#tüm gezentuccar başlıkları

Çalık Grubu'nun kurucusu (bkz: ahmet çalık) 1958 yılında Malatya'da doğdu. Ticari hayatına 1981 yılında Ortadoğu Tekstil Ticaret ve Sanayi A.Ş.'yi kurarak başladı. 1981 yılında GAP Güneydoğu Tekstili kuran Çalık, 1993 yılında tekstil alanında ki yatırımlarını Türkiye'nin dışına taşıma kararı aldı ve 1995 yılında Türkmenistan'da yatırım yapan ilk yabancı gruplardan biri oldu. 1994 yılında GAP Pazarlama kuruldu, şirket bugün Çalık Grubu'nun uluslararası pazarlama şirketi olarak faaliyet göstermektedir. 1996 yılında inşaat sektöründeki faaliyetlerini arttırma kararı alan grup GAP İnşaatı tekrar yapılandırdı. Ahmet Çalık, 1997 yılında bütün şirketlerini Çalık Holding çatısı altında birleştirdi. 1999 yılında finans sektörüne yatırım yapan grup Çalıkbank'ı kurdu. Doksanlı yıllarda yaşanan bu büyümenin sonucunda 2000 yılında grubun toplam aktifleri yarım milyar dolar sınırını aşarken, net kar 21 milyon Amerikan Dolara kadar çıktı. 2001 yılında GAP Güneydoğu Tekstil'in yıllık kumaş üretim kapasitesini 27 milyondan 40 milyona çıkartan grup, 2002 yılında %12.2'lik bir reel büyüme kaydetti. Çalık Grubu'nun aktifleri 2003 yılında bir milyar doları aşarken, 19 Nisan 2004 tarihinde gerçekleştirilen özelleştirme ihalesi ile Bursa'nın doğalgaz firması olan (bkz: bursagaz)'ı grup bünyesine kattı. Çalık Grubu 2005 yılında (bkz: türk telekom) ve (bkz: tüpraş) özelleştirmelerine katıldı, her iki özelleştirmede de son etaba kalarak ihalede ikinci en iyi fiyatı veren grup oldu. 2006 yılında Samsun - Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesi'nin yapımını üstlenen grup 2007 yılında Engineering Nevvs Record dergisince yapılan bir araştırmada dünyanın en büyük uluslararası müteahhitleri listesinde 121. sırada yer aldı. Çalık Gurubu'nun medya ilk ilgisi 2007 yılında (bkz: tmsf) tarafından yapılan (bkz: atv )(bkz: sabah) satışında ortaya çıkmıştır.
Çukurova Holding'in temelleri 1942 yılında atılmıştır. 1888 tarihinden itibaren Tarsus ve Adana'da çiftçilikle uğraşan daha sonra tekstil sektörüne giriş yapan (bkz: hafız mehmet) ve (bkz: hasan karamehmet) ile Sadık Eliyeşil ailesi 1942 yılında 2 milyon liralık sermaye ile (bkz: çukurova sanayi işletmeleri a.ş.)'yi kurmuştur. 1940 lı yıllarda Caterpillar iş makinelerinin Türkiye distribütörlüğünü alan Çukurova Grubu, karayolu ve baraj gibi büyük alt yapı yatırımlarının gerçekleşmesinde tekel konumuna gelmiştir. 1972 yılında holdingleşen grup, Adana'dan İstanbul'a yerleşmiş ve 1980 yılından sonra finans alanında yatırım yaparak büyümeye başlamıştır. Holding 1980 yılından sonra Hafız Mehmet Emin Bey'in torunu Mehmet Emin Karamehmet'in hâkimiyetine geçmiştir. Babasının ölümünden sonra ailenin üçüncü kuşak fertlerinin en büyüğü olarak grubun başına geçen Mehmet Emin Karamehmet ile amcazadeleri arasında çıkan anlaşmazlık, amcazadelerden Haşan ve Mehmet Reşat Paşa'nın ortaklıktan çekilmesi ile sonuçlanmıştır. 1954 yılında(bkz: pamukbank)'ı kuran Çukurova Grubu 1980'li yıllara bünyesinde biri yurt dışında olmak üzere üç banka Pamukbank, Yapı Kredi Bankası, Uluslararası Endüstri ve Ticaret ile pek çok sanayi ve ticaret şirketi bulunan dev bir holding haline gelmiştir.
Çukurova Holding'in medyaya ilk ilgisi 1977 yılında ortaya çıkmıştır. Grup 1977 yılında (bkz: akşam gazetesi)'ni satın almış ancak 12 Eylül 1980 sonrasında ortaya çıkan ekonomik krizden dolayı gazeteyi satarak medyadan çıkmıştır.
Doğuş Grubunun kurucusu (bkz: ayhan şahenk) 1929 yılında doğmuştur. İş hayatına Ankara Hukuk Fakültesinde eğitim gördüğü sıralarda başlayan Şahenk ilk işi 13 Mart 1950 yılında Çivril'deki İşıklı göl ikinci kısım inşaatında başlamıştır. Ayhan Şahenk, Puantörlük, muhasebecilik, makine onanmı, planlama, alacak verecek işleri ile ilgilenerek inşaat müteahhitliğine işin temelinden başlamıştır. D.P. iktidarı döneminde doğrudan (bkz: adnan menderes)'in teşviki ile baraj ve otoyol gibi kamu projelerini yüklenerek inşaat sektöründe ilerleyen Şahenk' 17 Haziran 1966'da Doğuş İnşaat ve Ticaret A.Ş.'yi kurmuştur. 1974 yılında gıda sektörüne giriş yapan Şahenk, Filiz Gıda Sanayi ve Tic. A.Ş.'yi kurmuştur. Gıda sektörüne girdikten bir yıl sonra 1975 yılında finans sektörüne giren grup Yapı Kredi Bankasından hisseler ve (bkz: imar bankası)'nı satın almıştır. Dikey büyüme yolunu seçen Doğuş Grubu 22 Nisan 1975 tarihinde holding'e dönüşmüştür. 1976 yılında turizm sektörüne giren grup, 1980 yılında inşaat sektöründe büyüme yoluna gitmiştir. 1980 yılında Libya Projesi, Yemen projesi, (bkz: aslantaş barajı) ve HEPP, Urfa Tüneli, Otoyol Projelerinin inşaatlarını üstelenen (bkz: doğuş holding) aynı yıl Yapı Kredi Bankası hisselerini ve İmar Bankası'nı satmıştır. Doğuş Holding'in finans sektöründen uzak kalışı sadece üç yıl sürmüştür, 1980 yılında İmar Bankasını satan grup 1983 yılında (bkz: türkiye garanti bankası)'nı satın almıştır. Bu bankanın alınlından dört yıl sonra 1987 yılında Qatari ortaklığı ile Körfezbank A.Ş.'yi kurmuştur. Doğuş grubu 1987 yılında otomotiv grubunu kurarak General Motors'un distribütörlüğüne başlamıştır. Doğuş Holding'in büyümesi 90'lı yıllarda da devam etmiştir. Grup 1991 yılında Doğuş Hava Taşımacılığı A.Ş.'yi kurmuştur.
Ilıcak ailesinin basınla ilgilenen ilk temsilcisi (bkz: kemal ilıcak) 1932 yılında Amasya'nın Kızseki köyünde doğmuştur. Ilıcak 1984 yılında "Yankı" dergisinde yayınlanan bir röportajmda kendisini şöyle anlatmıştır: "1938 yılında babamı kaybettim. Beş kardeş babasız kalmıştık, annemin kanatları arasında hayatımızı sürdürmeye başladık. İlk, orta ve lisede okuduğum yıllar, benim için fevkalade sıkıntılı yıllardı. 1944-45'de çocuk denecek yaşta amelelik yaptım. Ağabeyime annem bir dükkân açmıştı. Babamdan kalma bir dükkândı bu. Okul dışında, sokakta oynamak yerine, bu dükkânda çalışmak da yine benim işimdi. Böyle sıkıntılarla meşakkatlerle orta ve lise tahsilimi Amasya'da tamamladım. Yüksek tahsil için İstanbul'a geldim. Burada bir taraftan da Gazetecilik Okuluna devanı ettim. Gazeteciliğe başlangıç tarihim l957 dir. Gazetelerde muhabirlik yaparken acaba bir yayın organı da çıkartabilir miyim diye düşünüyordum. Düşündüm ve haftalık (bkz: radyo mecmuası)nı çıkartmaya başladım. Bir buluşla "Radyo Mecmuasını kokulu yaptık. Türkiye de ilk defa böyle bir yayın piyasası çıkmış oldu. Dünyada ise benzer bir yayın piyasası sadece Arjantin'de yapılmıştı. Bu sebeple mecmuamızın adını değiştirdik. Adını Kokulu Radyo Mecmuası " koyduk. Daha sonra "Türk Birlik" adında bir gazete çıkardım. Bu gazete, önce aylık olarak yayımlandı. Sonra haftalık, sonra da günlük olarak Türk basın hayatında yerim aldı. Bu gazete Türk esnaf ve sanatkârlarına hitap ediyordu.'
Karacan ailesinin Türk basınındaki ilk temsilcisi Ali Naci Karacan'dır. Ali Naci Karacan 1896 yılında tüccar Haşan Bey'in oğlu olarak İstanbul'da doğmuş, 1915 yılında 19 yaşındayken Ebiizziya Velid Bey'in "Tasvir-i Efkâr"ında muhabirlik yaparak gazetecilik kariyerine başlamıştır. Milli mücadele yıllarında Ali Naci, Necmettin Sadak, Kazım Şinasi ve Fatih Rıfkı ile beraber İstanbul basını tarafından "Mustafa Kemal'in prensleri" olarak anılmaktaydı. Karacan daha sonra "İkdam" ve "Vakit" gazetelerinde çalışmış, "Akşam" Gazetesi'nin kurucuları arasında yer almış, 1928 yılında ise "İkdam' Ahmet Cevdet Oran'dan satın almıştır. Milliyet adındaki ilk gazete ise, sermayesi İş Bankası tarafından sağlanan ve Siirt Milletvekili Mahmut Soydan tarafından 11 Şubat 1926 tarihinden itibaren çıkarılan gazetedir. 1935 yılında yönetime getirilen Ali Naci Karacan, gazetenin adını "Tan" olarak değiştirmiştir. Ancak bir yıl sonra gazete siyasi iktidarın yeni bir manevrasıyla Karacan'ın kontrolünden çıkarak, Atatürk’ün atfına uğrayan Ahmet Emin yalman ve ortaklarına satılmıştır. Ali Naci Karacan 1948 yılında yönetime yeniden gelmiştir, ancak Halil Lütfü ile anlaşmazlığa düşen Karacan, bir süre sonra ortaklıktan ayrılmıştır.
yıllardır insanlara dayatılan lider karizmatik olmalıdır lider şöyle olmalıdır hikayelerinin artık uzay çağında öyle olmadığını kanıtlamaya yönelik başlık. liderliğin ses tonuyla konuşmasıyla boyuyla davranışlarıyla alakası olmadığını savunduğum önerme. insanların bir lidere ihtiyacının olmadığını savunduğum fikir. bilim çağında insanların artık koyun sürüsü olmadığını, çoban köpekleriyle (bkz: kolluk kuvvetleri) yönetmenin, bağırarak çağırarak (bkz: çoban) korkuyla yönetmenin , saçma olduğunu. insanların liderleri aslında reelde hiç göremedikleriyle ilişkilendirdiğim fikir. toplumları dünyayı bilim adına çalışan insanların yönetmesi gerektiğini savunduğum düşünce. insan psikolojisinin 2000 li yıllarda tamamen çözüldüğünü insanları bilimsel metotlarla yönetilebileceğinin gerçekliğini siyasi liderlerin yüzüne vurmak istiyorum. (bkz: bilim kurgu filmleri)
(bkz: celal şengör), (bkz: ilber ortaylı), (bkz: aziz sancar)
sözlü münakaşalarda kendine güvenemeyen insanların kendi zihniyetindeki insanlar tarafından oluşturulan hukuk sistemine sığınmasıyla sonuçlanacak eylem.
Türk gazeteci, yazar ve televizyon programcısı (bkz: murat bardakçı) tarafından tanımlaması ve tarihi şöyledir efenim :
bugünlerde de örneklerini görebileceğimiz kamu çalışanı (bkz: yiğit bulut)
"
Saray soytarılığı, bir zamanlar önemli bir meslekti. Soytarılar hükümdarları en sıkıntılı zamanlarında bile güldürür, gerginlikleri azaltır ve tabii, bol bol da bahşiş alırlardı. Osmanlı sarayında soytarı bulundurma geleneğini Yıldırım Bayezid başlattı ve cüceler, kamburlar ve hadımlar en çok rağbet gören soytarılar oldular. Tanzimat'a kadar devam eden bu gelenek, batılılaşma çabamızla beraber unutulup gitti.

HÜKÜMDARLARIN saraylarında soytarı bulundurma geleneğinin tarihi binlerce yıllıktır ve eski Mısır'a, Beşinci Sülâle zamanına kadar gider.
Bu gelenek daha sonraları yaygınlık kazandı ve Abbasiler'den itibaren İslâm tarihine de girdi.
Soytarılık, bir zamanlar çok önemli bir meslekti. Soytarılar hükümdarları en sıkıntılı zamanlarında bile güldürür, dertlerini unutturarak gerginlikleri azaltır ve bu arada bol bol da bahşiş alırlardı. Birçok soytarı, tarih boyunca önemli roller oynamıştı. Osmanlı sarayında soytarı bulundurma geleneğini Yıldırım Bayezid başlattı. Bizdeki saray soytarıları daha çok Araplar'dan veya Habeşliler'den seçilirler, ya esir pazarlarından satın alınır veya saraya hediye olarak gönderilirlerdi. Cüceler, kamburlar ve hadımlar en çok rağbet gören soytarılardı. Tanzimat dönemine kadar devam eden bu gelenek, batılılaşma çabamızla beraber ortadan kalktı, unutulup gitti.
Soytarının on parmağında on marifet olması gerekirdi. Padişahı sinirli olduğu zamanlarda güldürmeleri, yeri geldiğinde de anlattıklarıyla ve yaptıklarıyla düşünmeye sevketmeleri gerekiyordu. Hükümdara bu derece yakın oldukları için, soytarıların güvenilir kişilerden seçilmelerine , özen gösterilirdi.
Türkiye'de 16. asrın sonlarından itibaren devlet kurumlarının giderek yozlaşması üzerine işleri gayrımeşru yollardan halletmek günlük bir alışkanlık hâline gelmiş ve çarkın içinde soytarılar da yeralmışlardı. Bu soytarıların başında, Üçüncü Murad'ın Nasuh ve Cuhud isimli cüceleri gelmekteydi.
Cüce Nasuh ile cüce Cuhud, saraydan dışarıya pek çıkmayan Üçüncü Murad'ı avuçlarının içine almışlar ve tayinlerde bile etkili olmuşlardı. Her iki soytarının da gayrımeşru yollardan biriktirdikleri büyük miktarda servetleri vardı. Sonraki senelerde gözden düşüp hapse atıldıklarında yapılan tahkikatta soytarıların kurduğu büyük bir rüşvet ağı ortaya çıkartılmış ve makamlarını soytarılara verdikleri rüşvetlerle elde eden birçok devlet görevlisi azledilmişti.
"
sosyal medya ve internet platformlarında iki kelimeyle yaptıklarını düşündükleri edebiyat sonucu kendilerini yazar gören insanların içinde bulunduğu durumdur. bu yazar kılıklı soytarılar okudukları şeyler hakkında iki kelime yazmaktan aciz, popüler kültürün takipçisi, prim peşinde koşan, her sözden komedi çıkartmaya çalışan saray soytarılarından farksızdır. (bkz: yazar) türkiye'nin geldiği nokta budur. bu ülke artık bir (bkz: tevfik fikret), (bkz: mehmet akif ersoy), (bkz: halit ziya uşaklıgil), (bkz: cenab şehabettin) gibi yazarlar yetiştirecek kalitede bir eğitim ve düşünce sistemine sahip değildir. bugün yazar olarak gördüğümüz sesini ancak derinlerde duyduğumuz birkaç iyi kalpli insan haricinde kimse yoktur. Bağımsız konuşan insanların bu ülkede şansı kalmadı. Ahlaktan namustan haysiyetten konuşan insanlara bu ülke artık imkan vermiyor. konuşmak için ancak (bkz: saray soytarısı) olmanız gerekiyor. (bkz: yiğit bulut)