iz bırakan kitap cümleleri

/ 4
" İyi ayarlanmış bir saat, bir saniyeyi bile ziyan etmez! Halbuki biz ne yapıyoruz? Bütün şehir ve memleket ne yapıyor? Ayarı bozuk saatlerimizle yarı vaktimizi kaybediyoruz. Herkes günde saat başına bir saniye kaybetse, saatte on sekiz milyon saniye kaybederiz. Günün asıl faydalı kısmını on saat addetsek, yüz seksen milyon saniye eder. Bir günde yüz seksen milyon saniye yani üç milyon dakika; bu demektir ki, günde elli bin saat kaybediyoruz. Hesap et artık senede kaç insanın ömrü birden kaybolur. Halbuki bu on sekiz milyonun yarısının saati yoktur; ve mevcut saatlerin çoğu da işlemez. İçlerinde yarım saat, bir saat gecikenler vardir. Çıldırtıcı bir kayıp. Çalışmamızdan, hayatimizdan, asıl ekonomimiz olan zamandan kayıp."

Saatleri Ayarlama Enstitüsü
"ah tanrım ne uzun bir zaman dilimidir insan ömründe bir anlık mutluluk. sırf bunun için bir ömür yaşamaya değmez mi"
Dostoyevski/Beyaz Geceler
''hiçbir şeyiniz yok. hiçbir şeye sahip değilsiniz. hiçbir şey sizin malınız değil. özgürsünüz. sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir.''
-ursula k. le guin / mülksüzler
Sana bugün bir şey söylemek istiyorum, uzun süredir bildiğim bir şey. Sen de çoktandır biliyorsun bunu, ama belki kendi kendine henüz itiraf etmiş değilsin. Sana şimdi kendim hakkında, senin yazgın, bizim yazgımız hakkında bildiklerimi açıklayacağım. Sen, Harry, hep bir sanatçı ve düşünür hayatı yaşadın, için hep sevinçle, inançla dolup taştı, büyük ve ölümsüz şeylerin peşinde koştun hep, sevimli ve küçük şeylerden asla memnunluk duymadın. Ne var ki, yaşam seni uyandırıp kendine yaklaştırdıkça çaresizliğin büyüdü, acıların, korkuların ve umarsızlıkların batağına giderek daha çok saplandın, gırtlağına kadar gömüldün içine, bir zaman güzel ve kutsal bilip baş tacı ettiğin şeyler, insanlara ve bizim yüce misyonumuza beslediğin inanç imdadına koşamadı, hepsi yitirdi değerini, un ufak oldu, inancın soluyacak havadan yoksun kaldı. Havasızlıktan boğulmak ise çok acı bir ölümdür. Yalan mı Harry? Bu senin yazgın, öyle değil mi?”

-Başımı sallayarak evet dedim, evet, evet.

“Yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti yaşıyordu; eylemlere, acılara ve özverilere hazırdın. Ama yavaş yavaş anladın ki. dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar ve radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir. Kim bunun başka türlüsünü ister, kim gönlünde yiğitliği ve güzelliği barındırır, büyük yazarları ya da ermişleri baş tacı ederse, o bir aptaldır, bir Don Kişot'tur. Güzel, ben de aynı durumu yaşadım dostum! Seçkin yeteneklerle donatılmış bir kızdım, yüce bir örneği kendime rehber edinerek yaşamak, kendi kendime yüce istekler yöneltmek, onurlu görevleri yerine getirmek için yaratılmıştım. Büyük bir yazgıyı omuzlayabilir, bir kralın eşi, bir devrimcinin sevgilisi, bir dâhinin kız kardeşi, bir ideal uğrunda ölümü göze alan bir kişinin annesi olabilirdim. Ama yaşam az buçuk beğeni sahibi kibar bir fahişe olmama izin verdi sadece. Bu kadarını bile ele geçirebilmem kolay olmadı! Bütün bunlar başıma geldi işte. Bir süre çaresizliğe kapıldım, olup bitenlerin suçunu uzun süre kendimde aradım. Yaşam ne de olsa her zaman haklıdır diye düşündüm; yaşam düşlerimle alay edip eğlendiyse, o zaman düşlerim salakçaydı demek, haklı yanları yoktu, diye geçirdim içimden. Böyle düşünmem bir işime yaramadı. Gözlerim iyi görüp kulaklarım iyi işittiğinden, biraz da meraklı biri sayıldığımdan, yaşam dedikleri şeyi inceden inceye, adamakıllı gözden geçirdim, bildik tanıdıklarımı, komşularımı, pek çok insanı ve bunların yazgılarını tek tek inceledim; gördüm ki Harry, haklıymış düşlerim, yerden göğe haklıymış, tıpkı seninkiler gibi. Oysa yaşam, gerçeklik, haksızdı. Senin gibi bir insanın yalnızlık, ürkeklik ve umutsuzluk içinde usturaya el atmak zorunda kalması ne kadar doğruysa, benim gibi bir kadının bir para babasının yanında sekreterlik yapıp zavallılık ve anlamsızlık içinde yaşlanmaktan, böyle para babası biriyle parasının hatırı için evlenmekten ya da bir çeşit fahişe olup çıkmaktan başka seçenek bulamayışı o kadar doğruydu. Benim içine düştüğüm sefalet belki daha çok maddi ve ahlakî, seninki ise daha çok manevî idi, ama ikisi de aynı kapıya çıkıyordu. Sanıyor musun, senin fokstrottan korkmam, barlardan ve dans salonlarından tiksinmeni, caz müziğine ve “bütün o ıvır zıvıra karşı direnmeni anlamayacak biriyim? Hem de çok iyi anlıyorum hepsini, senin politikadan nefret etmeni de anlıyorum, parti ve basın mensuplarının boşboğazlıklarından ve sorumsuz davranışlarından üzüntü duymam da, hem geçmiş, hem gelecekteki savaşa ilişkin umarsızlığını da, günümüzde düşünme, okuma, inşaat, mimari, eğlence, müzik ve eğitimde izlenen yol konusundaki karamsarlığını da! Haklısın Bozkırkurdu, yerden göğe haklısın, öyleyken yok olup gitmekten başka bir şey gelmiyor elinden. Bugünün pek az şeyle yetinen basit ve rahat dünyası için fazla iddialı ve açsın, seni kendi içinden tükürüp atıyor bu dünya, onun boyutlarının dışına taşıyorsun.

Günümüzde yaşamak ve yaşamaktan zevk almak isteyen birinin senin gibi, benim gibi bir insan olmaması gerekiyor. Zırıltı yerine gerçek müzik, eğlence yerine kıvanç, para yerine ruh, gelişigüzel etkinlikler yerine gerçek eylem, oyun yerine gerçek tutku arayan birine bu sevimli dünya yurt olamaz…

Hermann Hesse - Bozkırkurdu
Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde fakat her şeyden habersiz yaşayıp gidecektim. Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin. Bunu sonuna kadar götüremediysen kabahat senin değil. Bana hakikaten yaşamak imkanı verdiğin birkaç ay için sana teşekkür ederim.
-Hiç bir masalda herhangi bir kadın için,benim kendi içimde senin için verdiğim mücadeleden daha büyük bir mücadele verilmiş olduğuna inanmıyorum.
*bu gece de sana mutlu uykular dilerken her şeyimi sana veriyorum bir solukta!Benim mutluluğum sen de ermektir..

Frans kafka-milenaya mektuplar
Masumiyet Müzesi. “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim,bu mutluluğu koruyabilir,her şey de bambaşka gelişebilir miydi ? Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu."
“ “özlem nasıl bir şey” diye düşünüyordu emre. “insan neyi özlüyor, başka bir insanı mı, yoksa onunla birlikte yaptığı şeyleri mi? o insan yerli yerinde duruyorsa, kendi hayatını sürdürüyorsa; özlemek onunla birlikte paylaşılan şeyleri özlemek mi?”
bir yeri özlemek, bir kişiyi özlemek, hayatın belli bir dönemini, mesela gençliği özlemek, bir yemeği özlemek, akrabaları özlemek, eski dünyayı özlmek, bir şarkıyı özlemek, açık havayı özlemek, bir kokuyu özlemek gibi sonsuz sayıda çeşitlendirilebilecek olan özlem kıvranışları beynin hangi kıvrımına yerleşerek insanın yüreğini böylesine buruyor olabilirdi? eğer birlikte yaşanan şeyler özlenmiyorsa, yavuklunun sadece yüzünü görmek hasreti dindirebilir miydi? elbette dindiremezdi. başkasıyla birlikte gördüğün zaman, hasret dindirilmiş olmazdı ki. tam tersine; kendisine olduğu gibi derine giren bıçak daha da kanırtılmış olurdu. ne tuhaftı! görmediği zaman özlememek ama gördüğü zaman özlemek... gökten aniden inen ve kaçmaya imkan tanımayan bir asit yağmuru gibi yakıcı bir özlemle tutuşmak...”
livaneli/konstantiniyye oteli/syf 389.
"Yanıtı olmayan bir soru olarak geldim dünyaya ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum."

Kinyas ve Kayra - Hakan Günday
/ 4