#tüm dormansi entry'leri

+burada yaşayınca insanın boyu uzuyor galiba
-abla burada insanın ömrü uzar ömrü

gerçekten de öyle bir ülke.
ben yaya olarak geçiş üstünlüğüme yeni adapte olmuşken yeşilde trafiği kitledigimin farkına vardırılmadım. şöyle ki; ljubljana'da kiraladığımız arabanın deposunu doldurucaz, dönecek yer arıyoruz. neyse kırmızıda bekliyoruz u dönüşü yapmamız lazım ama yapılıyor mu bilmiyorum ilk kez araba kiralamışım o da kyk'nın kredi kartıyla güç bela, kurallar da katı malum avrupa'da araç kullanma gerginliği.. navigasyon ne gösteriyor falan derken o ara bize meğer yeşil yanmış biz tekrar kırmızıya dönerken farkettik. kardeşim diyor ki 'abla takip etmiyor musun ışıkları!!' oğlum dedim ne bileyim kimse de kornaya basmadı ki!
gercekten kimse kornaya falan basmadı en ufak bi aksilik nişanesi yoktu. şöyle bi aynadan arkadaki araçlara baktım. adamlar öyle bekliyorlar kimse sövmüyordu da arkamdan. insan mahcup olamıyor hayranlık duymaktan.
araba kiralarken de ben hesapta para var diye hiç kredi kartı olayını düşünmedim meğer debit kartla olmuyormuş o işler. kredi kartı da dolu. (zaten 500 lira limiti var) neyse dedim karta para atayım. ta taaaa bayram 10 gün tatil ve farklı bankadan para gönderemiyoruz. mecbur kiralayamadan çıktık. sağanak yağmur zaten sırılsıklam olmuşuz. bi taksiye atlayıp cuma namazı için aldığımız adrese gittik. kardeşim gitti ben yakındaki kafede yeşil çay içip kyk kredi kartıyla yola çıkmamı arkadaşlara yazıyorum gülüyorum halimize falan. arkadaş dedi ki benim de hesap ziraat ben sana atayım gitmişken gezin ne olacak (o gün son günümüz ve bohinj'e araç kiralayarak gidebiliriz vakit kazanabilmemiz için). neyse olur mu olmaz mı derken arkadaş parayı atti biz yine taksiye atlayıp sixt'e gittik. yeşil yanarken kornaya basmayan sloven hoşgörüsü 800 tl alması gereken depozitoyu tekrar uğraşma boşver sen bana karttan ne kadar çekebiliyorsam onu söyle dedi. 500 lira aldı. aracın parasını nakit verecektim onu da almadı üstünü ben karta iade ederim dedi. ve bize muhteşem bir gün hediye etti. (bu muhteşem kıymetli arkadaşım başrolde tabi ki) o yağmurlu günde hem gezdik hem gece otobüsü yağmur altında soğukta değil arabada korunaklı bi şekilde bekledik. hem de günlerdir ilk kez sırtımızı dinlendirdik.
alabildiğince yeşil (%70) muhteşem bir ülke. küçük, sakin ama yeterli. inanılmaz huzurlu. ileride yaşamak ya da her fırsatta tatil yapmak istediğim ülke sanırım.
paraları bol sıfırlı. 1000 yerine 10000 verdik yanlışlıkla kasiyer kız 50 lira uzatılmış dolmuşçu gibi asabiye bağladı. paraüstünü alırken anladık. bu sıfırlarla eksik paraüstü alabilirsiniz dikkatli olmakta fayda var.
prag'a gittigimizde havaalaninda değişim yapmıştık ve kur şehirdekiyle aynı gibiydi. komisyonsuz ve güvenilir üstelik. bu nedenle budapeşte'ye gittigimizde de havaalanında euroları forint (HUF) yapmak gibi berbat bir hataya düştük. kur inanılmaz farkediyor. istediği kadar komisyon alsın o derece.
havaalanından şehir merkezine 100e ve 200e numarali otobüslerle gidebilirsiniz. 200e'yle metro aktarması yapılıyor ve parlamento binasının yanındaki metro durağına ulaşabiliyorsunuz.
1 bilet 350 HUF. 2 kisiyseniz 10lu biletlerden alabilirsiniz. 3000 HUF. bir de yanında not for travel yazan ama bilete benzeyen 2 tane daha biletimsi bir şey veriyorlar. işte o şeyleri makineler gayet okuyor. denedim oldu. yani 3000 huf 12 bilet.
şehir yürüyerek gezilebilecek bir şehir birkaç destinasyonun özellikle dönüşünde biz ihtiyaç duyduk.
Margaret adasından dönüşte, hösök tere'nin (kahramanlar meydanı) az daha ilerisinde arkasında diyebileceğim yerel halkın takıldığı bir şehir parkı var oradan dönüşte mesela.
ayrıca biletler mavi-kırmızı otobüslerde tramvaylarda ve metrolarda geçiyor. renkler farklı olunca insan başta bi tereddüt edebiliyor.
bazı makineler minik 2 delik açıyor bazı makineler tarih basıyor, metrodaki makine adeta ucundan kemiriyor. haliyle ucundan kemirilmiş biletle aktarma yapamayacakmışsın gibi geliyor. bir de metro aktarması olsa eyvallah otobüste şoförün gözü önünde.. neyse kardeşim ülkeden giderayak kemirilmiş biletle riske girmek istemediginden (biletsiz binmenin ya da kandırmaya çalışmanın cezası 80 euro ya da lira değerindeydi özellikle turistlere yönelik aktarmalarda saflıklarından faydalanıp ceza kesildiğine dair yazılar okumuştuk) ve zaten not for travel yazan biletlerle metroya bindiğimizden gittik bilet aldık. ama ben elimdeki o kemirilmiş bileti yine de meraktan otobüsün arkalarındaki makinede okuttum yeşil yeşil yandı sıkıntı yok.

havaalanında 1 euroyu 238 forint gibi berbat bir rakamla çevirdik ama turistik birçok yerde zaten euro kabul ediyor ve 1euro=300forint olarak sabitlemiş. booking'den ayırdığımız oda için yerel para birimi dediğinden onu da çevirtmiştik ama gidince euro olarak ödeyebileceğimizi öğrendik. otele-hostele gitmeden sorun mümkünse euro ödeyin.
su 40 forinte marketlerden bulunabilir. pembe kapaklılar gazsız bizim rahatça tüketebileceğimiz sular. gün içinde çeşmelerden doldurulup içilebilir ama roma gibi her yerde çeşmeler yok ve sabah 40 forinte su almışken kalede dilin damağın kurumuş halde 700 forint ödemek üzüyor. 1 termosa soğuk su koyabilirsiniz.
sparın yoğurdu da gayet bizim yoğurt bu arada. (viyana spar'ın yoğurdu çırpılmış akışkan bi yoğurttu mesela)
genelde uygun fiyatlı, sadece seyretmekle bile inanılmaz keyif alınabilecek bir şehir.

kaleye, balıkçı tabyasına (halaszbastya), matthias church civarına gece de mutlaka gidilmeli. biz 3-4 tane de gelin-damat görmüştük foto çekiminde. eminim muhteşemdir fotoğrafları.
kemal atatürk caddesi de kale civarındaydı ayrıca.

parlamento binası gece karşı kıyıdan seyretmelik. sabah da saat 10 civarında askerlerin ufak bi gösterisi oluyor. en sonunda 'performansımızı izlediğiniz icin teşekkür ederiz güzel bir gün geçirin'le bitiriyorlar.

margaret adasının ortasında kocaman bir fıskiye var. akşam saat 6 ya da 7 gibi klasikler eşliğinde su gösterisi oluyor. tesadüfen denk geldik, izlemek keyifliydi. ada zaten kendi şehrimde nefes alacak böyle bir yer olsa dedirtecek cinsten.

gül baba türbesine gidelim dedik (margaret adasına yakın) gitmeden tadilat olduğunu okumuştuk. gittiğimizde kalıcı olarak kapatıldığını öğrendik. yine de gittik ama bulamadık. bir iş makinasıyla önü kapatılmış sanırım. török utca (türk caddesi) gül baba sokağı gibi bir adresi var.

house of terror de vaktiniz varsa görülebilecek bir yer. 2 kat aşağı inmek için bindirildiğiniz asansör birkaç dakikada yavaş yavaş iniyor ve o esnada karanlık bir kabinde hüzünlü şeyler izliyorsunuz. ambians iyi, yaşananlar maalesef gerçek. bilgilendirme kağıtlarında 'naziler macar hükümetini yahudilerin koluna sarı yıldız takmaya zorladı' diye yazması da biraz dikkatimi çekti.
allah kimseye bir daha yaşatmasın öyle şeyler.

onun dışında araştırırken tavsiyelerde okuyabileceğiniz çingene geceleri, tekne turları, sir lancelotla orta çağ tadında bir gece, termal havuzlar... oldukça seçenekli ve n'aparsanız yapın keyif alacağınız bir şehir.

tuna'nın en çok hayat verdiği şehir budapeşte.

dönüşte havaalanına çok erken gitmenize gerek yok. 1.5 saat kala açılıyor check-inler.
checkinlerin yapıldığı bölge insanı çok darlıyor hemen kendinizi içeri atın. duty free'de su 1 euro pegasusla uçuyorsanız 1 tane alın. pasaport kontrolünü unuttuk biz alan geniş aydınlık telefonlar için şarj istasyonları var falan.. pasaportta da en sağdaki ablanın tepesinde eu citizens ışığı yanıyor diye kimse gitmiyor bomboş. kardeşimi gönderdim baktım geçti el sallıyor hemen o sıraya geçtim aklınızda bulunsun. girişte de çıkışta da aynı şekilde.

bir cuma günü budapeste'de cuma namazı için yer arayanlar da swarm-foursquare'de "mescidimiz" diye kayıtlı bir yer var. yorumlarda sanayi gibi bir yerin içinde yazıyor. gerçekten de öyle. hilal tekstildi sanırım öyle bir yer var yanında türklerin işlettiği. ortam türk yani. tramvay geçiyor yakınından.

stephan bazilikası civarında önüne gelince duran geçmenize izin verip tekrar fışkıran fıskiyeler var. minik tatlış detaylar ^.^
deak ferenc'e yakın bir ayak sokup serinleme havuzu var.
central market hall da bir diğer görülmesi, bi taze sıkılmış portakal suyu içilmesi gereken bir yer benim gibi yereli merak edenlere. o pazar yerinin önünde turist otobüsü bileti satmaya çalışanlardan biri de türk olduğumuzu öğrenince ben biraz biliyorum diyip türkçe konuşmaya başladı. son günümüz olmasa alırdım öyle gayretliydi. selamlarımı gönderiyorum.
turist otobüslerinde türkçe rehber seçeneği de mevcut.
yakın zamandaki gezimden aklımda olanlar bunlar. gitmek isteyen tereddütsüz gitsin. konserve falan da taşımasın gerek yok.
konserve demişken hösök tere'nin arkasında şehir parkı var demiştim. orada kamp alanları da var. şehre bi çıt uzak ama otobüsle 15 dakika falan çok değil. belki adada da kamp atılıyordur yemyesil kocaman alan.
noddle için kabıyla satılanlar değil de kapsız poşetiyle satılanlar tercih edilirse çok daha fazla alınabilir. hem daha uygun olur (1 liraya 3 lira) hem de daha az yer kaplar. 1 tane kapaklı, hafif bir kap götürün.
zeytin muhteşem oluyormuş. ilk kez aldım ikinci günden keşke daha fazla alsaymışım dedim.
noddle ve konserve tarzı yiyecekler eğer çantanızda yer yoksa gözden çıkarılabilir ya da acil durumlar için az sayıda olabilir. her yerde bulabileceğiniz şeyler.
çorba.
dönüşte havaalanında uyduruk bir mercimek çorbası içerken ekibin 'çorba yaa çorbaa!' diyerek hasretini dile getirdiği..
dönüşte tüm otobüsler sucuk kokar. kaymakları nefis.
afyon kalesine çıkmak biraz yorucu ama keyifli. çıkarken su satan ufaklıklar var oradan biraz anlamalıydık ama tepe yakın görünüyordu tahmin edemedik.
tarihi ahşaptan bir cami ve bir mevlevihane var.
güzel termal otelleri var.
ve de benim için burnumu kırdığım şehir.
konya'da japon kyoto parkı var. kardeş şehirlermiş. içindeki restoranda suşi gibi japonik şeyler yapıyorlarmış. kahvaltısı normal ama.
anne böreği, poğaçası ve de hiç bayatlamayan teyze kurabiyesi. özellikle ilk 1-2 gün etraftaki marketleri keşfedene kadar çok iyi oluyor. 3 gün roma'da 1 pizza 1 makarna 1 de dondurmaya para verdik. maliyeti oldukça düşürdü. daha fazla da dayanır ama bir bıkkınlık geliyor artık.
sütlü çikolatalı eti burçak da bir diğer favorim.
çok düz olduğu için insanlar evlerinden birer kova toprak getirmiş de alaaddin tepesini öyle yapmışlar. haliyle 30 basamak çıkacak kadar tepecik anca olmuş. tramvay bu tepenin etrafında dolanır. baharda tepe ve şehrin tamamı lalelenir ya da diğer renkli çiçeklerle bezenir. o çoraklıkta yeşillendirilmesi bence gayet iyi bir batı karadenizli olarak. o kadar da kurak bi şehir değilmiş diyorsun ama memlekete gelince anlıyorsun farkını, belediyecilikle bir yere kadar oluyor işte.

etli ekmek güzel yerde güzel. fırın kebabı da öyle. bir de tirit var. gidenler için etli ekmek havzan, fırın kebabı hacı şükrü (bir de ali baba gibi adı olan bir yer vardı meşhur ama biz gittiğimizde bitmişti) tirit için de kubbealtı (diğer tiritlerin tereyağı az yoğurdu fazla. bir de tiritçi mithat varmış beğenenler var) bamya çorbası meşhur. bir de her yerde arabaşı çorbası bulmak mümkün. mercimek ya da ezogelinden daha yaygın. alaaddin çevresinde ata etli ekmek var yemek için çeşitleri de lezzeti de iyi ama etli ekmeği orada tatmayın. geri kalan her şeyi tadabilirsiniz. patlıcan kebapları güzel. getirmezlerse pişmiş soğan getirmelerini isteyebilirsiniz.
kule'de de döne döne yemek yiyebilirsiniz.

evim şehirden 10 metre kadar yüksekteydi ve şehir dümmdüz olunca her akşam 3-5 tane havai fişek gösterisi izlemek mümkün oluyordu.
kelebekler vadisi vakit varsa görülmelik.
miniaturkumsu bir 80 binde devrialem parkı var. bu parkın içindeki kocaman ve kafalarını oynatıp ses çıkaran dinozorlar her seferinde beni mutlu ediyor gerçekten. kocaman derken 10-20 metre yüksekliğinde vardır rahat.
sille diye bir köy var kahvaltıya gidip kiliseleri, kayalıkları, harabeleri artık tarihi ne varsa gezmelik.

meram bağları meşhur. genişletilmiş çimenlendirilmiş piknik alanları gibi. çok da bi doğal güzellik yok tabi tamamen suni yeşillendirme hatta suni bir kanal-dere. yukarısında seyir terası-kafe var.

şehrin her yerinde belediyenin ücretsiz tuvaletleri var. bazı misafirlerin dikkatini çekecek ve hoşlarına gidecek kadar.
ayrıca belediyenin park bahçe işlerinde kadınlar da çalışıyor. daha önce görmediğim için hoşuma gitmişti. hem de öyle 3-5 göstermelik değil bütün parkın çiçekleriyle ilgilenecek kadar kadın. adres sorunca yavrum'lu kızım'lı yol tarif eden çok tatlı tonton teyzeler. kışın da hastane bahçesindeki karları kürekle temizliyorlar mesela.

ilk giderken bi arkadaşım 'ben ankaralıyım çok zorlanmadım da sana garip gelebilir biraz soğuk ve kabalar' demişti. bazen inanılmaz babacanlar yardımseverler öyle ki günün geri kalanı çok güzel geçiyor. çünkü beklenti o kadar düşük ve böyle bir şey yaşayınca ekstra mutluluk oluyor sanırım. biraz soğuklar, kabalar gerçekten de.
bence çok ama çok ilginç bir diğer nokta toplu taşımada 2 yaşındaki çocukların ayrı bir koltukta oturması ama bastonlu amcaların ayakta gitmesi. kadınlar çocuklarını kucağına almıyor. hatta çocuğu için yer verilmesi beklentisi içinde. 7 yaşındaki okuldan çıkan yorgun cılız çocuğu kaldırıp 5 yaşında ben oturcam yeaa diyen huysuz kızını oturtan var. bencillik bence bu. ve çok benciller. yine de güzel insanlar tanıdım o yüzden onları hatırlayınca bir noktada eleştirilerim duruyor.
(bkz: hostal delfos)
konumu çok güzel. yakınlarda carrefour var. yataklar-havlular temiz. odalar 3 kisilik oda başı fiyat veriyor. odada banyo olan odaların yatakları çok daha rahat. ortak banyolu odaların yatakları hafiften gıcırdıyor ama idare eder. odada sadece lavabo var.