unutulmayan tiratlar

--- spoiler ---
''beni hapiste vurdular keje ölmedim.hastalandım bir ciğerimi orda bıraktım gene ölmedim. çok dövdüler beni kan kustum ama ölmedim. yaşadım. seni bir kez daha görebilmek için yaşadım. şimdi bana dediler ki; kimse sesini duyamıyormuş, susmuşsun. benimle de konuşmayacak mısın keje? "
--- spoiler ---

(bkz: eşkiya)
bak beyim dediği an çıkarıp, tirat boyunca da masaya vurmuştur yaşar usta.

11 dk sonrası
türk sinemasından gidiyoruz madem ben de oradan geleyim.

haluk bilginer'in masumiyet'te parçaladığı sahnedir.

Bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. Mevlanakapı'da… Babası zabıtaydı. Alkolik, hasta bi’ adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. Bu anasıyla yoksul, perişan… Bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bi’ şeyler. Bi’ de Zagor vardı. Bizim eski evin kiracısının oğlu. Babası filmciydi Yeşilçam’da. Cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte. Ama sevimli, yakışıklı oğlandı. Bizimkine âşık etmiş kendini. Ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. Öylece büyüdük gittik işte. Ne bok varsa, hep askerliği beklerdim. Dört sene kaldı, üç sene kaldı… Sonunda o da geldi, gittik. Bizde de herkes bunu bekliyormuş, gelir gelmez yapıştılar yakama. Ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan… Nikâhlandık. İki taksi, bi’ dükkân verdi peder. Dükkânda koltuk moltuk satardım. Bi’ gün bu orospu çıkageldi. Hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. Böyle basma bi’ etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bi’ bluz, saçlar maçlar… Pırlanta anlayacağın. Şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. Kanıma girdi o gün. Tabii taktım ben bunu kafaya. Ertesi gün bi’ soruşturma… Dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. Ama asıl Zagor’a kesikmiş. Zagor’da kaftiden içerde o sıra. Bi’ gün süslenmiş püslenmiş, zırt, geçti dükkânın önünden. Yazıldım peşine. Tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı; minibüs, otobüs, geldik Sağmalcılar'a, benim içimde bi’ sıkıntı… İşi anladım tabii; Zagor’u ziyarete gidiyor. Bi’ tuhaf oldum, piçi de kıskandım. Uzatmayalım, çaresiz evlendik ötekiyle. O ara Zagor içerden çıktı. Sonra bi’ duyduk, kaçmış bunlar. Altı ay mı, bi’ sene mi, kayıp. Hep rüyalarıma girerdi orospu. O gün dükkâna gelişini hiç unutamadım. Benimkine bile dokunamaz oldum. Sonra bi’ daha duyduk ki, iki kişiyi deşmiş Zagor; biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. Karakolda beş gün beş gece işkence buna… Arkadaşlarının öcünü alıyorlar. Kaltağa da öyle… Önce öldü dediler Zagor'a, sonra komalık. Ankara'da oluyor bunlar. Bizimki bi’ gün çıkageldi mahalleye. Zagor içerde, en iyisinden müebbet. Bi’ sabah dükkâna geldim, baktım bu oturuyor. Önce tanıyamadım. Anlayınca içim cız etti. Cız etti de ne? Tornavida yemiş gibi oldu. Çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bi’ surat… Ama bu sefer başka güzel orospu… Orhan’ın şarkıları gibi… Kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. Dedi ‘Para lazım, çok para.’ Zagor'a avukat tutacakmış. İlerde öderim, dedi. Esnafız ya biz de, “Nasıl?” diye sormuş bulunduk. Orospuluk yaparım, dedi. ‘İstersen metresin olurum.’ İçime bi’ şey oturdu, ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! İşte o gün bi’ inandım, orospuyla tam yirmi yıl geçti. Uzatmayalım, Zagor'a müebbet verdiler. Ama rahat durmaz ki piç! Ha birini şişledi, ha firara teşebbüs; o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyor. Orospu da peşinden… Sonunda dayanamadım, ben de onun peşinden… Önce dükkân gitti, ardından taksiler. Karı terk etti, peder kapıları kapadı. Yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. İş bilmem, zanaat yok. Bu tınmıyor hiç. İlk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. Gözünü yumup yatıyor milletin altına. Gel dönelim diye çok yalvardım. ‘Evlenelim, pederi kandırırım, Zagor'a bakarız.’ Yok. Kancık köpek gibi izini sürüyor itin. Ne yaptı buna anlamadım. Kaç defa dönüp gittim İstanbul'a. Yeminler ettim. Doktorlar, hocalar kâr etmedi. Her seferinde yine peşinde buldum kendimi. Bi’ keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile… Beni abisiyim diye yutturduk herife. Nedense rahatladım, oh dedim, kurtuluyorum. Bu da akıllanmış görünüyor. Yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyor başka bi’ şey demiyor. Sinop'ta oluyor bunlar. Ben de döndüm İstanbul'a. Doğumuna yakın Zagor bi’ isyana karışıyor gene. Hemen paketleyip Diyarbakır cezaevine postalıyorlar. Çok geçmeden bizimki depreşiyor gene. O halinle kalk git sen Diyarbakır'a, üç gün ortadan kaybol… Herif kafayı yiyor tabii. Dönünce bi’ dayak buna, eşşek sudan gelinceye kadar. Kızın sakatlığı bu yüzden. Sonra çocuğu doğuruyor. Durum hemen anlaşılmamış. Ortaya çıkınca bi’ gece esrarı çekip takıyor herife bıçağı. Çocuğu da alıp vın Diyarbakır'a, Zagor'un peşine. Allah’tan herif delikanlı çıkıyor da şikâyet etmiyor. Ben o ara İstanbul'da taksiden yolumu buluyorum. Epey bi’ zaman böyle geçti. Yine her gece rüyalarımda bu… Zagor'un Diyarbakır ceza evinde olduğunu duymuştum o sıralar. Bi’ gece bi’ büyükle eve geldim. Hepsini içtim. Zurnayım tabii. Bi’ ara gözümü açıp baktım karlı dağlar geçiyor. Bi’ daha açtım, başımda bi’ çocuk. Kalk abi, Diyarbakır'a geldik, diyor. Baktım, sahiden Diyarbakır'dayım. Bi’ soruşturma… Kale mahallesi vardır oranın, bi’ gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? Görünce hiç şaşırmadı. Hiç bi’ şey demedik.

O gece oturup düşündüm. ‘Oğlum Bekir!’ dedim kendi kendime. ‘Yolu yok çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi.’ O gün bugün usul usul yürüyorum işte.