bitcoinin kuruşu demektir. kaldı ki bir bitcoin'in 70.000'in üzerine çıktığı düşünülürse, ciddi bir rakama tekabül etmektedir.

tahsilat için yine newagebank gibi aracı kurumlara ihtiyaç duyulmaktadır. burada bitcoin'im kaybolur falan derseniz öyle değil, iban numaranız aracılığıyla transfer yapabiliyorsunuz.
(bkz: fight club) filminde tyler bir supermarkete girer ve kasiyeri silahla disari cikarir.kasiyer altina sicmistir.tyler sorar 'ne olmak istiyordun' altina dolduran kasiyer 'veteriner' der.tyler hadi o zaman 6 hafta calis eger olmazsan oleceksin der.kasiyercigimiz oyle bir kosar ki.tyler 'koş mahmut koş' der.iste burdan geliyo.
Son zamanların en büyük mobil oyunlarından bir tanesidir. dünya üzerinde oynanan en büyük mobil oyundur. Binlerce TL değerinde ödüllerin verildiği turnuvaları dünyanın bir çok yerinde yapılmaktadır. Oyun strateji oyunudur. Dengeleri premium üyelere göre çok iyi ayarlandığından oyunda içerik satın almadan çok rahat bir şekilde oyunu oynayabilir ve içerik satın alanlara karşı galip gelebilirsiniz. Oyunda dengeler mükemmeldir.
avrupa yakasının delikanlı ve bıçkın karakteridir. aklında sürekli köşeyi dönme fikri olan, çakallığının yanında tertemiz kalbi olduğundan da kimsenin şüphesi yoktur.
Evet kime söylense Kıbrısta Odtü mü varmış?? Diye duyulan bir cevap geliyor aklıma. Evet arkadaşlar var. Çok da güzel bir üniversitedir kendisi, eğitim olarak tabiki ankarayla az buz farklar olsa da çoğu kişiye göre (öğrencilere) daha bile iyi eğitimi! Burada hocalarla sohbet edebiliyorsun istediğinde. Sofra kurup sabaha kadar sohbet edenler bile var.. Ayrıca yeri çok ters olduğu için insanları zorunlu otostopa çeken bir üniversitedir kendisi. Girneye, Lefkoşaya, Magosaya... Benim şansıma kime otostop çeksem hepsi çok iyi insanlardı buranın kültürünü yaşantısını ekonomisini aklınıza ne gelirse size bir şeyler katmak aynı zamanda da yolu eğlenceli yapmak için ellerinden geleni yaparlar. Evet arkadaşlar Kıbrısta Odtü var!
daha önce yazdığım sözlüklerde de yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biri, ara ara beyin fırtınası yapmak için gözden geçirebileceğim doğaçlama kısa paragraflar yazmak. aklıma gelen bir öykü olur mesela, yazamam; sadece girişini yapar ve bırakırım.
siyasi bir metin yazacakken (muhtedir yanlısıyla muhalifiyle siyasete bakışımızın eleştirisi) baktım yazamıyorum biraz deliliğe vurdum alttaki yazımsı çıktı.
yerinizde olsam okumazdım, çünkü gözden geçirmedim ve çok sıkıcı bir metin olabileceğini düşünüyorum.
yukarıdaki açıklamanın da siyasi çekincelerle herhangi bir alakası yoktur. gereksiz eleştiriden sakınmak ve sözlük okurlarının düşünsel dünyasını korumak amaçlı bir uyarı olduğu söylenebilir.



Televizyonu açtığımda sevmediğim adam sevdiğim adama hakaretler savuruyordu. Bütün kanallar bu küfürleri dakikalarca yayınlıyordu. Sevdiğim adam çıkıp “senin ellerin kanlı demişti” ona bir toplantıda. Sevmediğim kanallar o konuşmayı hiç göstermedi. Sadece sevdiğim adamın sevmediğim adama hakaret ettiğini ve sevimsiz mendeburun avukatlarının konuyu yargıya taşımak için gerekli girişimleri başlattığını söyleyip birkaç küfür de onlar etti.

Canımdan çok sevdiğim bu ülkede yaşamaktan nefret ediyorum. Ah bir fırsatını bulsam kaçar giderim. Mesela Almanya’ya. Her gün baleye, operaya giderim. Güzel bir bisiklet alırım. Siyah, gidonu yukarıda olanlardan. Berlin sokaklarında caddelerinde insanlara gülümseyerek pedallarım. Yağmur yağmazken tabi. Yazın kanvas pantolonun üzerine eski gömlekler giyerim, kışın da kadife pantolonla renkli kazaklar. Alexanderplatze’ye pek uğramam, Kızılay gibi orası.

Kuzey Kore’ye gitsem orada da yaşar mıyım. Yaşarım galiba. Peki ya ülkemi nasıl bırakırım? (Bu soru Almanya’ya giderken nedense aklıma gelmedi) Buradaki halk benim halkım. Benim doğduğum topraklar. Bunu söylediğimi babam duysa şaşar kalırdı; ama burası benim atalarımın yaşadığı ve kültürüyle, ağacıyla, gölüyle bana-bize miras bıraktığı ülke. Bu ülke siyaseti benim için bir gurur meselesi. Bu halkın refahı bir onur meselesi. Bu saatten sonra, bu diktatöre ülkeyi bırakacaksak yuhlar olsun bize. Kuzey Kore meselesi diyorduk. Kuzey Kore’de Kim Jong Un’un emrinde bir asker olsam nasıl olurdu acaba? Hadi ya bana şehirdeki 23-28 yaş arasındaki en güzel kadını bulup getirmemi emretse.. Sıkıntı büyük.
Gider bulurum bulmasına da, hadi ya bu şımarık piç, kıza bir fenalık ederse. Kim pezevenginin kadına fenalık edeceğini ve ölmek istemediği varsaysam.. Ya gerçekten şehirdeki en güzel kadını götüreceğim ya da bir başka kişiyi seçeceğim. Peki şehirdeki en güzel kadın olarak tespit ettiğim kadını götürmez de bir başkasını götürürsem tercihimi neye göre yapacağım. Damarlarımda gezinen insan kanının milyarlarca yıldır (alglerden beri) bana verdiği dürtüler güzel olanın başına sağlıklı nesillerin devamı için bir fenalık gelmemesi gerektiğini söylüyo. Kötü olduğunu değerlendirdiğim bir kadını tutar kolundan götürürüm. Bu cevabı vermek benim için de zor oldu.

Halkımız.. Her şeyin en iyisine layık. Üçüncü sayfa haberlerindeki yaratıkları, devletin resmi mercilerinin sümenaltı ettiği vakıalardaki canileri, gözünü kırpmadan tanrı’ya ve onun yarattığına yalan söyleyen dindarları, kadın hakları diye twitter’da kendini parçalayıp babasından kalan mirası elinoğluna (toplumda enişte kavramı) yedirmemek için ablasına yumruk sıkan dallamaları, deodorant diye bir mefhumun varlığından bihaber olup sabah 7’de ter kokmayı nasıl başardığını anlamadığım dalyarakları çıkarsak.. -Ki umarım arada ben de kaynamamışımdır.- Pek fazla kişi de kalmıyoruz da. Güzel bir toplum oluyoruz. Ve bu güzel toplum her şeyin en iyisine layık.

Tamam kabul ediyorum kitapları alıp alıp okumadan kütüphanede biriktiriyoruz. Turgut Uyar dendiği zaman gözlerimiz içimize cin girmiş gibi oluyor, (akı görünüyor filan) Can Yücel dendiği zaman sigaramız 45 derecelik açıyla aşağı bakıveriyor. Olabilir bunlar. Ali Şeriati’yi en iyi biz okuduk, Aşık Mahsuni süper.. Gittiğimiz yerde çok eğlendik, ama o kadar eğlendik ki.

Evet bu biraz böyle.

Beni alt edeceğini sanıyorsun. (Sen kimsin?)
Al o zaman. Yahu artık sosyallik kavramı değişti. Sosyal medya.. Kavram olarak 90’lı yılların ortalarında kullanılmaya başlanmış olmasına inanamıyorum bazen. Neyse.. Bu kavram sosyolojideki tanımları birkaç yıla kadar altüst edecek. Şu an insanı ve toplumları altüst ediyor. Birden bire elimize dokunmatik, bilgisayar kadar işlevsel bir dünya verdiler. Al dediler artık dünyanın bir ucuyla bundan görüntülü konuşabilir, otobüste makale okuyabilir, maçtan canlı yayın yapabilir, sevgiline hangi kazağı alayım diye fotoğraf göndererek sorabilirsin dediler. Bunun nasıl ‘’yok anasının amı’’ bir durum olduğunu görmüyor oluşumuzu tencerede yavaş yavaş kaynatılan kurbağa deneyine benzetiyorum.
Toplum külliyen bir arada hareket ederek sindiremedi bu teknolojiyi. Annem arama çubuğuna “dantel ve kaneviçeden hoşlanan bayanlarla ahbaplık etmek istiyorum” diye yazınca, bunun bütün internet kullanıcıları tarafından görüleceğini sanıyor mesela. (Neden kimse bana yazmıyor, görülmedi mi acaba?)
Çoğumuz bu yeni dünyada kendimize çeşitli profiller oluşturduk. İç dünyamızın önüne o dijital platformu koyduk. Neden? Çünkü birebir iletişim yok! Daha doğrusu birebir iletişime ihtiyaç yok. İç dünyamız bomboş; ama profilimiz dopdolu. Herhangi bir instagram profiline 10 tane fotoğraf koyarak: latin edebiyatını çok seven, şaraptan anlayan, iyi fotoğraf çeken, yeni insanlarla kısa sürede yakın dostluk kuran, her sabah bir kadeh viski içen ve osurmadan uyuyan biri olduğumu anlatabilirim.
Zaten artık insanların cümleleri külli olarak değil, paça parça değerlendiriliyor. Profil sayfaları ise bir rapor gibi inceleniyor. Okuduklarımız bize o insan hakkında bir sürü yalan söylüyor, biz de bu yalanı bilerek bu oyuna devam ediyoruz.
Halkımız içine düştüğü internet batağı artık derin bir çıkmaz halini aldı. Kabul etmek zorundayız ki, internet artık hayatımızın tam merkezinde. Uyumadığımız her dakika internete bağımlı bir gençlik olduğumuzu iddia edilebilir. Çalıştığımız iş yerlerinde de aynı durum geçerli. Elektrik olmadan, su olmadan geçirilen günden çok daha ağır olur internetsiz geçirilen gün, yanılıyor muyum?
Son 15 yılda dünyayı bambaşka bir hale getiren bu dalgayla baş edemedik. Ve onun sancısını uzun yıllar yaşayacağız. Halkımızın feraseti ve asaleti bunun da hakkından gelecektir.
Uludağa , erciyese , palandökene .. neresi olursa olsun kayak yaptıktan sonra sucuk ekmek yemenin zevki bir başkadır.
almanlar bu işi yapıyor yaaa dedirten, muhteşem içimi ile bira aşkınızı tazeleyen, leziz bir (bkz: malt) bira. farklı bir aroması var ve içerken hiç rahatsız etmiyor.

bu birayla ilgili beni rahatsız eden tek şey okunuşudur. kendimce en uygun telaffuzu "vayhınşitephaynır"dır. almanca bilen bir leydi ya da centilmen doğrusunu yazabilir.

beyaz buğday birasıdır aynı zamanda. henüz bardakta içip, rengini gözlemleme fırsatım olmadı ancak bira gurmesi bir arkadaşım, biranın bardakta duruşunda, koyudan açığa doğru bir renk geçişi olduğunu söyledi. mutlaka deneyeceğim.

Cheers!
Yazarı Sylvan Clownson bu fankiti, "Yolun sadece bir kısmında geçen bir yolculuk hikayesi" diye tanımlıyor. Daha doğru bir tanım da olamazdı. yazıda melankolik ağzı sevenler mutlaka okumalı!

Öykünün, halihazırda basılmış hali bulunmamakta. En başta bunu çok garip karşılasam da okuduktan sonra neden basılmadığını çok iyi anlıyor insan.

(bkz: fankit)
iki tane dörtlük iki tane üçlük dizeliyorsunuz; ölçüye dikkat ederek on dört dizelik, kafiyeli bir şiir yazıyorsunuz sone oluyor efenim.
Sone olduktan sonra da akla william Shakespeare geliyor, 66. sone geliyor.
Aşk koktu buralar.