacele giderken bir yandan da heykelin bulunduğu cadde üzerinde polis grupları var. yolun kenarlarına üzerinde polis yazan mavi ayaklı eşşeklerden koyuyorlar. Neyse arkadaşla nalbur gibi bir yere girip iki tane pisuar aldık. adamlar " arabanız var mı arabaya taşıyalım " diyence. bizde elde götüreceğimizi söyledik. adamlar ayıplar ve şaşırmış bir şekilde yüzümüze baktılar. bir tanesini ben aldım diğerini de arkadaşım. pavyonların önünden güle güle geçiyoruz. işte pisuvarı kafasına geçirip yaratık (alien ) filmininin cosplayını yapıyor.
saçmalıyoruz tamamen. bende x man pisuaradam diyerek pisuvarı karnımın önüne yaslamış şekilde yürüyorum. genelde sıklıkla yaptığımız bir durum bu aslında. elimizde ne varsa ona göre bir şeyler uyduruyoruz. Sonra ikimiz de yeterli bulduk ki tutulabilecek en doğru şekilde tutmaya çalışarak tam köşeyi dönüp ana caddeye cıktık ki, gelirken gördüğümüz polislerin hepsi karşımızda duruyor. arkadaşımla dönüp birbirimize anlamsız şekilde baktıkten sonra içimden diyorum ki " ulan cumhurbaşkanı geçiyor ya buradan biz de elimizde bunlarla çıkmışız yola, polisler cb'yi protesto edeceğimizi düşündükleri için mi böyle bakıyorlar bana " diye bir psikoza girdim. arkadaşımla birlikte koşmaya başladık. o da ben koşuyorum diye koşmaya başlamış. sonrasında anlatıyor bunu bana. neyse. biraz önce eğlencelik olan pisuvar koşarken bir göhsüme vuruyor bir de oradan sekince ivme kazanıp tutmamı zorlaştırıyor. arkamıza bakmadan koşmaya devam ederken hemen yanımızda ucları gözüken joplar belirmeye başladı ama bizim tempomuzda ilerliyor. biraz daha koştuktan sonra polislerle birlikte koşuyor olduğumuzu fark ederek yavaşlıyoruz ama aynı aptal ifade ile birbirimize bakarak.
meğerse gerçekten cb'nı protesto edecek olan eyt'li grubu kovalamakmış amaçları. biraz daha cosplay yapmış olsaydık bu paniği yaşamayacaktık.