g.o.r.a.'daki mavi donun var mı repliğiyle akıllara kazınan pornocu olmayan konulu film yapımcısı karakter. cem yılmaz'ın açıklamalarından yıllardır filmi beklenmekte ama maalesef henüz bir gelişme bulunmamakta. yine de teaserlardan arif v 216 filminde olacağını görmek de bir keyiflendirmedi değil.
işte o teaser
işte o teaser
g.o.r.a.' filminden ünlü yönetmen erşan kuneri'nin cast seçimlerinde oyuncu adayına yönelttiği soru. olumlu cevabı aldıktan sonra sekreterine yaz donunu kendi getiriyor şeklinde devam ettiriyor büyük üstat.
mavi donun var mı?
mavi donun var mı?
görsel işaretlerin yardımıyla dili temsil eden iletişim aracıdır. görsel işaretler alfabe adını almıştır. yazı düşüncelerin değil dilin temsil aracıdır. düşüncelerin temsil aracı ise dildir.
yazının ortaya çıkışı m.ö. 3000 lere dayanır ve insanlığın ortak eseri olmasına rağmen akla ilk sümerleri getirir.
yazının ortaya çıkışı m.ö. 3000 lere dayanır ve insanlığın ortak eseri olmasına rağmen akla ilk sümerleri getirir.
g.o.r.a. ve a.r.o.g. filmlerinin baş karakteri her türlü halı, kilim, turistik faaliyetin adamı büyük gezgin. yeni serüveniyle yeniden aramızda olacakmış 2018'de.
(bkz: arif v 216)
(bkz: arif v 216)
hakan günday'ın 2017'de onur saylak tarafından filme çekilen romanı. roman aynı zamanda fransa'nın saygın roman ödülü prix medicis'nin, 2015 En İyi Yabancı Roman Ödülüne sahip.
içeriğine bakacak olursak heyecanını kaçırmadan kitabın arkasında yazanlar yetecektir sanırım:
İnsanları çaresiz bırak, iç organlarından roket yaparlar!
Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı gazâ. Babası bir insan kaçakçısı, Gazâ da onun çırağı. Henüz 9 yaşında. Yani, hayata ve insana dair, öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta.
“Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiye’dir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu’da, ayakkabılı olanı Batı’da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk... Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup
gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…”
içeriğine bakacak olursak heyecanını kaçırmadan kitabın arkasında yazanlar yetecektir sanırım:
İnsanları çaresiz bırak, iç organlarından roket yaparlar!
Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı gazâ. Babası bir insan kaçakçısı, Gazâ da onun çırağı. Henüz 9 yaşında. Yani, hayata ve insana dair, öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta.
“Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiye’dir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu’da, ayakkabılı olanı Batı’da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk... Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup
gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…”
halk arasında bumbar da denilen, genelde dolma kelimesiyle birlikte kullanılan (bkz: mumbar dolması), kuzu bağırsağı temizlendikten sonra bulgurun özel bir harçla harmanlanıp bağırsağın doldurulup pişirilmesiyle yapılan doğu ve güneydoğu anadolu bölgelerine has yemek.
mac and devin go to highschool ve how high
2003 yılında, kalitesizleşen yolcu taşımacılığına tepki olarak doğan uşak'lı seyahat firması. ankara-istanbul-izmir güzergahlarını deneyimlediğimde hayran kalmıştım. her otobüste tuvalet vardı ki bu benim gibi yolculukta murphy ile savaşıp yenilenler için inanılmaz bir hizmetti. türk kahvesi ikramı, laptop kiralama, internet erişimi, priz, yastık, uyuyan yolcunun üstünü örtme, iyi uykular öpücüğü kondurma vs yani inanılmaz bir kaliteli hizmet anlayışı vardı(şimdi bu hizmetlerin bir çoğu diğer firmalarda da var ancak anadolu turizm ilkti efem) ayrıca bu hizmetler her yolcuya aynı şekilde sunuluyordu. sonra, bu düzene yenik düştü sanırım caanım firma, artık hizmetler standart.
üç kağıtçı devlet yapılanmasının yıllar içinde halkını da kendine benzetmesi olayıdır. veya tam tersidir. halk zaten üç kağıtçıdır halkın içinden gelen devlet yöneticileri de üç kağıtçıdır. herkesin birbirini sikmeye çalıştığı bir memleket oldu türkiye. herkesin kolay para peşinde koştuğu, adam gibi üretimin olmadığı üretimde kalan 3-5 insan üzerinden geçinen milyonlarca insan yığınının yaşadığı bir ülke. dünya ya bir faydası olmayan tüketim topluluğu.
nerde o köylü milletin efendisidir diyen nesil nerde o toprağını ekip biçen nesil, nerede o atatürkün sözlerinde bahsettiği zeki çalışkan türk milleti...
edit: bu bir öz eleştiridir. ve üç kağıtçı bir türk tarafından yazılmıştır.
nerde o köylü milletin efendisidir diyen nesil nerde o toprağını ekip biçen nesil, nerede o atatürkün sözlerinde bahsettiği zeki çalışkan türk milleti...
edit: bu bir öz eleştiridir. ve üç kağıtçı bir türk tarafından yazılmıştır.
bonsai aslında bitki değildir. ağaçları saksıya sığacak şekilde yetiştirme sanatının adıdır. bitki adı olmadığı gibi uyuşturucu madde adı hiç değildir. uyuşturucu olan için (bkz: bonzai)
türlü çeşit bonsai vardır ifadesi doğru değildir. doğru olan hemen hemen her ağaca bu sanatın uygulanabilmesidir. böylelikle saksıda nar ağacı da yetiştirirsiniz, karaçam da, şimşir de.


türlü çeşit bonsai vardır ifadesi doğru değildir. doğru olan hemen hemen her ağaca bu sanatın uygulanabilmesidir. böylelikle saksıda nar ağacı da yetiştirirsiniz, karaçam da, şimşir de.


