#tüm diyedusunuyorumben entry'leri

victoria.

film tek plan(plan sekans) olarak çekilmiş. tek planı şöyle düşünebilirsiniz; kamera, oyuncuları durmadan takip ediyor ve yanlarında gezinen 3. bir şahıs şeklinde izliyorsunuz filmi. oyunculuk açısından da tiyatro benzeri bir performans gerektiren zor bir iş. gece saat 4 sularında başlayan film sabahın ilk ışıklarıyla bitiyor. toplamda 22 mekan değiştiriliyor.

film, genç bir ispanyol kadın olan victoria'nın 4 berlinli gençle(biri de türk) tanışıp onlarla birlikte geçirdiği bir berlin gecesini anlatıyor. tavsiyedir.
genellikle rock parçaları coverlayan amerikalı bir funk grubu. sürekli farklı vokallerle çalışıyorlar ve yaptıkları coverlarla çıtayı arşa çıkarmışlar diyebilirim. şiddetle tavsiyedir.

en beğendiklerimden;
crazy - gnarls barkley cover
i feel it coming - the weeknd cover
sweet child o'mine - guns n roses cover
amerika'da kurulmuş bir yeni nesil enstrumantal indie grubu, triosu. yeni keşfettim kendilerini.
marie tambien ve como me quieres en çok beğendim şarkıları oldu. şarkılarında türk ezgilerinden de esintiler hissettim.

2019 yılında istanbul'da da bir konser vermişler. buradan küçük bir kesitini izleyebilirsiniz. videonun sonunda sezen aksu'dan tanıdık bir şarkı da çalıyorlar. kalabalık çıldırıyor haliyle.*
hollanda'da kurulmuş bir 70-80'ler Türk Psychedelic Rock türünde müzik yapan grup. 2 türk üyesi de bulunmakta.

youtube'da goca dünya şarkılarına denk gelip tanışmıştım.
2020 yılında ''en iyi dünya müziği'' dalında grammy'e aday oldular.
dünya üzerindeki en psikopat hayvan olabilir bal porsuğu. 24 saat durmadan yemek peşinde koşar, herşeyi yiyebilir. aynı anda aslana, kobraya, kartala, komodo ejderine, ayıya, leopara, firavun faresine, timsaha kafa tutan, yüzebilen, zıplayabilen, ağaca tımanabilen, günde birkaç yüz kilometre şehirlerarası yol yapan bir hayvandır.
zehri ile devasa hayvanları öldüren kobra bile ona karşı çaresizdir. çünkü arkadaşın zehre karşı bağışıklığı var. birazcık uykusunu getiriyor sadece. daha sonra kalkıp yılanı kaldığı yerden yemeye devam ediyor.

buradan küçük bir belgesel kesitinde bu arkadaşın yaptığı psikopatlıkların bi kısmını görebilirsiniz.
kendisi gezgin olması ve entellektüel kişiliğinin yanı sıra çok iyi bir perküsyon ustası, müzisyendir. mfö kurulmadan daha öncesinde, mfö grubunun üyeleriyle perküsyonda kendisinin olduğu ''ipucu beşlisi'' isimli bir funk grubu kurmuştur. günümüzde iste ''ayhan sicimoğlu ve latin all stars'' ile aktif olarak müzik hayatına devam etmektedir.

hastasıyız.
2 taneyle dahil olduğum durumdur. arada bir ben onların, onlar benim paylaşımlarımı beğenirler. mesafemizi biliriz, uzaktan uzağa bakışır, tekrar o eski bölgeye girme hamlesinde bulunmayız. (bkz: ex'den next olmaz)
ilk yurtdışı seyahatimi gerçekleştirdiğim şehir. daha sonra hem kişisel hem de yaptığım iş dolayısıyla birçok defa ziyaret etme fırsatı buldum.

ilk gidişimde çoğu yazarın belirttiği gibi ot, mantar, seksle var olan bir şehir vardı hayalimde. doğru, bunlar var ama bundan fazlası olduğunu belirtmeden edemeyeceğim.''red light district'' dışında bakarsak şehir tarihi ve kültürel açıdan oldukça zengin. anne frank, rembrandt, van gogh gibi isimler şehrin en ünlü eski sakinleri. bu kişilerin kendi isimlerini taşıyan müzeleri mevcut. ''magna plaza'', ''oude kirk'' gibi 1300'lü yıllardan kalma gotik mimari yapılarına ve bunun dışında ''nemo science center'' isimli gemi şeklinde devasa bir bilim araştırma merkezine sahip. bilim merkezinin çatısındaki manzara ise belki de amsterdam'ın en iyisi diyebilirim.

şehrin yakınlarında irili ufaklı kasabalar mevcut buralara şehirden giden günlük turlarla, trenle, hatta zamanınız varsa bisikletle bile ulaşabilirsiniz. bu kasabalardan marken,volendam, giethoorn ve zaanse schansen popüler olanları.
genelde balıkçılıkla uğraşılan bu köylerden marken, tahtadan ayakkabıların yapıldığı dünyaca ünlü bir atölyeye ev sahipliği yapıyor. giethoorn ise adeta bir masalın içerisindeymiş hissiyatı veren kanallara ve doğaya sahip. kasabanın içerisinde bisiklet ve tekneler dışında başka araç bulunmuyor. çok ucuz fiyatlara küçük motorlu sandallar kiralayıp gezmek inanılmaz bir keyif ve tecrübe.
tabiki bu kasabaları gezerken aynı zamanda bol bol yel değirmeniyle karşılacaksınız.
lale bahçelerini görmek isterseniz yine amsterdam'a çok da uzak olmayan keukenhof'a gitmeniz gerekiyor. buraya giden yolun 2 saatlik bir bisiklet rotası var ve çok güzel olduğu söyleniyor. fakat ben trenle gitmeyi tercih etmiştim.

yeme - içme olarak ise genelde fast food tükettim fakat özellikle bu bahsettiğim kasabalarda deniz ürünleri yemek oldukça mantıklı. bunun dışında ''patat'' denilen külah içerisine konmuş kalın dilimli patates kızartmaları oldukça popüler.
ufak bir de tavsiye: winkel 43 isimli elmalı turta yapan ünlü bir kafe var.
''world's best apple pie'' mottosuyla yıllardır aynı yerde bu işi yapıyorlar. dünya'nın en iyisi mi bilemem ama farklı ve güzel olduğunu düşünüyorum.