Boğaziçi üniversitsine atanan kayyum

Seçimle gelmemesi sonucu protestolar başlamıştır.
lise-üniversite yıllarımın soundtrackine imza atmış canım second'ın yıllar sonra gelen yeni parçası. o kadar özlemişim ki bu naif sertliği.

klibini de şöyle bırakayım: second - aklımda bi kördüğüm | youtube

spotify
Film izleyemez olduk azizim! diye ihtiyarca bir giriş yapmak istiyorum. 3 filmden 2'sinde felaketler içerisinde bir dünya ve onu kurtarmak için cansiperane bir şekilde ortaya atılan mutasyonlu veya yedi ceddinin üzerinden silindirle geçilmiş birileri var.

Büyük düşündükleri için mi dünyayı kurtarıyorlar yoksa dünyadan birilerini anlatamayacakları için mi büyük konular seçiyorlar bilemiyorum. Ama koca, yaşlı, şişko dünyayı rahat bıraksınlar artık istiyorum. Uçmadan, kaçmadan, üfürükle ordu yıkmadan, yapay zekaları çarpıştırmadan filmler de olsa olmaz mı?

izlenmedikleri veya gelir getirmedikleri için çekilmedikleri bir gerçek. ama dünyanın bu gerçeğini anlatmak da bir iş değil mi? Böyle filmler Yok mu? var tabiki!!! (sanat filmlerinin o aşırı sıkıcı gerçekçiliğini kastetmiyorum.)

1994 yılı filmleri anlatmaya çalıştığım tam olarak bu dönem işleri. Zekice kurgusu olan, insan merkezli, herkes için değil de sadece etrafındaki insanlar için büyük meseleleri barındıran filmler.

Ya da beni aşıyor artık bu işler. Yüksek olasılık...
Şahsi fikrim sinemanın zirve yaptığı yıldır: ucuz roman, esaretin bedeli, aslan kral, olağan şüpheliler, Leon, forrest gump, maske, salak ile avanak, vampirle görüşme, Ed wood...
İlk defa karşılaştığımız bazı durumlara veya nesnelere karşı olabilen durumlar. Bazen bunlara hemen adapte olsak da, bazen istediğimiz gibi sonuçlanmıyor. Bununla alakalı başımdan geçen olayı anlatmak istiyorum sözlük..

2012 kışında polonya'ya gitmiştim. O dönemki kız arkadaşım orada yaşıyor. Tabii yeşil pasaportun verdiği rahatlıkla kafama göre zırt pırt gidiyorum o zamanlar. Bilen bilir polonya'nın kışı serttir. atkı, bere, eldiven üçlüsü olmazsa olmazdır. Gündüz dahi dışarıda çok fazla zaman geçirmek mümkün değildir, insanın b.ku donar afedersin. Hal böyle olunca dedim ki ulan geldik şuraya zaten hava buz, pub görmekten de içimiz kıyıldı, Yarın akşam güzel bir yemeğe çıkalım. Sordum, soruşturdum güzel bir restaurant buldum. hani şu menüleri ansiklopedi gibi olanlardan. bir gün önceden rezervasyon vs. derken ertesi gün akşam oldu ve restauranta gideceğiz. Benim de huyumdur -fizyolojime tüküreyim- ne zaman evden çıkacak olsam kapıda tuvaletim gelir. Rezervasyona geç kalmamak için bu seferlik dur evladım dedim ve atladım taksiye. Her neyse mekana vardık, masamız hazır, ansiklopedilerimiz geldi, yemekler söylendi, şarap tavsiyesi alındı. Şamdanlar, avizeler, insanlar şıkır şıkır, ambiyans müthiş. arka planda inceden smooth jazz ve şehir manzarası eşliğinde hem sevdiceğimle bu güzel anın keyfini çıkarıyorum, hem de tam istediğim romantizmi yakalamış olmanın verdiği mağrur ifadeyi takınıyorum. Bunun yanında yediğim yemekle birlikte alt tarafın gitgide harekete geçtiğini de hissediyorum. Şimdi Yazılı olmayan şöyle bir kural vardır; kalkıp tuvalete giden kişi 10 dakikadan fazla gelmediyse ihalenin büyük olduğu düşünülür. Bunu da bildiğimden, hızlı davranıp işimi halledip geleceğim. Ne kadar sevgilim de olsa bu güzel ambiyansta s.çtığım bilinsin istemiyorum açıkçası. Birazdan geliyorum deyip daha önceden gözüme kestirdiğim, işinin ehli duran garson abimize doğru yöneldim. Tuvaletin yerini sorduktan sonra kapısına geldim. Kapıda unisex olduğunu belli eden, her iki cinsiyetin de sembolleri olduğunu görünce "ulan ecnebiler işte, rahat adamlar" diye düşünmeden edemedim.
Neyse İçeri girdim ve kafamı sağa çevirdikten sonra o da ne? Tuvaletlerin etrafı cam. Evet cam. Bildiğin duvara monteli klozetlerin 3 tarafı, kapısı dahil cam. Ulan bu nasıl ecnebilik? Böyle bir genişlik mi var? Napıcam şimdi ben? Sonuçta kıçını başını örten insanlarız. Dışarıdan bakıyorum yok, içine girip kapıyı kapatıyorum yok abi. görünüyor her şey meydanda. Tam Bu sırada içeri bir hanımefendi girdi, panikle kapıyı kapatıp işim bitmiş edasıyla lavaboya yöneldim. Yavaş hareketlerle elimi yıkarken, İçimden de Bir an önce gitmesini diliyorum. Aynadan küçük bir hareketle selamlaştıktan sonra kadın makyajını tazelemeye başladı. Tam zamanında! Yine yavaş hareketlerle Ellerimi kurutup kapının önüne çıktım. Bir yandan da gözüm saatte 5 6 dakika olmuş durumda, zaman azalıyor. Koridorda kadının çıkmasını beklerken içeriyle ilgili planım da şu; tuvalet kağıtlarını belli uzunluklarla koparıp, kabinin üstünden püskül gibi yan yana sarkıtıp, kendime birnevi siper oluşturup işimi göreceğim.
Kadının çıkmasıyla içeri füze gibi dalışım bir oldu. Planımı uyguluyorum, her şey yolunda derken içeri biri daha giriyor. bu seferki iri yarı bir abimiz. Nereden çıktınız yine diye söylenirken yan kabine hareketlendiğini farkediyorum. Fakat bu sefer Klozete oturmuş kağıdı koparıyorum, kararlıyım. bir yandan da Göz ucuyla abinin ne yapacağını takip ediyorum. peki ne olsa beğenirsiniz "çıkırt" kapıyı kitliyor ve Tam olarak şurada gördüğünüz olay gerçekleşiyor. Ah cahil evladım benim hadi bunu hiç görmedin, kapıyı neden kitlemezsin...
Üniversite 2. Sınıftayım. Alttan İngilizce dersini aldığım için o senenin İngilizce dersini alamıyorum. (Bu süreç edebiyat bölümünün İngilizce yüzünden uzamasına kadar gidiyor) final haftası gelmiş. Bizim evde toplanılıp ders çalışılacak.(derslikte bilen bilmeyen dağılımı nasıl olacak; kim, kimden nasıl faydalanacak tarzı ciddi ve stratejik şeyler ağırlıklı bir çalışma planı bu.) Benim sınavım yok. Nispet yapacam illaki.

Hava soğuk olduğunda dolabı çalıştırmayan saz aşığı büfeci amcamızdan biraları aldım, nevaleyi düzdüm. Film kiralamanın zirve olduğu yıllar filmimi de kiraladım. Heyecanla akşamı bekliyorum. Akşam oldu. Herkes toplaştı salonda masanın etrafına. Ben odamdayım, İngilizce kelimeler havada çarpışıyor. Çıktım odadan buzluktan birayi aldım, elimde çerez tabağı... "gençler sessiz olun film izleyecem" havasıyla odama geçtim. Filmi açtım.

O film "Zeynep'in sekiz günüydü." Keşke o sınava gireydim, keşke o üniversite daha da uzayaydı da böyle bir şeye maruz kalmayaydım. Sanat sanat olalı böyle bir şey görmemiştir. Zeynep''in yedi günü siyah beyaz ve yedi kez aynı gün yaşanıyor. Sekizinci gün diskoya gidiliyor. yıldız tilbe dansıyla film renkleniyor, bir adamla çıkıyor, takılıyor ve sabah her şey yeniden siyah beyaz... Son... Sabahları yumurta soyduğu zaman dilimi diskoda geçirdiği zamandan çok daha fazla... koronada geçen bir yılın film olduğunu düşünün ve bunu size izlettiklerini.

normalde izlemezdim, lanet gelsin böyle günlere derdim ama ruhum işkenceler içinde izledim. Üstüne üstlük nispet yapacam diye kahkalarla izledim. Sonra içeri girip saatlerce ballandıra ballandıra filmi anlattım. Kimse benim yaptığım aptallığı yapıp izlemedi. Ne mutlu onlara!
Sabahattin Ali'ye şair gözüyle bakamıyorum bir türlü. Muazzam bir şarkı sözü yazarıymış gibi geliyor. Herhalde bestelenen şiirlerinin kalitesinden kaynaklı. Besteciler şiirlerin ruhunu tam manasıyla yakalayabilmişler.

Aldırma Gönül, eşkiya dünyaya hükümdar olmaz, benim meskenim dağlardır, leylim ley, dağlarda kartal gibiydim, geçmiyor günler geçmiyor ilk aklıma gelenler...
şu performansı elinde bağlama değil de elektro gitarla yapsaydı tam bir progressive rock performansına dönüşebilirdi dediğim büyük halk ozanı.
Sabahattin Ali'nin Atatürk'e altına 15 kuruşluk eski harfler zamanında basılmış bir pul yapıştırarak gönderdiği mektuptur. Sabahattin Ali, Konya Cezaevi'nden yazdığı mektupta Atatürk'ten affını istiyor.
https://hizliresim.com/wuOHD6
2009 yılında yayınlanmaya başlayan 11 sezonluk durum komedi dizisi. 25 dakikalık bölümleriyle bu sıkıcı günlerde terapi etkisi yapıyor.
dipnot: dizinin tüm bölümlerini netflix'de bulabilirsiniz. ufak tefek çeviri hataları mevcut, daha eğlenceli çeviri için alternatif kaynaklardan( torrent vb) nazo82 adlı çevirmenin altyazılarıyla izlenmesi tavsiyedir.