hastalık derecesinde takip ettiğim belgesel serisi. bu serinin amacı, uçak kazalarının nedenlerini inceleyip millete göstermektir. bu belgelsel bize gösteriyor ki uçak kazalarının %99'u insan hatası yüzünden oluyor. bunun ne büyük örneği;
(bkz: 14 ağustos 2005 atina uçak kazası)
(bkz: 14 ağustos 2005 atina uçak kazası)
havacılık tarihinin en acıklı kazalarından biri. şöyle oluyor ki,
uçağın yerdeki kontrolleri yapılırken, hava basıncını ayarlayan sistemin manuel ayarlardaki testi yapıldıktan sonra ayarlar otomatiğe çevrilmemiştir. uçak yükseklik kazanır kazanmaz, hava basıncı düştüğü için oksijen maskeleri açılmış ancak pilotların haberi olmamıştır.
hosteslerin hala emniyet kemerlerinin takılı olduğundan hareket etmemiş pilotlarla iletişime geçmemişlerdir. onca farklı alarma rağmen pilotlar asıl hatayı bir türlü anlayamamışlardır.
kısa süre sonra oksijen azlığından pilotlar dahil herkes bayılmış, duruma müdahale etmeye çalışan önceden de dalgıçlık tecrübesi olan hostes çok geç kalmıştır.
telsiz çağrısına cevap vermeyen pilotlara yunan hava kuvvetleri 2 adet f16 göndermiştir, olası bi terörist saldırı şüphesi ile. pilotlar bir bakıyor ki pilot kabinindeki pilotlar baygın, son anda bir kabin memuru görünüyor ama o da bayılıyor daha sonra. kısa bir süre sonra da uçağın yakıtı bittiği için yere çakılıyor.
uçağın yerdeki kontrolleri yapılırken, hava basıncını ayarlayan sistemin manuel ayarlardaki testi yapıldıktan sonra ayarlar otomatiğe çevrilmemiştir. uçak yükseklik kazanır kazanmaz, hava basıncı düştüğü için oksijen maskeleri açılmış ancak pilotların haberi olmamıştır.
hosteslerin hala emniyet kemerlerinin takılı olduğundan hareket etmemiş pilotlarla iletişime geçmemişlerdir. onca farklı alarma rağmen pilotlar asıl hatayı bir türlü anlayamamışlardır.
kısa süre sonra oksijen azlığından pilotlar dahil herkes bayılmış, duruma müdahale etmeye çalışan önceden de dalgıçlık tecrübesi olan hostes çok geç kalmıştır.
telsiz çağrısına cevap vermeyen pilotlara yunan hava kuvvetleri 2 adet f16 göndermiştir, olası bi terörist saldırı şüphesi ile. pilotlar bir bakıyor ki pilot kabinindeki pilotlar baygın, son anda bir kabin memuru görünüyor ama o da bayılıyor daha sonra. kısa bir süre sonra da uçağın yakıtı bittiği için yere çakılıyor.
türkiye'de sanal sözlükler içerisinde alternatifi olmadığı düşündürülen, kendince usta kalemşörlere ev sahipliği yapan, ekşi sözlük ile yeni nesil gezgin entelektüellerin, bir araya gelerek kendi alternatiflerini ortaya çıkarttıkları gezgin sözlüğün kıyaslandığı başlık.
ekşi sözlük (bkz: ford) ise gezgin sözlük (bkz: tesla) dır.
ford'a türkiye'de herkes binebilir parçası ucuz sağlam arabadır.
tesla'ya binebilmek için önce ne olduğunu bilmeniz ve felsefesini anlamanız gerekir.
ekşi sözlük (bkz: ford) ise gezgin sözlük (bkz: tesla) dır.
ford'a türkiye'de herkes binebilir parçası ucuz sağlam arabadır.
tesla'ya binebilmek için önce ne olduğunu bilmeniz ve felsefesini anlamanız gerekir.
soğuk savaş'ın sona ermesinden sonra ortaya çıkan yeni uyuşturucu trafiğidir. bu trafik, dünya coğrafyasının sorunlu ve zayıf bölgelerinde kendine gelişme imkanı bulur. orta asya ülkeleri de 1991 yılından sonra yaşadıkları sorunlu geçiş dönemi, devlet geleneklerinin olmayışı, komşu oldukları afganistan'daki onyıllardır yaşanan savaş ortamının arttırdığı afyon üretiminin patlaması gibi nedenlerle giderek önce bu afyonun dünya pazarlarına açılış yolu, daha sonra da pazarı haline gelmiştir. bunun sonucunda, daha önce aynı süreci yaşayan diğer devletler gibi orta asya cumhuriyetleri de çeşitli güvenlik sorunları yaşamaya başlamıştır.
portekiz deniz imparatorluğunun 1565-1566 yıllarında asya’daki önemli merkezlerinden biri olan hürmüz’den ayrılıp kara yolu ile iran, anadolu ve suriye üzerinden doğu akdeniz’e, oradan da portekiz’e giden afonso, kraliyetin hizmetinde bulunmuş, genel valinin emri altında çalışmış bir hekim/cerrahtır. ancak merakından dolayı iran’da hürmüz kaşan-kum-tebriz güzergâhında, anadolu’da van-tatvan-diyarbakır-urfa-birecik yolunda, suriye’de halep-hama-trablusşam doğrultusunda ve akdeniz’de kıbrıs-girit-venedik yönünde seyahate koyulmuş, bıraktığı gezi notlarıyla karşımıza adeta bir coğrafya uzmanı gibi çıkmıştır. yolculuğu sırasında önce venedikli daha sonra da ermeni papaz kılığına girmiştir. halkın gündelik yaşamını, iktisadi yanlarını ve tarihi değeri bulunan birçok yapıyı oldukça ayrıntılı bir şekilde aktarmıştır.
rocky reyisin 22 ekim 2017 galatasaray fenerbahçe maçının koreografisi nedeniyle paylaşmıştır.
galatasaray- fenerbahce koreografisi
galatasaray- fenerbahce koreografisi

mostar köprüsü, sadece şehrin iki yakasını değil bosna'yı da türkiye'ye bağlıyor. mimar sinan'ın öğrencisi mimar hayreddin tarafından yapılan köprü hırvatlar tarafından bombalanıp yıkılıyor ve sonra yine bizden birilerinin 'bir türk firmasının' yardımıyla yapılıyor. köprü şehir için o kadar önemli bir simge ki eski köprüden yıkılan parçalar neretva nehrinden dalgıçlar tarafından toplanıp yeni köprünün inşasında kullanılıyor. köprüyle ilgili okuduğum bir yazıda bir gezgin bu köprü için "taşlaşmış hilal" demiş, gerçekten de öyle.
şimdi siz yardırmadan önce ben hemen söyleyeyim, damacana taşıyan adamın da ekmeği ekmek sette sabahlayan adamın da. velhasılı kelam burada damacana taşımayı falan kötülemiyorum, belki aranızda vurgulamak istediğim mevzuyu anlayan vardır.
,
yıllarca okul okuduk hede hödö dramına parmak atmayacağım kesinlikle ama hayallerimize giden yolda neyi eksik yapıyoruz a dostlar? burada yeri geliyor telefonlara bakıp "tamamdır ablacım, gönderiyorum hemen" diyip, peşine servise çıkıp "zam geldi abla, yapacak bi' şeyimiz yok" demekle geçiyor günlerim ve ben kendime acımadan edemiyorum. edemiyorum çünkü öyle ya da böyle kazandığım bazı meziyetler olduğunu ve bu meziyetleri kendi ellerimle paslanmaya ittiğime inanıyorum. inanın burada çalışırken bir yandan "mesleğim" olarak adlandırdığım alan üzerine bir ton şey için çaba veriyorum. bunlar editing, grafik vesaire dahil fakat yetmiyor.
hayır mesele doyumsuzluk değil, mesele göz açlığı da değil, peki mesele ne? tek sıkıntım her gün set tozu yutmak isterken şu postu yazarken bile yanı başımda zırıl zırıl çalan telefonlara cevap vermek zorunda olmam - ki bu cevaplar yarın ki çekimin planlarıyla ilgili değil, ablamız aldığı suyun tadını musluk suyuna benzetmiş, o kadar parayı niye veriyormuş? isteseymiş musluktan doldururmuş, müşteri hep haklıymış-.
öyle veya böyle hala bir şeyler için çabalıyor ve her ne kadar istemeden de yapsam yaptığım işe bir şeyler katmaya çabalıyorum. damacana su satmak için ne kadar bir çaban ve katkın olabilir demeyin, oluyor bir şeyler. şuraya iki cümle yazıp sizlerle derdimi paylaşayım derken kendimi tutamayıp azıcık, birazcık uzun bir yazı yazmışım. eminim bu tür dertlerden müzdarip olan bir milyon arkadaşım daha vardır hiç tanımadığım ama umutsuzluğumuzun bir kenarında tanıştığım. merak etmeyin bu yazıda yazdıklarım kadar melankolik bir insan değilim ve umuyorum ki bir sonra ki "iş" temalı yazım daha umutlu, mutlu ve gururlu olacaktır.
buralara kadar tahammül edip de okuduysanız kuş koysunlar yolunuza, mutlu kalın.
edit: yazım hatası. nicesi vardır elbet, kusuruma bakmayın.
,
yıllarca okul okuduk hede hödö dramına parmak atmayacağım kesinlikle ama hayallerimize giden yolda neyi eksik yapıyoruz a dostlar? burada yeri geliyor telefonlara bakıp "tamamdır ablacım, gönderiyorum hemen" diyip, peşine servise çıkıp "zam geldi abla, yapacak bi' şeyimiz yok" demekle geçiyor günlerim ve ben kendime acımadan edemiyorum. edemiyorum çünkü öyle ya da böyle kazandığım bazı meziyetler olduğunu ve bu meziyetleri kendi ellerimle paslanmaya ittiğime inanıyorum. inanın burada çalışırken bir yandan "mesleğim" olarak adlandırdığım alan üzerine bir ton şey için çaba veriyorum. bunlar editing, grafik vesaire dahil fakat yetmiyor.
hayır mesele doyumsuzluk değil, mesele göz açlığı da değil, peki mesele ne? tek sıkıntım her gün set tozu yutmak isterken şu postu yazarken bile yanı başımda zırıl zırıl çalan telefonlara cevap vermek zorunda olmam - ki bu cevaplar yarın ki çekimin planlarıyla ilgili değil, ablamız aldığı suyun tadını musluk suyuna benzetmiş, o kadar parayı niye veriyormuş? isteseymiş musluktan doldururmuş, müşteri hep haklıymış-.
öyle veya böyle hala bir şeyler için çabalıyor ve her ne kadar istemeden de yapsam yaptığım işe bir şeyler katmaya çabalıyorum. damacana su satmak için ne kadar bir çaban ve katkın olabilir demeyin, oluyor bir şeyler. şuraya iki cümle yazıp sizlerle derdimi paylaşayım derken kendimi tutamayıp azıcık, birazcık uzun bir yazı yazmışım. eminim bu tür dertlerden müzdarip olan bir milyon arkadaşım daha vardır hiç tanımadığım ama umutsuzluğumuzun bir kenarında tanıştığım. merak etmeyin bu yazıda yazdıklarım kadar melankolik bir insan değilim ve umuyorum ki bir sonra ki "iş" temalı yazım daha umutlu, mutlu ve gururlu olacaktır.
buralara kadar tahammül edip de okuduysanız kuş koysunlar yolunuza, mutlu kalın.
edit: yazım hatası. nicesi vardır elbet, kusuruma bakmayın.
Çanakkale Bolayır'da kurulacak köydür.
Sahi Çanakkale Bolayır'da ki köyümüze ne oldu ?
Sahi Çanakkale Bolayır'da ki köyümüze ne oldu ?